Tam bir zafer için tüm zorluklara karşı koymak gerek, tüm gücünü bir yerde tutma ki kazancın tam olsun. Stratejik kuşatmanın yasası budur.
Sevgili okurlarım,
Ülkemizin moral ve maddi varlıkları ile tüm halkımızı kanser gibi kemiren tarikat ve cemaat hastalığı çerçevesinde, AKP iktidarı bağlamında yaratılan korku imparatorluğuna dikkat çekmek istiyorum. Tarikat, cemaat, siyaset, triosunun ülkemizi kuşattığı ve bütün milli moral ve maddi varlıklarımızı talan ettikleri artık önemli bir gençlik kesimi tarafından anlaşılmıştır. FETÖ silahlı terör örgütü 15 temmuz 2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri içine, AKP iktidarı ve onun baston partisi Milliyetçi Hareket Partisi desteğini de alıp sızarak bünyede kurmuş olduğu “cunta“ ile silahlı kalkışma denemesi yapmıştır. Bu kalkışmada halktan kişiler öldürülmüş ve sayısı oldukça fazla oranda da yaralılar, gündeme gelmiştir. Kalkışma sürecinde öldürülen halktan kişilerin tamamen FETÖ terör örgütü üyeleri tarafından, cuntanın emri ile yapıldığı dikkat çekilmesi gerekli bir husustur.
Bu kalkışmanın önlenmesi de yine ordu içindeki Mustafa Kemal Atatürk ve onun ilkelerine sadık kalan komutanların direnişi tarafından gerçekleştirilmiştir. AKP iktidarı ne derse desin nasıl bir algı yaratmak isterse istesin, silahsız ve eğitimsiz halk kitlelerinin bu kalkışmayı yalnız başına önlemesi söz konusu olmayıp, eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü bu kalkışma, eğer aptalca bir yaklaşımla, sivil imamlar ile generallerin kontrol edilmesi üzerine kurulmamış olsaydı, daha ciddi bir planlama ve hazırlık safhası sonrası generaller tarafından yönetilseydi başarıya ulaşma şansı daha da artardı. Unutulmamalıdır ki, FETÖ silahlı terör örgütünün, önceki adı Fethullah Gülen cemaati idi. Bu terör örgütü, 22 yıldır bu ülkenin kanını emen, AKP iktidarı tarafından, gözetilip kollanmasa, onu önleyecek kurumlar etkisiz bırakılmasa, TBMM oturumunda, Bekir Bozdağ gibi biat etmiş, Fethullah Gülen’i öven, methiyeler düzen milletvekilleri olmasaydı 1970 yılından itibaren elde ettikleri kazanımları, hiçbir zaman sağlayamazlardı.
O dönemlerde, AKP iktidarı ile Fethullah Gülen cemaati arasındaki işbirliği tamamen karşılıklı menfaat, çıkar ve rant paylaşımı üzerine kurulmuştu. Menfaat ve dolayısıyla rant dağılımı aynı zamanda devlet kadrolarının paylaşılması ile dengelenmekteydi. Bu hususta iktidarın başında olan Sayın Erdoğan “ne istediler de vermedik“ ifadesi ile bu birlikteliği teyit etmiş durumdadır. Ayrıca olayın terör örgütü boyutu ortaya çıktıktan sonra da yine aynı Sayın Erdoğan “kandırıldık bizi allah affetsin“ diyerek bu beraberliğin ne kadar derin olduğunu da gündeme getirmiş olmaktadır. Fakat hiçbir zaman halka hesap verme gibi bir etik ve ahlaki davranışı göstermemiş bir kişidir. Çarpıcı bir örnek olması açısından, devlet kadrolarında, bir daire başkanlığına örgütün istediği ismin atanmasının yapılması için örgüt tarafından, ciddi miktarda nakit ödendiğini, ben Almanya’daki önemli bir kaynaktan duymuştum ki bu kaynağın da Alman İstihbaratı (BND) bünyesinden emekli olduğunu biliyorum.
Günümüzde, hemen herkes FETÖ olayının sonuçlandığını ve tamamen bittiğini zannetmektedir. Oysa fiili durum hiç te iktidar partisi AKP tarafından kamuoyuna algılatıldığı gibi değildir. Unutmamak gerekir ki, AKP yönetimi, tarikat denen hastalıklı yapılardan beslenmektedir. Şimdi günümüzde aktüel olan “Menzil Tarikatı“ bağlantılı olan kişilerin devlet kadrolarına yerleştirildiği, bunun yanı sıra, “V“ harfi ile başlayan, iki tane il emniyet müdürlüğüne menzil tarafından referans verilen kişilerin, getirildiği iddiası medyanın birçok kesiminde yer almaktadır. Ülkede kendisini, cemaat ve tarikat olarak tanımlayan hiçbir yapı islami tanımlamalar ve gelenekler kapsamında “sofi“ değildir. Onların tek amaçları, cahil halk kitlelerine, hurafelere din cüppesi giydirilerek, kendi ikballerini sağlamaktır. Eğer ülkede bu cemaat, tarikat denilen hastalıklı yapıların mali durumları incelenirse, birbiriyle din kuşağı ile bağlanmış holdingler ve büyük şirketler olduğu, ortaya çıkacaktır.
Ancak bırakın incelemeyi, AKP iktidarı tarafından, üzerlerinden vergi yükünün kaldırılması yoluna gidilerek, vakıflar kurdurulup, kamuya ait paralar bu vasıfsız, beceriksiz ortaçağ düşüncesindeki örgütlere peşkeş çekilmekte, bu çerçevede komisyonların alınmasına da boyut kazandırılarak, siyaset finanse edilmektedir. AKP iktidarının arka bahçesinde top oynayan tarikatlar, ondan arta kalan kamu hazinesinden de vakıflar kurarak yararlanmaktadırlar. Bu durum çok açıktır. Ülkede öyle bir noktaya gelindi ki, cemaat ve tarikat birbirini, rant paylaşımı nedeniyle öldürecek durumdadır. Hepsinin tek amacı devletten kadrolar ele geçirmek gücü arttırmak olarak görünmektedir. AKP iktidarı, bilerek FETÖ silahlı terör örgütünü palazlandırmış ve devlet kadrolarına sokmuştur. Peki ya şimdi?
Hâla bazı örgüt mensupları yakalanmaktadır. Aklıselimle davrandığını düşünmek istediğim, içişleri bakanı ali yerlikaya bu örgütün üzerine gitmektedir. Ancak siyasi bağlantılar maalesef ihmal edilmektedir. Çünkü AKP kaynaklı bir bağ olduğu gerek mahkemeler gerekse TBMM araştırma komisyonu tarafından da tespit edilmiş, ancak bununla ilgili gerekli yasal işlemler bilhassa yapılmamıştır. Hatta üstüne üstlük TBMM araştırma komisyonu raporu bile işlemez hale getirilerek ortadan kaldırılmıştır.
Bu raporla ilgili gelişen olayları daha sonra detaylarıyla sizlerin önüne getireceğim. Şimdiye kadar Nur cemaati ve onun devlete sızma girişimleri için birçok makale kaleme almıştım. Ancak şimdi geçmişten bir örnek vererek, tarikat yapılanmasının ne kadar tehlikeli olup neler yapabileceğine örnek teşkil etmesini istiyorum. Nur cemaatinin önde gelen ruhani liderlerinden “Mehmet Kutlular“, aynı zamanda “Yeni Asya“ gazetesinin imtiyaz sahibi ve aynı grubun da lideriydi. Mehmet Kutlular çok baskıcı ve totaliter yapıda birisiydi. Bütün ailesi tesettürlü ve kapalıydı. Birçok önemli Nur Cemaati ile ilgili konular 5 veya 6 kişiyi geçmemek şartıyla gazete binasında toplantılarda gündeme getirilirdi.
Ancak meşveret denilen, geniş katılımlı toplantılar ise haftada iki gün olmak kaydıyla, cemaate ait evlerde icra edilirdi. Bu toplantılarda öncelikle namaz kılınır, daha sonra ise bazen bir bazen de iki, üç kişi “risale-i nur“ okurlar ve açıklamalar ile yorumlar da Mehmet Kutlular tarafından yapılırdı. Herkes ona saygı gösterip önünde eğilerek elini öperdi. Toplantılarda, birçok kararlar alınır, ancak her zaman değişmeyen bir madde ise cemaate yeni üyeler getirilmesiydi. Mehmet Kutlular’ın Eyüp İmam Hatip Lisesinde okuyan Vildan isimli bir kızı vardı. Bu kız üzerinde hem babasının hem de cemaatin çok ciddi manevi baskısı bulunmaktaydı. Bütün bu basklılara rağmen Vildan isimli imam hatip lisesi öğrencisi kız “Pelin“ kod adını kullanarak tesettürsüz halde Nişantaşı, Cihangir ve Sıra Selvilerdeki özel partilere gidip erkeklerle beraber olmaktan da geri kalmazdı. Bu özel partilerin birisinde ise bazı bayan arkadaşlar edinir, bu bayanlar, manolya kod ismini kullanan Yıldız Sanpiyer, Ayla Candan ve Burcu Gelegel idi. Bu kız arkadaşlar, zaman süresinde Vildan Kutlular’ı “Ozan“ kod adlı bir gençle tanıştırırlar.
İşte Vildan’ın uyuşturucu ile tanışması bu beraberlikle başlamıştır. Uyuşturucuyu Ozan isimli genç, kıza enjekte ederek uygulamaktadır. Çok kısa zamanda, uyuşturucuya alışıp bağımlı hale gelen Vildan zaman içinde uyuşturucuyu kendi kendine enjekte eder hale gelmiştir. Vildan’ın durumu babasına da iletilmiş ancak hep farklı konuşulmuştur. Nihayet Vildan hem okuldan ayrılmış hem de “Pelin“ adını kullanarak tamamen yalnız yaşamaya başlamıştır. Babası Mehmet Kutlular, Fethullah Gülen cemaati tarafından önemli bir engel olarak görülmektedir. Vildan ailesinden ayrı oturmaya başladıktan sonra, Ozan takma adını kullanan ancak gerçek adı Hayri Adıgüzel ile de beraber olmaya başlamıştır. Hayri Adıgüzel’in kardeşi Adnan Adıgüzel’in uyuşturucu kullanmaması için Hayri’yi defalarca uyardığı da bilinmektedir. Gelişen süreçlerde Hayri Adıgüzel’in bütün denemelerine rağmen uyuşturucuyu bırakamadığı da görülmektedir. Vildan Kutlular’a uyuşturucu temin edenlerin Nazmiye Seven, Ayla Candan ve torbacı Tuncay olduğu birçok polis raporunda yer almaktadır.
Vildan Kutlular’ın uyuşturucu aldığı kişilerden birisi olan, torbacı Tuncay’ın Sıra Selvilerdeki evinin 3. ve 4. katı sadece uyuşturucu içmek için kullanılmaktaydı. Bu evin 3. katında çoğu zaman Hayri Adıgüzel’in Vildan’a uyuşturucu enjekte ettiği, aynı zamanda, devamlı cep telefonunu da değiştirdiği birçok ifade kapsamında açıklanmıştır. Vildan ile beraberce uyuşturucu kullanan kişilerden birisi olan Burcu Gelegel isimli kız da onun en yakın sırdaşı durumundadır. Bu uyuşturucu partilerinin, genç kızın hayatını yıprattığı anlaşılmaktadır. Nihayet 11 eylül 1995 tarihinde Vildan’ın Sıra Selviler caddesi Hocazade sokakta baygın ve bilinci kapalı bir şekilde saat 02.00 sularında bulunarak Taksim ilk yardım hastanesine kaldırıldığı haberi Mehmet Kutlular’a polis tarafından verilmiştir. Vildan Kutlular’ın Beyoğlu’nun arka sokaklarında eroinden kendinden geçmiş bulunana kadar, ne kolunda ne de vücudunun herhangi bir yerinde uyuşturucu izi olmaması dikkat çekicidir. Eroin kullananlar bu uyuşturucuyu enjektör ile kollarından damarlarına zerk ettikleri için, kollarının bazı kısımları delik deşik olur. Vildan da bırakın delik deşik olması, tek bir iz bile yoktu. İlk şoku atlattıktan sonra Mehmet Kutlular kızının devlet komplosu tarafından öldürüldüğünü iddia ederek bu yönde beyanat vermiştir. Ancak kendisine en büyük düşmanın da Fethullah Gülen tarafından kurulan silahlı terör örgütü olduğunu açıklamaktan sonuçlarını düşünerek çekinmiştir. Çünkü o da yakından bilmekteydi ki tarikat denen yapıların aynı zamanda illegal çalışmaları olduğu ve birçok cinayetlere neden gösterildiği gerçeği de vardır. Mehmet Kutlular ile Fethullah Gülen arasındaki kavganın nasıl başladığını, bu vesile ile not düşmekte yarar vardır.
Devamı bir sonraki yazıda…