Perşembe, Kasım 28, 2024

Osmanlı İmparatorluğunda Adalet ve Yargılama -II

Devlet, insan unsuruna hizmet etmeyi amaç edinerek hukuk ortamında doğmuştur. Anayasa, devlete yasama, yürütme, yargı organlarını tanıyarak üç fonksiyon yüklemiştir.

Sevgili okurlarım,
Bir önceki yazımden devam ediyorum…


Osmanlı imparatorluğunun kuruluşundan Tanzimat dönemine kadar adli sistemde İslam hukuku tek hukuk olarak kabul edilerek uygulamaya konduğu eldeki verilerden izlenmektedir. Ancak Tanzimat ile birlikte gelinen noktada ise yeni bir düşünce ile yeni kanunların uygulamaya konulması söz konusudur.

Yabancı devletlerden alınan bir takım kanunların da bu aşamada yer aldığı unutulmamalıdır. Bu kanunların yanı sıra tamamen Osmanlıya ait olan yasaların da bulunduğu unutulmamalıdır ki, bir örnek verilmesi düşünülürse, 1285 tarihli 1851 maddeden meydana gelen “MECELLE-İ AHKAM-I ADLİYE“ aklımıza gelmektedir. Ancak, 1850 yılında özellikle ihtiyaç nedeniyle çıkarılan “KANUNNAME-İ TİCARETİ“ yasasının ise, yabancılardan alınmış kanunlar içinde sayılabileceği değerlendirilmektedir. Nihayet 1876 yılında, Osmanlı imparatorluğunun ilk anayasasının yapıldığı kabul edilmektedir.

Bu anayasaya göre, şer’i davalar “ŞER’İYE MAHKEMELERİNDE“, nizami davalar, “NİZAMİYE MAHKEMELERİNDE“ görülmesi esas alınmıştır. Mahkemelerde her çeşit yargılamanın halka ve dinleyicilere, açık olarak yapılması söz konusudur. Ancak kanunda net olarak belirtilen bazı durumlarda yargılamanın gizli yapılması gerekiyorsa, yargılama gizli olarak ta yapılabilmektedir.

Yapılan değişikliklerin en önemlisinin ise, 1879 yılında “TEŞKİLAT-I MEHAKİM“ Kanunu ile savcılık kurumunun Osmanlı hukukuna girdiği görülmektedir. Bir diğer taraftan en önemli gelişmenin de özel mahkemeler kurulamayacağı yönünde olduğudur.

1876 Anayasasında yargı kuvveti ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, Şer’iye mahkemelerinde tamamen şeriata göre hüküm verilir ve miras hukuku, aile hukuku, velayet ve vesayet gibi davalara bakılırdı. 1840 ve 1847 yıllarında İstanbul’da ve diğer vilayetlerde Fransız hukukuna göre kurulan Nizamiye mahkemelerinde ise yeni yapılan kanunlar uygulanır ve ceza davalarının görülmesi esas alınmıştır.

Bu mahkemeler “MEHAKİM-İ NİZAMİYE HAKKINDA NİZAMNAME” ile ilçelerde “DAAVÎ MECLİSLERİ”, livalarda “MECLİSİ CİNAYETLER”, vilayet merkezlerinde “MECLİSİ KEBİRİ CİNAYETLER” ismiyle kurulmuşlardı. Bunlara Müslüman olan ve olmayan vatandaşlar eşit olarak katılmış ve bu mahkemeler toplu hâkim esasına göre çalışmışlardır. Başkan, şer’i mahkemenin kadısı olmaktadır. Üye olarak halk tarafından seçilenler ve devlet tarafından da tayin edilenler yer almaktadır.

Temyiz mahkemesi görevini yapmak üzere yani bugünkü yargıtayın ilk hali olan, “DİVAN-I AHKAM-I ADLİYE” 1868 yılında kurulmuştur. Adalet sisteminin geliştirilmesi ile 1879 yılında çıkartılan “TEŞKİLAT-I MEHAKİM“ Kanunu ile yargı örgütünün eksiklikleri tamamlanarak, savcılık kurumu, icra memurlukları, adliye müfettişlikleri tesis edilmiştir. Adalet sisteminin savunma alanındaki en önemli unsuru olan “AVUKATLIK KURUMU“ ise 1875 yılında kabul edilerek, ülke genelinde uygulamaya konmuştur.

Tüm bu gelişmeler ışığında Osmanlı yöneticileri eğitim ve öğretimin bu alanda da çok eksik olduğunu görerek, 1878 yılında hukuk okulu programlı olarak düzenlenerek bu okul mezunları zaman içinde nizamiye mahkemelerinin başkanlıklarına getirilmişlerdir. Nihayet değişimler çerçevesinde, Şeyhülislamlık makamına bağlı olan şer’iye mahkemeleri ile adliye nezaretinin idaresine bırakılmış olan nizami mahkemeler 1917 yılında Adliye Nezaretine bağlanmışlardır.

Hukuk alanındaki bu garabetin kaldırılması ise Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1926 yılında gündeme gelmiş ve 469 sayılı yasa kapsamında şer’iye mahkemeleri kaldırılarak Cumhuriyetin topal ayağı sağlamlaştırılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğunda, eğitim oldukça ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Saray ve çevresinin iyi bir eğitimi Enderun’dan almasına karşın, halk içinde eğitim maalesef gereği gibi yaygınlaştırılamamıştır. Osmanlı padişah ve diğer üst düzey yöneticilerinin, devletin temeli olan adalet sistemini tam kurabilmek amacıyla, kadılarını yetiştirmek için, ciddi çabalar harcadığını dokümanlardan izlemekteyiz.

İlk defa 1853 yılında kadılık eğitimi, medreselerde okutulan bilimlerin içinden çıkartılıp ayrılarak sadece kadı yetiştirmek üzerine tesis edilmiştir. İlk olarak, naibler için “MUALLİMHANE-İ NÜVVAP“ açılmış daha sonra “MEDRESETÜL KUZAT“ yani yüksek kadılık okulu kurulması gündeme gelmiş bulunmaktadır.

Bu gelişmeden sonra, kadı olabilmek için ayrı bir hukuk medresesinde eğitim ve öğretim görme zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Bu medreseden mezun olan kadıların 1878 yılında hukuk okulu mezun verinceye karar nizamiye mahkemelerinde başkanlık yaptıkları görülmektedir.

Adalet sistemi içinde idari yargının da önemli bir yere sahip olduğu genel kabul gören bir uygulamadır. İdari yargı mensuplarına gelince, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki ilk kuruluşunda, “DEVLET ŞURASINDA“ meslek mensuplarının hiçbir teminatları ve sistemsiz aylıkları dışında hiçbir hakları bulunmamaktadır. Tüm meslek mensupları Osmanlı imparatorluğunda tek yetkili merci olan padişah fermanı ile atanmakta olup, “ŞURA-I DEVLET“ içinde yer alacak kişilerde herhangi bir özellik, nitelik aranmamaktaydı.

Devlet şurası başkanlığı cumhuriyet dönemi öncesinde, kabine içinde olan, ancak başlı başına bir makam olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise, Danıştay başkan ve üyelerinin meclis tarafından seçilmesi uygulaması gündeme gelmiş bulunmaktadır. Böylece 521 sayılı Danıştay yasası ile meslek mensuplarına teminat ve bağımsızlık getirilmiştir.

Günümüzde 2575 sayılı “DANIŞTAY KANUNU” ve 2576 sayılı “BÖLGE İDARE MAHKEMELERİ İDARE MAHKEMELERİ VE VERGİ MAHKEMELERİNİN KURULUŞU VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN”, idari yargıyı düzenlemiş bulunmakta ve idari yargı hâkimleri de adli yargı hakim ve savcıları gibi 2802 sayılı “HAKİMLER VE SAVCILAR KANUNU“ ve 2461 sayılı “HAKİMLER VE SAVCILAR KURULU KANUNU“ kapsamına alınmışlardır.

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar