Perşembe, Eylül 19, 2024

MİDHAT PAŞA VE ERGENEKON DAVALARI İLE SİVİL  VESAYET (II) 

Mütevazı konuşanlar, savaş hazırlıklarını artırırken kazançlı çıkarlar. Atıp  tutanlar ve saldırganca hareket edenler ise geri çekilir

Bir önceki yazımdan devam ediyorum… Sevgili okurlarım, 

Reformlar çerçevesinde, yapılacak yeniliklerin, bu yörede uygulanarak  başlanması ve başarılı olması halinde, diğer  vilayetlere de taşınabileceği esas alınmıştır.  Midhat Paşa ise, Osmanlı Devleti’ndeki bu yeni  zihniyeti temsil eden bir vali olarak bu görevi  üstlenmiştir. Bir diğer taraftan, Rusya’nın sis tematik olarak yürüttüğü panslavist politika lara karşı bir önlem olarak da düşünülen bu  reformlar, Tuna bölgesini, Midhat Paşa ile İs tanbul’da bulunan Rus Büyükelçisi “İgnatiev”  arasında adeta bir satranç tahtası haline getir miş olduğu görülmektedir. Midhat Paşa 1864  ile 1868 yıllarını kapsayan, üç buçuk yıl kaldığı,  Tuna Vilayeti, ki bir devlet büyüklüğündedir  çok önemli sosyal gelişmelere ve idari uygu lamalara imza atmıştır. Burada köylerde ihtiyar  meclisleri, kazalarda idare ve deavi meclisleri  ile vilayet umum meclislerini kurmuştur. Bir  diğer taraftan, vilayet içindeki imar çalışma ları çerçevesinde, 3.000 Km yol, 1.400 Köprü  yaptırıp “Menafi Sandıkları“ tesis ederek yöre deki çiftçilerin, çok küçük faizle para almalarını  sağlamıştır. 

Midhat Paşa, Tuna valiliğinden ayrıldıktan  sonra, Bulgar isyanı ülkenin gündemine gelmiş  ve Sultan Abdülaziz ayaklanmanın bastırılması  görevini Midhat Paşaya vermiş ve o da Bulgar  isyanını 20 gün gibi kısa sürede bastırarak İs tanbul’a dönmüştür. İstanbul’a dönen Midhat  Paşa, yeni kurulan şurayı devlet yani danıştay  başkanlığına 5 mart 1868 tarihinde atanmıştır.  Ancak Sadrazam Ali Paşa ile anlaşmazlığa düş mesi üzerine 1 yıl sonra bu görevden alınarak  Bağdat Valiliğine tayin edilmiştir. Buradan da  görülebileceği üzere, danıştay bir yüksek idare  mahkemesi konumundadır ve sadrazam ile pa dişahın, başka bir anlatımla iktidarın, tamamen  gölgesinde ve onların emirlerinde hareket ettiği  anlaşılmaktadır.  

Günümüzde de olay aynen tekrarlanmakta  ve Sayın Cumhurbaşkanın Erdoğan’ın, tek adam  yetkilerini kullanarak, yüksek mahkemelere etki  ettiği açık ve net olarak örnekler çerçevesinde  izlenmektedir. Başka bir ifadeyle, her iki uygu lamada da yüksek mahkemelerin tamamen sivil  vesayet altında olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bağdat Valiliğinin sınırlarına, Musul ve Basra  da girmektedir. Midhat Paşa Bağdat valisi olarak  aynı zamanda 6. Ordu komutanı ünvanını da  taşımaktadır. Buradaki valilik görevi süresinde  Dicle ve Fırat üzerinde, gemi işletmeleri kurmuş,  sulama tesislerinin yapılması yanı sıra ilk petro lün çıkarılması ve elde edilmesini sağlamıştır.  Tüm bunlara ilave olarak, sanat okulu ve em niyet sandığı tesis edilmesi de Midhat Paşanın  eseridir. Tüm bu başarılı uygulamalarının yanı  sıra, Kuveyt’in Osmanlı idaresine bağlanması ise  başlı başına çok önem arz etmektedir. Tanzimat  karşıtı Mahmut Nedim Paşanın sadrazam olma sı ve onunla anlaşamayınca 1872 yılında Midhat  Paşa görevinden istifa etmiştir. Kendisine bir yıl  hiçbir görev verilmemiş padişah onu yanına çağırarak 1872 yılında sadrazamlık görevine getir 

miştir. Sadrazam olarak, öncelikle maliye konu larına eğilen ve belli bir israfı önleme, itibardan  tasarruf etme, önerileri ile dış borçlanmalara  karşı çıkması gündeme gelince 80 gün içinde  hemen görevden alınmıştır.  

O dönemde padişah olan Abdülaziz’i taht tan indirmek üzere, reform yanlısı bir cunta,  Hüseyin Avni Paşa, Şirvanizade Rüştü Paşa ve  Mütercim Rüştü Paşa ile Midhat Paşanın katıl masıyla oluşmuştur. Bu askeri cunta, 30 mayıs  1876 tarihinde şeyhülislamdan da fetva alarak  yapmış oldukları darbeyle, Sultan Abdülaziz  tahttan indirilip yerine V. Murat padişah ola rak geçirilmiştir. Abdülaziz, bu olaydan 4 gün  sonra şüpheli bir şekilde ölmüş ve cunta lideri  olan, ordu komutanı, Serasker Hüseyin Avni  Paşa da subay Çerkez Hasan tarafından öldü rülünce akıl sağlığı yerinde olmayan V. Murat  ta aynı yıl içinde tahttan indirilerek yerine II.  Abdülhamit padişah olarak geçirilmiştir.

Midhat Paşa bu olaylarda çok önemli rol  oynamıştır. Böylece, gelişen olaylar netice sinde, Midhat Paşa sadrazamlığa padişah ta rafından tayin edilerek meşrutiyet idaresine  geçilmiştir. II. Abdülhamit, Midhat Paşadan ve  onun gücünden çekindiği için onu tasfiye et mek amacıyla, kendi etrafında ve meclislerde,  güçlü kadrolar kurarak harekete geçmektedir.  Çok kindar ve acımasız olan, II. Abdülhamit,  Padişah Abdülaziz’in öldürüldüğü iddialarını  incelemek üzere soruşturma açtırmıştır. 1881  Yılında, Midhat Paşa İzmir’de tutuklanır ve  gemi ile İstanbul’a getirilinceye kadar, yolda  11 saat süresince padişahın ajanları tarafından  sorgulanır. Seyahat sonunda İstanbul’a ge lince Yıldız Sarayındaki Çadır Köşk içinde ne zarete alınır. O dönemde de, padişahın yakın  ajanları, algı operasyonu ve psikolojik savaş  metotları uygulayıp kamuoyu yaratabilmek  amacıyla, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde seri  yayınlar yaptırırlar, aynı zamanda, yazar Ah met Mithat Efendiye, Midhat Paşa aleyhinde  makaleler yazdırmaları da dikkate alınmalıdır.  Tüm bu algı operasyonları çerçevesinde, iddianame hazırlanarak Abdülhamit’e sunulur ve  19. Haziran 1881 tarihinde de Midhat Paşaya  tebliğ edilir. Olay heyetler tarafından değer lendirilerek, Yıldız Sarayında Malta Karakol Ha nesi yakınında kurulacak özel bir mahkemede  yargılamanın yapılmasına karar verilerek, boş  bir alanda çadır kurulur.  

Yargılamayı yapacak mahkemenin adı  “İstinaf Cinayet Mahkemesi“ olarak tanım lanmıştır. Padişah bu mahkeme için atama lar yaparak, mahkeme başkanlığına Midhat  Paşa tarafından zamanında suiistimal ve  rüşvet nedeniyle görevlen azledilmiş olan  “Sururi Efendi “ ikinci başkanlığına ise babası  II. Mahmut tarafından Etniki Eterya isyanı ne deniyle idam edilmiş olan “Hristas Foridas“  efendi getirilmiştir. Savcılık makamında yer  alan “Latif Bey“ ise yine Midhat Paşaya sui istimaller nedeniyle düşman birisidir. Bu şa hısların seçilmesinin tamamen padişahın bir  planı olduğunu bilmek gereklidir.  

İlk celse 27 haziran 1881 tarihinde yapı lır. Duruşmada, “Hacı Mustafa“ ve “Pehlivan  Mustafa“ isimli sanıklar Padişah Abdülaziz’i  öldürdüklerini kabul ederler. İfadeleri aynen  hazırlanan iddianamedeki gibi olup sanki  ezberlenmiş bir metin görüntüsündedir.  Hemen bunun akabinde, duruşma devam  ederken enteresan bir şey olur. Sanıklardan  “Pehlivan Mustafa“ mahkemede bağırarak:  “asın, kesin, öldürün ama yalnız işkenceler  yeter. Bana ve iki arkadaşıma yapmadıklarını  bırakmadılar. Bize zorla bu işi yaptık dedirt tiler, yalandır, biz efendimize kıymadık“ demiştir.  

Bu haykırmadan sonra, yargılamaya he men ara verilir, oturum tekrar açıldığında ise  Pehlivan Mustafa sanıklar arasında yoktur.  Bu arada savcılık makamı, üç arap hadıma ğasını şahit olarak gösterir ve onlar da ez berlemiş gibi aynen iddianamede yazıldığı  şekliyle cinayeti anlatırlar. Midhat Paşa ken disini savunmak için sanıklara soru sormak  için mahkemeden izin ister, fakat mahkeme  başkanının bu izni vermemesi üzerine Mi dhat Paşa; “Efendi savunma hakkı ya vardır  ya yoktur. Ben seni eskiden beri tanırım. Bu  iddianamenin, sadece başındaki besmele  ile sonundaki tarih doğrudur. Neden Sultan  Abdülaziz’in vefatını, merhumun annesin den sormuyorsunuz? Çünkü ciğerparesi  olmasına rağmen vicdan ve Allah korkusu  olan herkesin, yalan söylemeyeceğini bili yorsunuz. Zihinler, istikametini kaybederek  iftira atılmasına karar verdikleri zaman, beni  insanlar içinde öyle çıkarır ki bizzat şeytanın  bile yüzü kızarır. Bu mahkemeye ne lüzum  vardır. Şahit dinlememek, delil ve belgeleri  incelememek, bilirkişilere itibar etmemek,  kanunları ayakaltına aldıktan sonra mah kemeye ne lüzum var. Tanzimat’tan önceki  duruma geri döndüğümüzü gördüğüm için  çok üzgünüm. Bu benim için sizin verece ğiniz bir ölüm kararından daha ağırdır. Bazı  mahkemeler vardır ki şeklen biter, aslında  devam eder. Sanıklarla mahkeme heyetinin  yer değiştirdiği vaki olan bir safhada, hâkim  tarihtir. Ben sizleri cümleten bu büyük hâki me tevdi ediyorum” diyerek tam 9 saatlik bir  savunma yapmıştır.  

Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, ülke mizde, tamamen 21 yıldır iktidarda bulunan  AKP tarafından, bir dönem için, 6526 sayılı  terörle mücadele kanunu 10. Maddesi esas  alınarak kurulmuştur. Söz konusu bu özel  yetkili ağır ceza mahkemelerinin sivil ve sayet altında olduğunu söylemek gerçeği  inkâr etmek anlamında olmayacaktır. Yıllarca  toplum önüne “askeri vesayeti“ kaldıracağı,  sivil anayasa yapacağız konuşmalarıyla çıkan  Sayın Erdoğan, döneminde dini kullanan  cemaatler ve tarikat ile “beraber yürüdük  biz bu yollarda“ şarkısını yüksek tonda ses lendirirken, kendisinin özel yetkili ağır ceza  mahkemeleri kurmasını ise nasıl açıklamak  gereklidir? Bunun yorumunu sizlere bırakı yorum.  

Sayın Erdoğan 2018 yılına gelindiğinde  tüm dünyada tek bir uygulaması bile olma yan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye  hayali bir idari sistemi gündeme getirmiştir.  Tek adam yetkisini ele geçirdikten sonra  tamamen fütursuzca, kimseye ve hiçbir  kuruma, hesap vermeden istediği her şeyi  yapmaya başlamıştır ki, bunlar içinde en  önemlisi ise yargıya tam müdahalesi toplum  tarafından kabul edilebilir değildir. Kurulmuş  olan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri hiç bir zaman görevlerini, bağımsız yargı ilke ve  kuralları çerçevesinde yaptığını iddia etmek  gerçekleri yansıtmayacaktır. Daha önce uy gulanmış olan devlet güvenlik mahkemelerinde, ki bunlar da özel yetkili mahkemeler dir, hâkim ve savcıların öz geçmişlerine ve  deneyimlerine bakıldığında, AKP iktidarının  kurduğu özel yetkili ağır ceza mahkemele rinin, hakim ve savcılarının öz geçmişleri ve  deneyimleri karşılaştırıldığında çok farklı olduğu verilerden anlaşılmaktadır.  

Devamı bir sonraki yazıda…

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar