Dünya her geçen gün daha karmaşık ve oynak bir yapıya sahip oluyor. Şu an geleceğe baktığımızda kesin olan bir şey var, o da belirsizlik. Bu belirsiz ortama kendimizi hazırlamak zorundayız. Bu dönemde uzmanların önerileri arasında merak etmek; meraklı olmayı desteklemek, belirsizlikle ilgili olarak daha sakin kalabilmek ve son olarak da gerçekleşmesi mümkün olan şeylere açık bir bakış açısına sahip olmamız gerektiği belirtilmekte. Tehditlerle başedebilmek veya fırsatlardan yararlanabilmek için gereksinim duyulan eylemler; uyum sağlama, cesaret gösterme ve eyleme geçme şeklinde sıralanmakta.
İngiltere’de yürütülen bu çalışma sonucunda merkezde bir fikrin ortaya çıktığı iddia edilmektedir: değişim oranı ve belirsizlik düzeyi, iyi yönetişimin ve dayanışmanın gücünün de üzerine çıkabilmektedir. Eğilimlerin birbiriyle olan kompleks etkileşimi potansiyel olarak oyun değiştirici olmakta, yeni bir yaklaşıma ihtiyaç göstermekte ve yine merkezde stratejik olarak uyum sağlayabilmeyi konumlandırmakta.
Uyum Sağlamayı Gerektiren Eğilimler:
İlk eğilim, insanların artan yetki alanları olarak adlandırılabilir. Buradaki yetki güç olarak da ifade edilebilir. İnsanların mutlak yoksulluktan kaçabilmesi ve eğitime ve sağlığa daha kolay ulaşabilme olanağının artması beklenebilir. Teknolojinin gelişiminin sağlık alanında olağanüstü gelişmelere yol açabileceği, (COVID kötü bir sürpriz) bulaşıcı hastalıklardan ölümlerin azalabileceği, ancak obezite ve demanstan ölümlerin artabileceği tahmin edilmektedir. Neredeyse limitsiz miktarda varolan bilgiye erişimin insanlığın güçlenmesinde bir etken olduğunun altı çizilmekte.
Bireyselleşme artmakta. Bireyselleşme kişisel yetki alanını daha rahat kullanabilme olanağı sunarken, madalyonun diğer yüzünde toplumların birbirlerine bağlı olmalarını sağlayan unsurlarda zayıflıklar ortaya çıkmakta ve popülizm artmaktadır. Ayrıca eşitsizlikler artmakta, zenginler daha varlıklı olmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde orta sınıfın ve yoksul kesimin ekonomik büyümesi yavaşlamaktadır. Çok sayıda ülke için geçerli olan durum geleneksel ve liberal görüşler arasındaki farklılık büyümekte, milliyetçilik, dini tolerans düzeyinin zayıflaması ve göçmenlere karşı duyulan antipati ise artmaktadır. Bazı devletlerin daha da otoriterleştiğine dair sinyaller ise güçlüdür.
İkinci eğilim güç değişimi ve dağılımıdır. Asya kıtasındaki ülkelerin ekonomik güçleri arttıkça, Çin’in politik ve askeri gücü, Çin kadar olmasa da Hindistan’ın politik ve askeri gücü artacaktır. Bu güç artışı ABD’nin politik ve askeri gücü üzerinde bir tehdit yaratacaktır. Batı’nın ekonomik ve yumuşak gücünün (soft power) azalması olasıdır. Çok kritik bir soru mevcut uluslararası sistemde kurumlarla birlikte, mekanizmalar ve normlar bütünü, değişen büyük güç değişimine uyum sağlayabilecek midir? Eğer bu uyum sağlanamazsa sistem çökebilir, çatışmaların çözüm bulabilme olanağı zorlaşabilir, bu sonuçlar da bir başka sonuca yol açabilir; artan karmaşa.
2050’li yıllara kadar bazı devletler mevcut durumlardan daha farklı konumlara sahip olabilir. Birkaç uluslarüstü kurum daha da büyüyebilir ve güçleri daha da artabilir. Bu artış devletlerin bu kurumlara olan bağımlılıklarını artıracaktır. Devletlerin bağımsızlık düzeyleri azalacak, daha karmaşık hal alacak, potansiyel olarak merkezi olmaktan uzaklaşacaktır. Sonuçta yönetimin melez-hibrit bir özellik ortaya koyma olasılığı yükselebilecektir.