Teknoloji hayatı kolaylaştıran buluştur. Daha doğrusu bu yönü ile anlamlıdır. Diğer yönü ise savaş sırasında bir tarafa üstünlük sağlayacak bir olanak vermektir.
İlk çağlara gidersek baltanın yapılışı, avlanmayı kolaylaştıran bir olanak, kabileler arası çatışmalar için bir avantajdır. Tekerleğin bulunuşu, barutun icadı, top yapımı diye devam eder.
Teknolojinin gelişimi, yaşamı kolaylaştırmak ile üstünlük sağlamak ikilemini sürekli içinde taşır. İnsanoğlunun içinde yönetmek, toplum içinde yükselmek duygusu hep var. Bunu toplumsal değer içinde gerçekleştirmesi onu değerli ve saygın yapar. Toplumsal değerler dışında yöntemler, araçlar kullanarak yönetim kademesinde yükselenlerin tutum ve davranışları ise zamanla toplumsal değerlerde değişime yol açar. Kimi zaman kültürel erozyon gibi tanımlar yapılır. Bu tanımları yapan ideal bir toplumsal yaşam isteyen ve bunu yüzyıllardır süregelen geleneklerle anlatmaya çalışan düşünürlerdir. Oysa hainlik, kalleşlik insanoğlunun ortaya çıkışı ile eşzamanlıdır ve avını yakalamak, parçalamak için pusuya yatan hayvanlar gibidir.
Teknolojik buluşlar için bizde söylenen bir söz vardır; tüfek icat oldu, mertlik bozuldu. Orduların karşı karşıya geldiği bazı durumlarda, topyekûn savaş yerine, liderlerin veya seçilmiş savaşçıların vuruşması ve üstün gelen savaşçının tarafının kazanılmış sayılması yöntemi, insan yaşamına önem veren bir anlayışın ürünüdür. Orduların birbirini yok etmesi emrinin verilmesi ise bir tarafın hayatta kalma mücadelesinin bir parçası değilse, mutlak iktidar için galibiyetin şart olduğuna olan inançtır.
Her galibiyet iktidarı pekiştirir mi, o da tartışılır. Ancak bir gerçek var ki, mertlik bozulduğu zaman, yiğitler değil, sinsilerin hayatta kalma şansı yüksektir. Pusu anlayışına, toplumun karşı duruşu yerine sessizliğini eklersek, bambaşka bir toplumsal yapı ortaya çıkar. Toplumsal yapının evirildiği bu noktada herkes için barış ve adalet yerine, ben yaşayayım da onlara ne olursa olsun anlayışı gelişir.
Gabriel García Márquez’e Nobel ödülü kazandıran Kırmızı Pazartesi adlı romanında anlatılmak istenen de budur. Herkesin bildiği, kendisinin bilmediği bir sona, aslında sevdiğine doğru büyük bir mutluluğu düşleyerek giden bir genç adamın öyküsüdür bu. Herkes onu seyreder, sahtecilikle selam da verir, kimse onu uyarmaz. Sessizlik, korkaklığın da ötesinde sahtekârlıktır.
Toplumdaki bireyler hayatta kalmak, daha iyi yaşam sürmek istiyor, fakat özgürlüğü için savaşanların sayısı fazla değil. Sadece yok olmamak için savaşanlar var. Bunların bir kısmına terörist muamelesi yapılıyor. Bir de toplumsal karışıklık ve iktidar hırsı ile yola çıkarılan teröristler var. Bunlar da özgürlükçü savaşçılar muamelesi görüyor. Yaratılan kavram kargaşasında hangisi özgürlükçü, hangisi terörist belli değil.
Teknoloji, iktidar hırsı, adaletli yönetim, gelenekler, töreler…
İnsanlık tarihi, teknolojik buluşlar, bilge yönetici ve düşünürlerin insanoğluna umut veren sözleri ve eylemleri kadar, yaşanan ihanetlerle dolu. Hançerle, tüfekle yapmaktan çekindiği cinayetleri hazırladığı karışımlarla ürettiği zehirlerle gerçekleştirmek istemek de teknolojik bir çalışma, simyacılık alanında. Bunun karşısında panzehir üretmek de bir başka önemli çalışma.
Toplumu karmaşık düşüncelerin içine itmek, fikren zehirlemek de ciddi bir çalışma ister. Üretim yapmadan, çalışmadan kazanmak, kazanmadığını harcamak, başkasının malına çökmek, kendi düşüncesini toplumsal değer olarak kabul etmek, toplumda yükselmek için her şeyin para ve güç olduğuna inanmak ve bunun için her yöntemi olağan ve kendinde hak görmek… Toplumu fikren zehirlemek daha başka nasıl olabilir ki? (Irkçılık, cinsiyet ayırımı gibi etkenleri şimdilik saymıyorum.)
Toplumsal zehirlenmenin panzehiri sevgi, barış, gelir dağılımında adalet, hukuk önünde ve eğitim fırsatında eşitliktir. Yoksa gidişimiz bellidir:
2020’lerdeki teknoloji sadece bir ülkeyi değil, dünya egemenliğini hedefliyor.