demiruzun@yahoo.com
Siyasal bilimler araştırıcıları tarafından dile getirilen ve açıklamalarında oldukça sık vurgulanan ulus-devlet-sermaye üçlüsü mevcut konuma, madden ve şeklen mümkün olamayan sürdürülebilirlik bir tarafa, tarihte öncelerinden intikal etmiş özellikleri ile kümülatif teşekkül ve tasarruf edilmişlerdir. Bu üçlünün aralarındaki ortak nokta ise hepsinin de nitelik yönlerinin değişken fakat nicelik olarak mütemadiyen artmakta olduklarıdır.
Toplu halde yaşamaya başlayan, kümeleşmeden başlayıp, muhtelif idari kurumlara doğru evrilen birey şimdilik toplumsal düzenin kamusal mekanik ile desteklenen yaşam tarzı içinde devam ederken, sosyal ve kültürel tarihi birikimlerin yanısıra zamanla asimile ve adapte olmuş unsurların ortak havuzu içinde tebarüz eden ‘ulus’ muhtevasında aidiyet ve kimlik kesbediyor. Nihayet iktisat temelinde üretim-tüketim ana başlığından neşredilen bilumum faaliyetlerin tarif ve değişkenleri addedilen tüm tasarruflar genelde sermaye olarak tabir edilir.
Diğer taraftan siyasal bilimler’in önemli konu başlıklarını oluşturan “idari yapılar ve kitlelerin son bir asırdır fiilen ideolojik, iktisadi kapsamlı ve ikisi büyük genel savaş olmak üzere neticeleri yeni tehdit dengelerine dayanan güç kutbu veya kutupları çatısı ile düzenlenmeye çalışıldığı” sistematik şeklindedir. Böylece oyun kuruculuğun muhtelif hakimiyet unsurları üzerinden biricik karar verme süreci olarak algılanmasının vazgeçilmezliği ve kesin üstünlüğünün hemen tüm üst bileşenlerin üzerindeki konumu belirginleşir.
Yeniçağ’dan bu tarafa bilhassa son iki asır boyunca kurumsallık vazeden yapıların militer, dini, bürokratik sınıfsal alanlarda öne çıktığı, bireyin çağlar boyunca gözler önündeki karizmatik liderler dönemlerinin giderek sönümlendiği buna mukabil kurumsal yapılar ve bağlı mekanizmaların etkinliğinin arttığı görülür. Asırlık dalgalanmalar faslı’ndan, aydınlanmanın Batı Avrupa’da bilimin 18. asır, felsefe ve sanatın 19. asırda ivme kazanması hemen her alanda geleneksel pratiğin alışılagelmiş “güç” ve ona bağlı parametrelerin vazgeçilmezliğini, çağın ampirik arayışları ile dizginleneceğinin ilanıdır.
19. asırdan itibaren 20. asır boyunca kurumsallık; böylece verisel girdilerin içerideki dar kadrolu karar seti ve bilinmeyen filtreleme mekanizması ertesinde kitlesel tercihler olarak servise girebilmiş, dünyanın diğer coğrafyalarında da genel kabul görmüştür. Kurumsallığın yaşanan tecrübelerin ışığında dünya toplumlarının ortak bir kullanım pratiği olabilmesi, ihtiyaç saiki ile mütemadiyen güncellenebilirliği önemlidir. Belki de bu sayede krizler ve bunalım dönemlerinin ani ve yıkıcı muhtemel risk faktörlerinden yeni fırsatlar sağlamak mümkün olabilir.