monder4@me.com
Önceki yazılarımda “Kimyasallar” ve “Deniz Yolu Taşımacılığı” konularından bahsetmiştim. Bu bölümde ise “Kirliliğin Kaynakları” nedir bunun üzerinde duracağım. Daha sonra “Önlem Alma ve Hazırlıklı Olma”, “Dökülen Kimyasala Müdahale”,” Çevre, Sağlık ve Ekonomik Etkileri” başlıkları ile yazı dizisi tamamlanacaktır.
Deniz kirliliği dendiğinde, ekosistemlere ve alt sistemlere insan sağlığına zararlı kimyasal maddelerin karışması anlaşılmaktadır. Karışan maddeler doğal veya yapay olabilir. Bu karışma kronik ve akut olarak iki farklı kategoriye ayrılır. Kronik kirlilik dendiğinde düzenli, uzun süreli ve göreceli olarak daha az miktarda ancak sürekli olan bir maddenin denize karıştığı anlaşılmakta, akut dediğimizde sürekli ve düzenli olmayan, örneğin herhangi bir kaza sonucu maddenin aniden büyük miktarlarda denize karışması anlamına gelmektedir.
Kronik kirliliğe devletler bazı sınırlar dahilinde, zararlı etkisini azaltacak şekilde izin vermektedir. Örneğin atık suların deşarjı bu şekilde kirlenmeye bir örnektir. Ancak temel sorun bu sınırlara uymadan yapılan izinsiz ve kontrolsüz deşarjlardır. Söz konusu kontrolsüz deşarjı sonucu deniz ortamı ve denizde yaşayan canlılar etkilenmekte, bunları tüketen insanlar ise zehirlenmektedir. Bu olayın en acıklı örneklerinden birisi Japonya’da olmuştur. 1932’den 1966’ya kadar civa üreten bir fabrikanın organik formda olan civa maddesini “Minamata” körfezine düzenli olarak boşaltması sonucunda deniz ürünleri ve balıklar zehirlenmiş ancak yöredeki halk yavaş etki etmesinden dolayı etkisini ilk başta farketmemiştir.
Civa karışmış balık ve su ürünlerinden yiyen yöre insanlarının 1950’li senelerden itibaren artan sayıda nörolojik hastalıklara yakalandığı fark edilmiş, bölgede sakat doğumlar çok artmıştır. Bu durumun kaynağı 1959’da bilim adamaları tarafından keşfedilse de ancak 1966 senesinde üretim prosesleri değiştirilerek denize atık gönderilmesi engellenebilmiştir. Bu durum bize bilgisizlik ve ekonomik kaygılarla insan sağlığının göz ardı edilebileceği gerçeğini göstermektedir. Sorumlu kişilerin sürekli demetlenmesi ve yapılanların takip edilmesi bir yurttaşlık görevi olmalıdır.
Akut kirlenmede ise, kronik kirlenmenin aksine, aniden gelişen bir olay vardır. Örneğin geminin kaza yapması, boru hattının delinmesi bu tip olaylara örnektir. Denizlerde ise genellikle gemi temelli kazalar olmaktadır. Bunun nedenleri incelendiğinde geminin çatlaması/delinmesi gibi yapısal hatalar, kötü hava koşulları, yükü yerinden oynatacak hatalı manevra, yükleme boşaltma kazaları ve taşınan yükle ilgili patlama, sızdırma gibi sorunlar ön plana çıkmaktadır. Ayrıca sahilde bulunan kimyasal üretim tesisleri ve limanlarda da benzer şekilde akut döküntüler olabilmektedir.
Böyle bir kaza nedeniyle oluşan döküntü aniden çevreye yayıldığında döküntünün cinsine ve miktarına göre değişen bir zaman diliminde deniz ve çevresini etkilemekte ve çevreye yayılmaktadır. Eğer kaza yapısal bir sorun sonucu geminin batması ile sonuçlanırsa battığı yerde, denizin derinliklerinde mevcut kimyasalı senelerce sızdırmaktadır. Bu nedenle örneğin 2. Dünya savaşında batırılan gemilerin olduğu yerlerde, dipteki sızıntı potansiyelinden dolayı, daha dikkatli olunması gereğini göstermektedir. Ticari gemilerde ise en fazla sayıda kaza olan bölge Manş denizi ve çevresi, Baltık denizi ve Kuzey Afrika’da Tunus/Cezayir ve çevresindedir.
Taşıma sırasında özellikle oksijen ve çevre şartları ile reaksiyona giren maddelere dikkat etmek ve depolanan ortamı uygun koşullarda tutmak gerekir. Örneğin 2003 senesinde “Adamandos” gemisinde taşınan yük havadaki nemin çok fazla olması nedeniyle nemle reaksiyona girmiş ve gemi 300 0C kadar ısınmış, zehirli gaz salgılamış ve çok tehlikeli olmuştur.
Döküntü olduğunda ilk müdahalenin zamanında yapılması ve dökülen maddenin davranışının nasıl olacağını tahmin etmek çok önemlidir. Maddeler genel olarak suyla temas ettiğinde beş ana hali gösterir. Bunlar uçuşan, buharlaşan, yüzen, çözünen ve batan maddelerdir. Ancak madde sadece tek bir halin davranışını göstermez, aynı anda birden fazla halde bulunabilir veya müdahale süresi uzadıkça halden hale geçebilir. Bu nedenle maddeyi ve süreci tanımak, hızlı davranmak çok önemlidir.
Tehlikelerle daha iyi mücadele edebilmek ve maddelerin davranış şekillerini daha iyi tanıyabilmek için CAS numarası ve EC numarası adı altında iki farklı sistem geliştirilmiştir ve maddeler kodlanmıştır. CAS daha çok Amerika’da, EC ise Avrupa’da kullanılmaktadır. Bu kodlamalara göre madde özelliklerine, üreticisine ulaşılabilmekte ve bilgi alınabilmektedir.
Örneğin maddemiz 205-438-8 EC numaralı “Etil Akrilat” ise hem yüzer, hem çözünür ve buharlaşır. Tüm tedbirler bu doğrultuda ele alınmalı ve bilgi sahibi olunmalıdır. Bu nedenle maddenin özelliklerini bilmek, taşınan maddeyi önceden tanımak, hazırlık ve tatbikat yapmak ve gerekli olan müdahale teçhizatlarını önceden temin etmek son derece önemlidir.
Çok geç olmadan, eksik bilgi ile yola çıkmanın felaket getirebileceğinin, felaketin boyutunun nesiller boyunca sürebileceğinin farkına varılması dileğiyle.