Mütevazı konuşanlar, savaş hazırlıklarını artırırken kazançlı çıkarlar. Atıp tutanlar ve saldırganca hareket edenler ise geri çekilir
Bir önceki yazımdan devam ediyorum… Sevgili okurlarım,
Reformlar çerçevesinde, yapılacak yeniliklerin, bu yörede uygulanarak başlanması ve başarılı olması halinde, diğer vilayetlere de taşınabileceği esas alınmıştır. Midhat Paşa ise, Osmanlı Devleti’ndeki bu yeni zihniyeti temsil eden bir vali olarak bu görevi üstlenmiştir. Bir diğer taraftan, Rusya’nın sis tematik olarak yürüttüğü panslavist politika lara karşı bir önlem olarak da düşünülen bu reformlar, Tuna bölgesini, Midhat Paşa ile İs tanbul’da bulunan Rus Büyükelçisi “İgnatiev” arasında adeta bir satranç tahtası haline getir miş olduğu görülmektedir. Midhat Paşa 1864 ile 1868 yıllarını kapsayan, üç buçuk yıl kaldığı, Tuna Vilayeti, ki bir devlet büyüklüğündedir çok önemli sosyal gelişmelere ve idari uygu lamalara imza atmıştır. Burada köylerde ihtiyar meclisleri, kazalarda idare ve deavi meclisleri ile vilayet umum meclislerini kurmuştur. Bir diğer taraftan, vilayet içindeki imar çalışma ları çerçevesinde, 3.000 Km yol, 1.400 Köprü yaptırıp “Menafi Sandıkları“ tesis ederek yöre deki çiftçilerin, çok küçük faizle para almalarını sağlamıştır.
Midhat Paşa, Tuna valiliğinden ayrıldıktan sonra, Bulgar isyanı ülkenin gündemine gelmiş ve Sultan Abdülaziz ayaklanmanın bastırılması görevini Midhat Paşaya vermiş ve o da Bulgar isyanını 20 gün gibi kısa sürede bastırarak İs tanbul’a dönmüştür. İstanbul’a dönen Midhat Paşa, yeni kurulan şurayı devlet yani danıştay başkanlığına 5 mart 1868 tarihinde atanmıştır. Ancak Sadrazam Ali Paşa ile anlaşmazlığa düş mesi üzerine 1 yıl sonra bu görevden alınarak Bağdat Valiliğine tayin edilmiştir. Buradan da görülebileceği üzere, danıştay bir yüksek idare mahkemesi konumundadır ve sadrazam ile pa dişahın, başka bir anlatımla iktidarın, tamamen gölgesinde ve onların emirlerinde hareket ettiği anlaşılmaktadır.
Günümüzde de olay aynen tekrarlanmakta ve Sayın Cumhurbaşkanın Erdoğan’ın, tek adam yetkilerini kullanarak, yüksek mahkemelere etki ettiği açık ve net olarak örnekler çerçevesinde izlenmektedir. Başka bir ifadeyle, her iki uygu lamada da yüksek mahkemelerin tamamen sivil vesayet altında olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bağdat Valiliğinin sınırlarına, Musul ve Basra da girmektedir. Midhat Paşa Bağdat valisi olarak aynı zamanda 6. Ordu komutanı ünvanını da taşımaktadır. Buradaki valilik görevi süresinde Dicle ve Fırat üzerinde, gemi işletmeleri kurmuş, sulama tesislerinin yapılması yanı sıra ilk petro lün çıkarılması ve elde edilmesini sağlamıştır. Tüm bunlara ilave olarak, sanat okulu ve em niyet sandığı tesis edilmesi de Midhat Paşanın eseridir. Tüm bu başarılı uygulamalarının yanı sıra, Kuveyt’in Osmanlı idaresine bağlanması ise başlı başına çok önem arz etmektedir. Tanzimat karşıtı Mahmut Nedim Paşanın sadrazam olma sı ve onunla anlaşamayınca 1872 yılında Midhat Paşa görevinden istifa etmiştir. Kendisine bir yıl hiçbir görev verilmemiş padişah onu yanına çağırarak 1872 yılında sadrazamlık görevine getir
miştir. Sadrazam olarak, öncelikle maliye konu larına eğilen ve belli bir israfı önleme, itibardan tasarruf etme, önerileri ile dış borçlanmalara karşı çıkması gündeme gelince 80 gün içinde hemen görevden alınmıştır.
O dönemde padişah olan Abdülaziz’i taht tan indirmek üzere, reform yanlısı bir cunta, Hüseyin Avni Paşa, Şirvanizade Rüştü Paşa ve Mütercim Rüştü Paşa ile Midhat Paşanın katıl masıyla oluşmuştur. Bu askeri cunta, 30 mayıs 1876 tarihinde şeyhülislamdan da fetva alarak yapmış oldukları darbeyle, Sultan Abdülaziz tahttan indirilip yerine V. Murat padişah ola rak geçirilmiştir. Abdülaziz, bu olaydan 4 gün sonra şüpheli bir şekilde ölmüş ve cunta lideri olan, ordu komutanı, Serasker Hüseyin Avni Paşa da subay Çerkez Hasan tarafından öldü rülünce akıl sağlığı yerinde olmayan V. Murat ta aynı yıl içinde tahttan indirilerek yerine II. Abdülhamit padişah olarak geçirilmiştir.
Midhat Paşa bu olaylarda çok önemli rol oynamıştır. Böylece, gelişen olaylar netice sinde, Midhat Paşa sadrazamlığa padişah ta rafından tayin edilerek meşrutiyet idaresine geçilmiştir. II. Abdülhamit, Midhat Paşadan ve onun gücünden çekindiği için onu tasfiye et mek amacıyla, kendi etrafında ve meclislerde, güçlü kadrolar kurarak harekete geçmektedir. Çok kindar ve acımasız olan, II. Abdülhamit, Padişah Abdülaziz’in öldürüldüğü iddialarını incelemek üzere soruşturma açtırmıştır. 1881 Yılında, Midhat Paşa İzmir’de tutuklanır ve gemi ile İstanbul’a getirilinceye kadar, yolda 11 saat süresince padişahın ajanları tarafından sorgulanır. Seyahat sonunda İstanbul’a ge lince Yıldız Sarayındaki Çadır Köşk içinde ne zarete alınır. O dönemde de, padişahın yakın ajanları, algı operasyonu ve psikolojik savaş metotları uygulayıp kamuoyu yaratabilmek amacıyla, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde seri yayınlar yaptırırlar, aynı zamanda, yazar Ah met Mithat Efendiye, Midhat Paşa aleyhinde makaleler yazdırmaları da dikkate alınmalıdır. Tüm bu algı operasyonları çerçevesinde, iddianame hazırlanarak Abdülhamit’e sunulur ve 19. Haziran 1881 tarihinde de Midhat Paşaya tebliğ edilir. Olay heyetler tarafından değer lendirilerek, Yıldız Sarayında Malta Karakol Ha nesi yakınında kurulacak özel bir mahkemede yargılamanın yapılmasına karar verilerek, boş bir alanda çadır kurulur.
Yargılamayı yapacak mahkemenin adı “İstinaf Cinayet Mahkemesi“ olarak tanım lanmıştır. Padişah bu mahkeme için atama lar yaparak, mahkeme başkanlığına Midhat Paşa tarafından zamanında suiistimal ve rüşvet nedeniyle görevlen azledilmiş olan “Sururi Efendi “ ikinci başkanlığına ise babası II. Mahmut tarafından Etniki Eterya isyanı ne deniyle idam edilmiş olan “Hristas Foridas“ efendi getirilmiştir. Savcılık makamında yer alan “Latif Bey“ ise yine Midhat Paşaya sui istimaller nedeniyle düşman birisidir. Bu şa hısların seçilmesinin tamamen padişahın bir planı olduğunu bilmek gereklidir.
İlk celse 27 haziran 1881 tarihinde yapı lır. Duruşmada, “Hacı Mustafa“ ve “Pehlivan Mustafa“ isimli sanıklar Padişah Abdülaziz’i öldürdüklerini kabul ederler. İfadeleri aynen hazırlanan iddianamedeki gibi olup sanki ezberlenmiş bir metin görüntüsündedir. Hemen bunun akabinde, duruşma devam ederken enteresan bir şey olur. Sanıklardan “Pehlivan Mustafa“ mahkemede bağırarak: “asın, kesin, öldürün ama yalnız işkenceler yeter. Bana ve iki arkadaşıma yapmadıklarını bırakmadılar. Bize zorla bu işi yaptık dedirt tiler, yalandır, biz efendimize kıymadık“ demiştir.
Bu haykırmadan sonra, yargılamaya he men ara verilir, oturum tekrar açıldığında ise Pehlivan Mustafa sanıklar arasında yoktur. Bu arada savcılık makamı, üç arap hadıma ğasını şahit olarak gösterir ve onlar da ez berlemiş gibi aynen iddianamede yazıldığı şekliyle cinayeti anlatırlar. Midhat Paşa ken disini savunmak için sanıklara soru sormak için mahkemeden izin ister, fakat mahkeme başkanının bu izni vermemesi üzerine Mi dhat Paşa; “Efendi savunma hakkı ya vardır ya yoktur. Ben seni eskiden beri tanırım. Bu iddianamenin, sadece başındaki besmele ile sonundaki tarih doğrudur. Neden Sultan Abdülaziz’in vefatını, merhumun annesin den sormuyorsunuz? Çünkü ciğerparesi olmasına rağmen vicdan ve Allah korkusu olan herkesin, yalan söylemeyeceğini bili yorsunuz. Zihinler, istikametini kaybederek iftira atılmasına karar verdikleri zaman, beni insanlar içinde öyle çıkarır ki bizzat şeytanın bile yüzü kızarır. Bu mahkemeye ne lüzum vardır. Şahit dinlememek, delil ve belgeleri incelememek, bilirkişilere itibar etmemek, kanunları ayakaltına aldıktan sonra mah kemeye ne lüzum var. Tanzimat’tan önceki duruma geri döndüğümüzü gördüğüm için çok üzgünüm. Bu benim için sizin verece ğiniz bir ölüm kararından daha ağırdır. Bazı mahkemeler vardır ki şeklen biter, aslında devam eder. Sanıklarla mahkeme heyetinin yer değiştirdiği vaki olan bir safhada, hâkim tarihtir. Ben sizleri cümleten bu büyük hâki me tevdi ediyorum” diyerek tam 9 saatlik bir savunma yapmıştır.
Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, ülke mizde, tamamen 21 yıldır iktidarda bulunan AKP tarafından, bir dönem için, 6526 sayılı terörle mücadele kanunu 10. Maddesi esas alınarak kurulmuştur. Söz konusu bu özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin sivil ve sayet altında olduğunu söylemek gerçeği inkâr etmek anlamında olmayacaktır. Yıllarca toplum önüne “askeri vesayeti“ kaldıracağı, sivil anayasa yapacağız konuşmalarıyla çıkan Sayın Erdoğan, döneminde dini kullanan cemaatler ve tarikat ile “beraber yürüdük biz bu yollarda“ şarkısını yüksek tonda ses lendirirken, kendisinin özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kurmasını ise nasıl açıklamak gereklidir? Bunun yorumunu sizlere bırakı yorum.
Sayın Erdoğan 2018 yılına gelindiğinde tüm dünyada tek bir uygulaması bile olma yan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye hayali bir idari sistemi gündeme getirmiştir. Tek adam yetkisini ele geçirdikten sonra tamamen fütursuzca, kimseye ve hiçbir kuruma, hesap vermeden istediği her şeyi yapmaya başlamıştır ki, bunlar içinde en önemlisi ise yargıya tam müdahalesi toplum tarafından kabul edilebilir değildir. Kurulmuş olan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri hiç bir zaman görevlerini, bağımsız yargı ilke ve kuralları çerçevesinde yaptığını iddia etmek gerçekleri yansıtmayacaktır. Daha önce uy gulanmış olan devlet güvenlik mahkemelerinde, ki bunlar da özel yetkili mahkemeler dir, hâkim ve savcıların öz geçmişlerine ve deneyimlerine bakıldığında, AKP iktidarının kurduğu özel yetkili ağır ceza mahkemele rinin, hakim ve savcılarının öz geçmişleri ve deneyimleri karşılaştırıldığında çok farklı olduğu verilerden anlaşılmaktadır.
Devamı bir sonraki yazıda…