Cumartesi, Kasım 23, 2024

“Anadolu’nun büyük bir bölümü riskli deprem kuşağında yer alıyor”

Asrın felaketinde tek yürek olan Ege Üniversitesi, afetlere yönelik hem farkındalık hem de bilimsel çalışmalarını sürdürüyor


Kahramanmaraş merkezli ve 11 ili etkileyen ardışık iki depremin ardından tüm gücünü seferber ederek tek yürek olan Ege Üniversitesi, kan bağışı, ayni ve nakdi yardımlar, Tıp Fakültesi Hastanesinde yaralıların tedavilerinin yapılmasının yanı sıra, İzmir Valiliği, Sağlık Bakanlığı ve AFAD koordinasyonunda hem sağlık ekibi hem de yapılarda incelemelerde ve tespitlerde bulunmak üzere bilim ekibini bölgeye göndermişti. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği akademisyenlerinden oluşan bilim ekibi de deprem bölgesinde incelemelerde bulunmuştu. Deprem sonrasında da hizmetlerini sürdüren Ege Üniversitesi, afetten etkilenen çocuk ve erişkinlere yönelik psikolojik destek üniteleri, ağız ve diş bakımı poliklinikleri ile hizmetlerine devam etti. 

Asrın felaketi olarak anılan Kahramanmaraş merkezli depremlerin birinci yılında depreme yönelik açıklamalarda bulunan Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Yapı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayhan Nuhoğlu, “Anadolu’nun her bir köşesinde taş üstünde taş bırakmayan birçok yıkıcı depremin izlerini görmek mümkün. Son yüzyılda meydana gelen 1939 Erzincan, 1999 Gölcük ve 11 kenttin barındığı geniş bir alanda ağır kayıplara neden olan 6 Şubat 2023 Pazarcık, Elbistan depremlerinde olduğu gibi.  Herhangi bir yayın ortamında ‘şu kentte deprem olabilir’ veya ‘şu fay kırılabilir’ konularında bir haberle karşılaşıyorsak hepsini doğru kabul edebiliriz. Çünkü Anadolu coğrafyasının çok büyük bir bölümü yüksek düzeyde riskli deprem kuşağında yer alıyor. Bunun anlamı nerede olursak olalım her an şiddetli bir depremle yüz yüze kalabiliriz demek. Yaşadığınız evin depreme dayanıklı olduğundan emin olsak bile, depreme nerede yakalanacağımızı bilememiz mümkün değil. Belki işyerinde, seyahatte, otelde, herhangi bir toplantıda, ziyarette veya belki de alışverişte. Bu durum ayrıcalığı olmadan her vatandaşın ortak sorunu. Bununla mücadele devletin en üst kademesinden en ücradaki insanımıza kadar uzanan akıllıca planlanmış kollektif bir iş birliğini ve taşın altına eline koymayı zaruri kılıyor” dedi.


“Depreme karşı dirençli yapılar geliştirmeliyiz”

Ferdi veya toplumca kullanılan tüm yapıların depreme karşı dirençli olması gerektiğini ifade eden Doç. Dr. Nuhoğlu, “Esasen bu koşulu yerine getirmek, hele ki günümüzde sahip olduğumuz bilimsel ve teknolojik imkanlar göz önünde bulundurulduğunda, kesinlikle mümkün ve yöntemleri biliniyor. Yapı mühendisliği açısından bakıldığında kolaylıkla üstesinden gelinebilecek bir konu. Bunun dünyadaki örnekleri herkes tarafından biliniyor. Türkiye’de ise Toplu Konut İdaresinde (TOKİ) birçok ilde yaptırılmış olan binaların şiddetli Pazarcık ve Elbistan depremlerini ayakta kalarak atlatmış oldukları görüldü. ‘Binalarımız depremlerde neden yıkılıyorlar?’ sorusunun cevabı net. Çünkü halen kullanmakta olduğumuz birçok mevcut yapının şiddetli depremlere karşı yeterince dayanıklı olmadığı aşikar. Mevcut bir yapının depreme karşı dayanıklı olup olmadığı hususu, o yapının üzerinde doğrudan uygulayabildiğimiz testler, ölçümler ve hesaplamalar ile anlaşılabilir. Bahsedilen uygulamalar bir insanın sağlıklı olup olmadığını belirlemek için yapılan muayenelere, tahlillere, filmlere ve efor testlerine benzetilebilir. Bu konularda son yıllarda gerek dünyada ve gerekse ülkemizde gerçekleştirilen birçok akademik ve mühendislik çalışmalarda elde edilen sonuçlar bilinmektedir. Esasen yakın geçmişte meydana gelmiş olan şiddetli depremlerde oluşan yıkımlar ile bahsedilen teknik araştırma çalışmalarında elde edilen sonuçlar birbirleri ile uyum içerisindedir” diye konuştu.    

Doç. Dr. Nuhoğlu, “Ülkemizde özellikle 1998 yılından önce inşa edilmiş olan ve halen kullanmakta olduğumuz yapıların büyük bir çoğunluğunun şiddetli depremlere karşı yeterli düzeyde dayanıma sahip olmadıkları kesinlikle biliniyor. Bu durum kırsalda yer alan yapılar için de geçerli. Son 50 yılda Anadolu’nun birçok noktasında Gediz, Erzincan, Gölcük, Düzce, Van, Bingöl, Elazığ, İzmir gibi yıkıcı depremler meydana gelmiş ve büyük kayıplar verildi. 6 Şubat 2023 depremlerinde bu gerçekle bir daha karşılaşılmış, geniş bir alanda çok ağır kayıplar ve acılar yaşandı. Buna karşılık 1998 yılından sonra değişen standartlara göre tekniğine uygun olarak inşa edilmiş olan binalardaki yıkımlar çok daha düşük düzeylerde kaldı. Böyle bir durumda devletimiz ve milletimiz bir taraftan yıkılan kentlerimizi yeniden inşa etmeye çalışırken, diğer taraftan depreme dayanıklı olmayan mevcut binaları dönüştürmekle uğraşmak zorundadır. Mühendislere ve yüklenicilere düşen görev, üslendikleri işleri fen kurallarına ve yasal mevzuata göre titizlikle yerine getirmeleridir. Bu husus mesleki, insani ve vicdani açılardan da üst düzeyde önem verilmesi gereken bir sorumluluktur. Esasen bunu gerçekleştirmek oldukça basit ancak dikkat, takip ve sabır gerektiren bir görev” şeklinde konuştu.


“Bir yapının taşıyıcı sistemi büyük önem taşıyor”

Bir yapıda taşıyıcı sistemin önemine değinen Doç. Dr. Nuhoğlu, “Bir yapıyı elverişsiz yüklere karşı güvenle ayakta tutan temel ve onun üzerine oturan karkas veya iskelet olarak adlandırdığımız taşıyıcı sistemidir. Bir taşıyıcı sistemi güçlü yapmak sanıldığının aksine aşırı maliyet gerektiren imalat değil. Örneğin betonarme bir konut binasında, temel ve taşıyıcı karkas sistemin maliyeti normal koşullarda bina maliyetinin yüzde 30-40‘ı mertebelerinde. Taşıyıcı sistemi daha güçlü projelendirmenin ve inşa etmenin ek maliyeti olağan koşullarda karkas sistemin maliyetinin yaklaşık yüzde 20’si mertebelerinde olması beklenir. Böyle bir artışın bina maliyetine yansıması ise yüzde 10 değerini geçmez. Bu hesaba arsa bedelleri ve altyapı/çevre düzenlemesi uygulamaları da ilave edildiğinde binanın taşıyıcı sistemini daha güçlü inşa etmenin toplam maliyete yansıması çok daha düşük değerlerde kalır. Dolayısıyla bir yapının taşıyıcı sistemini güçlü yapmanın maliyeti toplam maliyetin yanında ihmal edilebilir düzeylerdedir. Taşıyıcı sistemi sağlam imal etmenin esası ise hesabını, imalatını ve denetimini bu işleri bilen, eğitimini almış teknik elemanlar tarafından ciddiyetle ve sorumlulukla yapılmasıdır” sözlerine yer verdi.        


“Binalar dayanaklılık açısından uzmanlara inceletilmeli”  

Depremin yıkıcı etkilerine karşı önceden alınabilecek önlemler hakkında bilgi veren Doç. Dr. Nuhoğlu, “Anadolu coğrafyasında yaşayan insanların içinde yaşadıkları, kiralayacakları veya satın alacakları evlerin depreme dayanıklı olup olmadığını sorgulamak bunların başında gelir. Halen kullandıkları binaları bu konularda uzman ve yetkili inşaat mühendislerine inceletmeleri can güvenliği açısından zaruridir. Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi’ kanunu depreme dayanıklı olmayan yapıların pratik bir prosedürle yıkılıp yeniden inşa edilmesine imkan tanıyor. Ancak bu konuda bir an önce sonuca gidebilmek için bina maliklerinin yapıcı bir yaklaşım sergilemeleri oldukça önemli. Bunun yanında depreme dayanıksız mevcut bir yapının, yapılan incelemeler sonucunda efektif olduğu değerlendiriliyorsa, taşıyıcı sisteminin güçlendirilmesi de göz önünde bulundurulabilecek bir seçenektir. Yapay zekanın yaygın olarak kullanılmaya başlandığı bu dijital çağda, riskli deprem kuşağında yer alan ve yakın gelecekte sık sık şiddetli depremlerle karşılaşacağı bilimsel verilerle sabit olan bu güzel Anadolu coğrafyasında, can güvenliği endişesi duymadan ve dramatik yıkımlara uğramadan yaşayabilmek haktır ve mümkündür. Bunun gereği bir an önce zaman kaybetmeden genel, yerel idarecilerin ve tüm vatandaşların ilgisi ve katkısı ile yapılmalı” diye konuştu.

Doç. Dr. Nuhoğlu, “Anadolu’nun batısında yer alan Ege Bölgesi de tamamıyla riskli deprem kuşağında yer alıyor. Son olarak 30 Ekim 2020 tarihinde Kuşadası Körfezi Sisam Adası açıklarında meydana gelen şiddetli deprem kuş uçuşu yaklaşık 70 kilometre uzaklıkta bulunan Bayraklı, Bornova Ovasında ağır kayıplara sebebiyet verdi. Deprem anında 10’dan fazla bina çöktü ve birçok bina ağır hasar gördü. Hasarlı binaların yıkılıp yeniden inşa edilmesine dair çalışmalar devam ediyor. Gerek kullanım halindeki mevcut yapıların gerekse yeni inşa edilecek olan yapıların deprem davranışları ile ilgili teorik ve deneysel çalışmalar Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümümüzce Malzeme, Geoteknik ve Yapı Anabilim Dalları bünyesinde sürdürülüyor. Bunun yanında 2020 Sisam depreminden etkilenen Bornova basenindeki binaların olası şiddetli depremlerde sergileyebileceği yapısal davranışları ve hasar görebilirliklerini inceleyen TÜBİTAK merkezli proje kapsamındaki çok disiplinli çalışmalar devam ediyor” ifadelerini kullandı.

İLGİLİ HABERLER

GÜNDEM