18. asır Batı’da iktisadın bilimsel teorilerinin ortaya çıkarak sosyal ve siyasi alanları etkileyişi ve neticelerinin bir tarafından toplumların yaşam biçimlerine giderek dahil olmasına, giderek ağırlığını hissettirmesine sebep oldu. İki asır boyunca Dünyada toplum ve insanlara dair temel algılar bu zaviyeden düşünüş üzerine oturan bakışlar esas alınarak ilerledi. Fakat 20.asır’da nüfus artışına paralel olarak güç ve karar odakları, zamana bağlı değişimlerin icabı aksayan ve ayrışan hususların kontrol mekanizmalarını yaz-boz usulü üzerinden servis ettiler. Bunlara devletler arasında muhtelif konularda aktedilen, açık-gizli, ikili antlaşmalar, çoklu konferans, pakt ve ittifaklar dahil idi.
Eski dönemlerden beri süregelen etnik, inanç, ideolojiler gibi sosyal akımlar, sıcak ve soğuk savaşlar’a ek olarak, model periyodik değişimler, şimdilerde teknoloji üzerinden hükmünü sürdürme arayışlarında. Berlin Duvarının yıkılışından sonra tek kutuplu geçici dönemin bilindik kamu ekonomileri, silahlı kuvvetler ve ideolojik eğitimleri yerine sonraları serbest pazar, özelleştirme, vesayet savaşları, sivil toplum kuruluşları üzerinden servis edilen küresel algılamaların bu kez ABD ve ÇİN rekabeti üzerinden gösterime girdiğidir.
Gösterilen iki kutup arasındaki yeni dalga teknolojik üstünlüğün ister orijinal, ister taklidinin ihtilafın gerçek nedeni olmadığı, karşılıklı mukayeseli üstünlükler konularında son 30-40 yıldır süregelen ticari münasebetlerin kaybedeninin gelecek tahminlerine göre ‘tahtada’; “en büyük ekonomi” olma konumunu yitireceği, her surette digital tekelleşmenin finans tekeline eklemlenme senaryosudur.
Orada ‘fillerin dövüşü’ devam ederken, Türkiye’nin artan ve ortalaması genç nüfusu, eskiye göre değişen politikaları, büyüyen ekonomisi hepsinden önemlisi artan talebi ile buna bağlı olarak ihtiyaç ve gereklilikleri ile harp veya soğuk savaş dönemlerinde olduğu gibi ‘birilerinin’ himmetine bağlı vesayet kalıbını aşarak türlü rekabetin ortasına kendi içerisinde tarihi kimlik açılımı ve farkındalığı ortamında doğmuştur.
Güven telkin etmeyen bu belirsizlik ortamında sosyal ve siyasi açılardan, başka tür kurallar manzumesinin, çevre, sağlık, demokrasi, insan hakları vb gibi temaların kullanıldığı bir küresel mekanizmanın da mevcut iktisadi krizlere eklemlendirilmeye çalışıldığı görülüyor.
Batılı kaynaklar krizlerin altyapılarını inşa etme manasında mevcut durumun sürdürülebilirliğini mümkün kılma konusunda bilhassa salgın sürecinde fazlası ile aktif davranabiliyorlar. İngiltere’de; Rusya’nın ‘düşman devlet’, Çin’in ise ‘küresel tehdit’ olduğu yönünde hazırlanmış raporlar sufle ediliyor. Trans Atlantik kesimi bu anlamda genel bir bütünlük sergiliyor. Bu meyanda dönemsel mücadelenin o cihetten ‘kurumsal’ niteliklerde yürüyeceğini bizzat ABD Başkanı daha göreve başladığı gün açıklıyor.
Bilhassa insan hakları konusunun öznel ve de nesnel manada uluslararası diplomasinin türlü politikalarına alet olması konuya gölge düşürmekte. Geçtiğimiz günlerde ABD Temsilciler Meclisinin 170 üyesinin Dışişleri Bakanı Antony Blinken’a Türkiye’de ‘insan hakları ihlalleri ve demokrasiden uzaklaşma’ iddasıyla gönderdiği mektup mevcut durumun görülmeye değer açık bir misalidir.