İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmelerin günümüzde devam eden süreç hatta yakın ve orta vadelerdeki küresel, bölgesel projeksiyonlarda referans alınması son derece normal bilakis üzerinden 75 yıl geçmesi hasebiyle ve öncesi en az bir o kadar uzunlukta kritik dönemin devamı olageldiği gerçeğidir.
Türkiye Cumhuriyeti de bu meyanda 1918’de tasfiye olan bir devletin bilinen parçasında 1923 yılında kurulan yeni bir devlettir. İkinci Dünya Savaşına katılmamış olsa da tarım ülkesi olmasına rağmen savaş yıllarında vatandaşına karne ile ekmek dağıtılmasının gerçek nedenleri pek çok konuda olduğu gibi henüz tartışılmamış gariplikler taşır.
1946’dan itibaren bu dönem, Soğuk Savaş esnasında ABD’nin hegemonik açılımlarını sağlayan, Sovyetler Birliği’nin merkezde olduğu, adına Demirperde denilen bir kampın varlığıydı. ABD emperyalizmi, harbin sonundan sonra 20 sene kadar bu kampa karşı ekonomik, kültürel, siyasal ve ideolojik alanda bir mücadele yürütüyor ve bu suretle kendisini tahkim ediyordu.
Bu çok katmanlı mücadele, yüzeye daha çok, komünizme karşı duran bir dünyanın ideolojik seviyede vaziyet alması şeklinde vuruyordu. 1970’lerde gevşemeye yüz tutan ticari münasebetler aslında Demirperde Sovyetler Birliği ile Hür Avrupa veya Batı arasında esaslı bir fark olmadığının, her ikisinin de sanayi temelli merkezi yapılara sahip merkezinde kapitalist nitelikli bir iş bölümünün çeşitlemeleriydi.
Kültürel boyutu ile en az iki nesil(1946-1986) boyunca başta vazedilen Atlantik aşırı tüketim teşvikli cazip yaşam biçiminin kadim medeniyet kıtası Avrupa’dan çevreye yayılacak surette tesirli olmasıdır. Diğer taraftan kültürel tazyikin; ulusların dahili ve harici karar ve tercihlerini domine edebilen mahiyet kazanmasıdır.
Son otuz yılda bölgesel dünya karşısında kümelenen küreselciliğin gelecek dönemler için birbirine bağımlı iş bölümü ve ulusların bünyesel olarak uyum riskleri kurgusunun gündemin akışında öne çıkan gelişmelerle test edildiği ortada. Dünya ‘jandarmalığının’ mevcut düzenin sürdürülebilirliği için kendisini feda etmek, yalnızlaşmak anlamına geldiği noktada, bencilliği sarfı nazar ederek çok kutuplu ortak uzlaşı ve anlaşma zemini aramak önemli tercihlerden kaçınılmaz olanı görünüyor.
Ekonomik, ideolojik, kültürel derken uluslar arası siyasal kurgunun yine savaş sonrasında Birleşmiş Milletler kompozisyonunda kuruluşundan bu yana Güvenlik Konseyi lehine yetkilerle donatılmış ve tercihleriyle güdülenmiş imajı, en son 13 Aralık’ta Gazze için yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturumunda oylama neticesinde bir kez daha vurgulandı. 153 ülkenin tasarının lehinde oy vermesine karşın mevcut sistemin yetersizliğinin yeni bir güdümlü misali olarak tarihe geçti.