Bir milyon konut fazlası var. İnşaat sektörünü canlandırmak için bunlar satılmalı.
Unutulmaması gereken bir önemli konu ise; bankalarımızın durumu. Bankaların verdikleri kredilerin limiti dolu, hatta birçok banka karşılayabileceğinden daha fazla kredi vermiş durumda. Sanayi kesimine kredi verilemiyor.
Bankalar devletin başına şirin görünmek için, gösterilen hedefler, projeler, firmalar doğrultusunda kredi vermeyi nerede ise “talimat” olarak kabul ettiler. Sonuçta bankalar bir yere geldi dayandı, kredilerin önü tıkandı. Bankaların riskleri arttı. Zaten kredilerin bir kısmı “batık” olarak kabul ediliyor. Uluslararası değerlendirme kuruluşları Türkiye’deki devlet banklarının yanısıra özel bankaları da riskli olarak değerlendirdi ve kredi notlarını düşürdü.
Konut stokunun eritilmesi konusuna dönersek; yapılan kampanyalar kısmen yararlı oldu. Bu kampanyalardan yararlananların da “ekipten” olduğunu daha önce yazdım. Peki şimdi neden desteğe ihtiyaç duyuluyor?
Birincisi, yukarısı bunu strateji olarak kabul etmiş durumda. İnşaat ile kalkınma modeli.
İkincisi, gözü doymayanlar “bizi kurtardılar, yine kurtarırlar” diye inşaat projelerine devam ediyorlar.
Yurtdışından gelen talep sektörü ayakta tutamıyor, sadece bazı “marka” projelere cansuyu verebiliyor. Sanırım yöneticilerimiz yurtiçindeki durumun farkında değil. Satın alma gücünün düştüğü, bankalarda kredi faizlerinin tavan yaptığı ortamda küçük inşaatların bile müşteri bulmakta zorlandığını bilmiyorlar mı?
İnsanların büyük alışveriş merkezlerine gezmek görmek için bile gitmediği, satışların durmasının kiraların ödenememesine yol açtığı, kiraları toplayamadığından ötürü aldığı krediyi ödeyemeyen AVM’lere, ki sayısının 120 olduğu ifade ediliyor- bankalar tarafından el konulacağı konuşuluyor.
Hal böyle iken, yapılan kampanyalarla fiyatları düşürdük, faizi azalttık, süresini uzattık, harcını vergisini hafiflettik de ne oldu. Hadi birincisi iyiydi, ikincisi öylesine oldu Haziran 2018’de ise tam bir hayal kırıklığı.
Televizyonlarda ekonomi programlarında konuşuyorlar; beyefendi diyor ki, “biz üretici miyiz, perakendeci miyiz, buna karar vermeliyiz”
Tüylerim diken diken oluyor bunları dinlediğim zaman. Türkiye Kurtuluş Savaşı ile sanayi yatırımlarına başladı, hedef olarak tüm ulus, tüm girişimciler üretimi ilke olarak kabul etti. Bugün gelinen noktada mal alıp satanlar, yani tüccarlar, halk deyimi ile bakkal işi yapanlar üretmeyelim, alıp satalım diyor. Türkiye değişiyor, kafalar da değişiyor...
Yine gelelim inşaat sektörümüze, daha doğrusu konut sektörümüze... Sektöre canlılık getireceğiz, ama bankalar proje karşılığı kredi veremiyor, vatandaş da konut kredisi kullanmak istemiyor. Bu gruba bir yerlerden para bulmak, daha doğrusu para aktarmak gerekli.
Önce garip ama herkesin söylemekten –bana sorarsanız hicap duymadığı- bir öneri yapıldı. Bir banka bulunsun, bu banka diğer bankaların batık proje kredilerini üstüne alsın. Sonra, diğer bankalar da kendilerinde açılan kredi alanında yeniden inşaat şirketlerini desteklesinler, Oooh, ne güzel! Faizini de düşük tutsunlarmış...
İnsan biraz utanır... Alınan para, batırılan para, bu milletin alın teri ile kazanmaya çalıştığı paralardan toplanan vergilerinden ayrılan paradır.
İnşaat sektörü önemli bir sektördür. Türk mühendis, mimar, usta ve işçileri Orta Doğu ve Kuzey Afrika ağırlıklı olarak başladığı liman, havaalanı, fabrika, enerji yapıları, baraj gibi “ağır inşaat” olarak nitelendirdiğimiz yapılarla Türkiye’ye önemli dövizin yanısıra teknik elemanlarına büyük deneyim kazandırdı. Tabii ki toplu konut projeleri de bunun içindedir.
Dağılan SSCB sonrası ortaya çıkan ülkeler, kuzey Avrupa, Uzak doğu filan derken dünyanın her yerinde müteahhitlerimiz var... Onlar devletten destek alsa, İstanbul’daki birkaç “yandaş” firmanın birkaç yöneticisinin aldığı ranttan çok daha fazlasını ülkemize teknik eleman maaşları ve malzeme satışlarıyla getirebilir.
Getirmezse ne olur, kent rantı paylaşımı yapanlar öyle veya böyle paralarını alır. Vatandaş ülkenin kalkındığını zannetse bile, geriye gitmektedir.
Bu anlayış ve yaklaşımla, daha neler yaparlar, yapabilirler, yapacaklar? Devamı bir sonraki yazımda...