Bu hafta İzmir’de yine arka arkaya sıkıntılı günler yaşıyoruz. Öncelikle Ege Denizi’nde Midilli Adası’nın güneyinde meydana gelen depremler vatandaşları yeniden tedirgin etti. Orta şiddetli diyebileceğimiz 4.5 ile 5.2 depremler geçtiğimiz aylarda yaşanan korku dolu günleri hatırlattı.
Bildiğiniz gibi bu depremlerde şehrimizde can kayıpları oluşmuş, bir çok bina yıkılmış ve ya oturulamaz hale gelmişti. Bir çok mahalledeki evler boşaltılırken, vatandaşların güvenli ev arayış içinde olduğu ve bu konuda yeterince ev de bulamadığı görülmekteydi. Yaralar yeni yeni sarılırken arka arkaya gelen orta şiddetindeki depremler maalesef halkımızı fazlasıyla tedirgin etti. Daha önce de yazdığımız gibi gerek kentsel dönüşüm, gerekse noktasal dönüşüm olarak İzmir’de hızlı bir kent yenileme hamlesinin başlaması gerekiyor. Fakat bunun için gereken finans kaynağının mevcut şartlarda var olması da çok zor. Ülkenin ekonomik konjonktürdeki sıkıntılarna bir de Pandemi nedeniyle uygulanan kısıtlamalar eklenince; ortaya çıkan tablo kısa vadede köklü bir yapılaşmanın gelemeyeceği konusunda.
Kasım ayında yaşanan ve barajlardaki su seviyesinin neredeyse sıfıra kadar indiği bir dönemin ardından iki aydır ciddi miktarda yağış ile karşı karşıya kaldık. Dün ise bugüne kadar 24 saatte İzmir’e düşen en yüksek yağış miktarı aşılarak yeni bir rekora imza atıldı. Bu rekor yağış ile birlikte, denizin taşması, dereleri kontrol için yapılan tüm önlemlere rağmen aşırı şekilde bir yoğunlukla karşılaşması ve özellikle dağlardan gelen ilave suyun kontrol edilememesi; İzmir’e ciddi bir sel felaketini de getirdi. Bütün bu sıkıntı içinde tesellimiz sadece bir can kaybı olması. Fakat şehrin hemen hemen her köşesinde büyük hasar ve problemler var. Kapalı olan birçok işyeri sular altında kaldı. Zaten bir türlü toparlanamayan esnaf, bir de hava muhalefetinden darbe yemiş oldu.
Bu arada iki noktayı söylemeden geçemeyeceğim. Birincisi yağışlarla ilgili İzmir Valiliği’nin sadece aşırı yağış uyarısının dışında bir önlem almaması, vatandaşların evde kalması için idari tatil ilan etmemesi. İkincisi ise İzmir Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere birçok ilçe belediyelerin de bu konuda yeterince uyarıda bulunmaması. Daha etkin uyarı ile belki ortaya çıkan zarar daha azda kalabilirdi. Fakat görünen o ki küresel ısınmayla birlikte yaşanan iklim değişikliği ile birlikte aşırı kuraklıklar ve aşırı yağışlar birbirini takip eden döngüler halinde devam edecek.
Birkaç hafta önce yağmur sularının sistematik olarak toplanması, depolanması ve bir şekilde kurak dönemlerde kullamamak üzere biriktirilmesi gerektiğini yazmıştım. Şimdi bu depolama sisteminin önemi çok daha fazlasıyla ortaya çıkıyor.
İZSU İzmir’in en fazla yatırım yapan Büyükşehir Belediyesi kuruluşlarından biri. Yatırımlarını, özellikle bu konuda da yapacağı planlamalar ile geleceğe dönük olarak revize etmesi belki de ileride yaşanacak sıkıntıların da çözümünü oluşturabilir. Görünen odur ki ne kadar büyük kanal döşerseniz döşeyin; gelen yağmur suyunun bu kapasitenin üstünde olması şehirde ciddi hasarlara neden olmakta. Bu nedenle en azından gelen suyun bir kısmını depolama amaçlı farklı yerlere yönlendirmek belki bir nebze de olsa çözüm olacaktır. Tüm İzmirlilere yaşanan bu tatsız olaylar için geçmiş olsun derken; geleceğe dönük yatırımlarda farklı düşüncelerin de yer almasını umut ediyorum..