Perşembe, Eylül 19, 2024

Türk Halkı ve Türk Ordusu

Türk halkı, kültür bakımından, zihniyet, dili, davranışı bakımından birbirini dışlayan adeta iki ayrı topluma dönüşmüştür.


Sevgili okurlarım,

Günümüzde, iktidar tarafından yaratılan ekonomik krizin gittikçe derinleştiği ve devalüasyonun da yakında tartışılır halde ülke gündemine girebileceği anlaşılmaktadır. Bu gelişmelerin, gerek bürokraside, gerekse Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) olumsuz yönleri olacağı bir gerçektir. Ülke savunmasının temel direği olan Türk Ordusuna savunma için ayrılan bütçenin de çevremizdeki askeri tehditler dikkate alındığında yetersiz kalabileceği görülmekte ve askeri değerlendirme olarak, hesaplanmaktadır. Bu nedenle, 15 temmuz 2016 tarihini referans noktası olarak, bu tarihten sonraki Türk Ordusunun durumunu değerlendirmenize sunmak istiyorum.

Öncelikle, şunu belirtmekte yarar vardır ki, Türk Ordusunu, diğer ordulardan ayıran en önemli nokta cumhuriyetin kuruluşunda oynadığı öncü rolüdür. Tarihsel gelişimine bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra, halkın genel olarak, cumhuriyet ve demokrasi ile ilgili bir arzusu ve talebi olmamıştır. Bu husus, diğer batılı ülkelerde, halkın talebi ve ayağa kalkması sonucu muhtelif savaşlardan sonraki kazanımlarıdır. Ancak yüzyılın en büyük dehası Mustafa Kemal halkı kul ve ümmet olmaktan kurtarıp, birey haline getirerek, cumhuriyeti halka hediye etmiştir. İşte bu dönemde Türk Ordusu, cumhuriyeti yönetim şekli haline getiren, Gazi Mustafa Kemal tarafından kurulmuş “Milli Ordu“ olma özelliğindedir. İşte bu ordu Mustafa Kemal Atatürk’ün ordusudur.

Günümüzde, Türk toplumunun, Türk Ordusunu pek tanımadığı gündeme gelen konular çerçevesinde, anlaşılmaktadır. Türk Ordusunun kazandığı zaferlere bakıldığında her birinin ayrı birer destan olduğu toplum ve onun yöneticisi olan siyaset mekanizması tarafından unutulmakta ve yeterince sahip olunmamaktadır. Sayın siyasi partiler ve onların milletvekilleri, Kore ve Kıbrıs şehitleri ve gazileri ile onların ailelerine neler yapıldı? Maaşları ne kadardır? Hiç düşündünüz ve bunu kamuoyuna güncel olarak açıkladınız mı? Sizler, kendi maaşlarınız söz konusu oldu mu tam kadro TBMM hazır bulunursunuz ki bunun örnekleri sayısızdır. Gerek iktidar gerekse muhalefet partilerinden hiçbir milletvekilinin bu konuyu gündeme getirdiğini görmedik, duymadık, bilmiyoruz.

Şimdi gelelim Türk Ordusunun 1984 ile 2016 yılları arasındaki PKK terör örgütüyle mücadelesine. İç güvenlik çalışmaları kapsamında, 6.916 şehit ve 12.558 yaralı ile 4.488 malul gazi olarak ülke gündemine gelmiştir. Burada en önemli konulardan birisi de bu malul gazilerin ortopedik organ ve diğer tıbbi medikal araçlara olan ihtiyaçlarının gereği gibi karşılandığı söylenemez. Toplumun ilgisi ve bilgisinin bu konuda olmadığı görülmektedir. Bunun sonucu olarak da gazilerimize gerekli ilginin kesinlikle gösterilmediği ortadadır ki, örneklemek gerekirse kitaplar yazmak mümkündür.

Türkiye’deki en ciddi sorun, ülkedeki sivil asker ilişkisinin hiçbir zaman istikrarlı sürdürülebilir düzeye getirilememesidir. Bu ilişkinin anayasal düzenlemeler ile yürütülmesi esastır. Sivil – asker ilişkisinin, karşılıklı samimiyet, karşılıklı güven ve itimat ile profesyonel askerlik mesleğine saygı duyulması prensip ve ilkelerine dayandırılması esastır. Unutulmamalıdır ki, orduların toplumun güvenine sahip olması başlı başına önemlidir. Toplum ve siyaset ise, askerlik mesleğinde çalışanların bilgi ve deneyimine güven duyması gereklidir.

Sivil – asker ilişkilerinde, büyük bir güce ve otoriteye sahip olan sivil liderlerin olması gerekli liyakate sahip olmaları ise ülke yönetiminde, olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Ancak bu olgunun da, ülkelerin sahip olduğu siyasal ve kültürel seviye, güvenlik ortamı ile toplumsal algı bu ilişkide belirleyici bir özelliği işaret etmektedir. Sivil liderlerin, öncelikle askerlik mesleğindekilerin profesyonel özelliğine saygı göstermeleri gereklidir. Bu çerçevede askeri konulara yapacakları müdahalelerde sağduyulu düşüncelerin ön planda olması esastır.

Günümüzde, toplum ve siyaset içinde 15 temmuz 2016 askeri darbe teşebbüsü ifadesi hemen her kesimde amaçlı olarak dillendirilmiştir. Bu hususa öncelikle bir netlik kazandırmak gerektiğini düşünüyorum. 27 Mayıs 1960 darbesi, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir cunta tarafından gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül 1980 darbesi ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir konuta zinciri altında yönetime el koymasıdır. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ise, Türk Silahlı Kuvvetleri içine sızdırılan FETÖ silahlı terör örgütü mensupları tarafından yapılmıştır.

Dikkat edilirse, bu darbe girişimini en büyük mağdurunun Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu görülmektedir. Çünkü siyasi iktidar bu ayırımı kasten yapmadan, olayın boyutlarını analiz etmeden orduya ait kurum ve kuruluşlar ile okulları kapatma yolunu seçmiş ve bu duruma Türk halkı sessiz kalmıştır. Oysa siyasal iktidarın bu dönemde halkı algı operasyonları ile manipüle etmesi ve daha önce cemaat adını verdiği FETÖ silahlı terör örgütü ile beraber hareket etmesi gözlerden uzak tutulmamalıdır.

2007 yılı Türk siyasi tarihinde bir kırılış noktası olarak yerini almıştır. Bu yıl içindeki olaylar çok dikkat çekicidir. Çünkü 2007 yılından sonra siyasi iktidarın Fethullah Gülen cemaatiyle tam ittifak haline girdiği ve beraber hareket ettiği dönemdir. Siyasi iktidar, 15 temmuz darbe girişiminin sanki TSK dışardan hiçbir bağlantı olmaksızın ordu tarafından yapıldığını öne sürerek olağan üstü hal yasasına bağlı KHK ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin temel taşlarını değiştiren birçok kararı alelacele almıştır. İktidarın bu davranışının kasıtlı ve yanlış olduğu değerlendirilmektedir.

15 Temmuzdan hemen 10 gün sonra, 25 temmuz 2016 tarihindeki KHK 1. Maddesi; “Genelkurmay başkanlığı teşkilatı kendi kuruluş ve kadrolarında gösterilirler. Barışta kuvvet komutanlıkları bu teşkilat dışında yer alır ve teşkilatları milli savunma bakanlığı kadro ve kuruluşlarında gösterilir.“ Bunun uzantısı ve tamamlayıcısı olarak 24 kasım 2016 tarihinde yine bir düzenleme yapılarak; “Kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanlıkları milli savunma bakanına bağlıdır” ifadesi yer almıştır. Unutulmaması gerekli olan en önemli husus ise anayasanın 117. Maddesindeki hükümdür.

Bu madde içeriğinde “Genelkurmay başkanı silahlı kuvvetlerin komutanı olup, savaşta başkomutanlık görevini cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir“ tanımlaması bulunmaktadır. Bu durumda kuvvet komutanlıklarının milli savunma bakanlığına bağlanması ile en önemli husus olan TSK içindeki “emir komuta birliği“ nasıl sağlanacaktır? İşte yaratılan fiili durum da, Türk toplumunun sivil – asker ilişkisini ve türk ordusunu tanımadığını işaret etmektedir.

İktidar ve toplum bu kadar kısa sürede nasıl oldu da bu darbe girişiminin TSK tarafından hazırlandığına karar verebilmiştir. 1970 yılından itibaren ülke içinde devleti ele geçirmek için çalışan FETÖ silahlı terör örgütünün faaliyetlerinin ya anlayamamış, ya da tasvip etmiştir. Ancak daha önce de ifade ettiğimiz gibi toplumun oylarıyla getirdiği iktidar bu FETÖ silahlı terör örgütü ile ittifak halinde beraber hareket etmiştir. Bu fiili durumun, nasıl tanımlanması gerektiği konusunu ise siz sayın okurlarımın takdirine bırakıyorum.

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar