Cuma, Eylül 20, 2024

Mülteci mi, Sığınmacı mı Yoksa Ülkeyi İşgalci mi -I

Savaş gerçeği insanlığın en büyük utancı olmasına rağmen ülkesi için savaşmayanlar ise sadece vatan hainidir

Sevgili okurlarım,


Dünya geneline bakıldığında, birçok farklı nedenler ileri sürülerek, ülkelerin birbirleriyle savaşmaları veya büyük ülkelerin, daha küçük olanlarını işgal edip kendi topraklarına katmaları maalesef gündeme gelmektedir. Unutmamak gerekir ki, bu istila veya ülkelerinin topraklarına katma arzusu gibi hususların temelinde, günümüzde insan hayatı için çok önemli olan, ENERJİ ALANLARININ KONTROL EDİLMESİNİN yatması ise olayın en korkunç boyutunu ve bu uygulamaları yönlendiren devlet yetkililerinin hırsını işaret etmektedir. Tüm bu karışıklık ve kargaşanın içinde bile, savaşlara hayır diyen TOPLUM MUHALEFETİ mevcut olmasına rağmen, ne yakız ki onların sesleri hiç çıkmamaktadır. Son yıllarda gerek komşularımızda ortaya çıkan iç savaş konumlarına büyük emperyalist güçlerin müdahale etmesi, gerekse doğrudan vekâlet savaşlarına girilmesi ise kabul edilemez gerçekler arasında yer almaktadır. Tarihsel bir gelişime göz atılacak olursa, komşumuz Suriye devleti ile münasebetler daha iyi anlaşılabilecektir diye düşünüyorum.

Bilinen güncel sınırları ile Suriye devletinin bulunduğu bölge Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolüne 16. yüzyılda geçmiş olup, farklı idari yapılar altında uzun yıllar yönetilmiştir. 1916 yılında, İngiliz gizli servisinin (MI6) bünyesinde bulunan, Albay Lawrence’ın, telkin ve kışkırtmaları ile ŞERİF HÜSEYİN önderliğindeki arap ayaklanmasının sonucunda, Suriye, Hicaz ve Mezopotamya bölgelerindeki 5.000 Arap aile, İç ve Batı Anadolu bölgelerine TEHCİR edilmiştir. 1920 yılında Fransa’nın bölgeyi kontrolü altına almasından sonra oluşturulan Fransız Suriye ve Lübnan Mandası kapsamında karşılıklı olarak birçok göçlerin olduğu kayıtlarda yer almaktadır.

HAFIZ ESAD tarafından kurulmuş Esad rejiminin, Suriye’de kontrolü ele geçirdiği 1970 yılından sonra, burada devamlı surette ayrımcı ve totaliter politikaların uygulandığı görülmektedir. Bu baskıların, daha ziyade EL MUHABERAT olarak tanımlanan, gizli servisin başında olan RIFAT ESAT tarafından yapıldığı bir sır değildir. Bu dönemde, RIFAT ESAT’IN bekaa vadisindeki, Filistin kurtuluş örgütüne (FKÖ) bağlı militanları, uluslararası teröristleri, PKK lider ve gerilla kadrolarını ve aynı zamanda, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan grupları ile farklı fraksiyonlara bağlı olan, solcu gençlerimizi de kapsar şekilde maddi ve askeri eğitim gibi yardımlar ile kontrol altına almış olduğu da tüm istihbarat birimleri tarafından bilinerek izlenen durumda olduğu, gözden uzak tutulmamalıdır. Bu dönemde Türk ve NATO istihbarat birimleri BEKAA vadisinde, çok özel projeli çalışmalar da yapmışlardır. Tamamen halkı baskı altına alan bu totaliter rejime dayanamayan, ARAP ve NUSAYRİ olmayan grupların ise Türkiye başta olmak üzere çevre ülkelere göç etmesi gündeme gelmiştir. Başlangıçta yapılan bu küçük göçlere katlanılmış olup, herhangi bir toplum reaksiyonu gündeme gelmemiştir.

2011 yılında meydana gelen iç savaş sonucunda Türkiye’ye yapılan göçler, Suriyelilerin Türkiye’ye yaptığı ilk toplu göç olarak tarihteki yerini almış bulunmaktadır. 2011 yılının Mart ayında, giderek şiddetini arttıran, iç karışıklıkların başlayıp devam etmesinden sonra her gün artan sayıda, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı Türkiye’ye ULUSLARARASI KORUMA bulmak amacıyla gelmiştir ve günümüzde yine yabancıların toplu girişlerine şahit olmak mümkündür. Ülkemiz bu kişilere ’’ GEÇİCİ KORUMA ’’ sağlamaktadır.

Suriye’deki insan hakları ihlallerinde 2012 ve sonrasında ortaya çıkan hızlı artış, insani yardım ihtiyaçlarında dramatik artışları da beraberinde getirmiştir. İç karışıklıkların başlamasından itibaren, Suriye ile güçlü tarihi, kültürel ve komşuluk bağları olan Türkiye Cumhuriyeti bu durumdan etkilenen Suriye vatandaşları için AKP iktidarı tamamen “ AÇIK KAPI ” politikası izlemiştir. Bu açık kapı politikasının mucidinin de yine tek adam rejiminin, isim babası ve yapıcı ustası olan RECEP TAYYİP ERDOĞAN olduğu, halk tarafından bilinmekte ancak onun fikirlerine iştirak edilmediği her toplu reaksiyonda anlaşılmaktadır.

2011 yılında Suriye İç Savaşı’nın başlaması sonucunda, Türkiye’ye savaştan kaçan ilk iltica etmek isteyenlerin, gruplar halinde sınırlardan giriş yapmaya başladığı izlenmektedir. 252 kişilik ilk insan kafilesi, ülkeye 29 Nisan 2011 tarihinde, Hatay, Reyhanlı’da yer alan CİLVE GÖZÜ sınır kapısından giriş yapmıştır. Aynı yıl Türkiye’de toplam uluslararası koruma altına alınmış olanların sayısı 58.018 olarak resmi rakamlar nezdinde açıklanmıştır. İşte bu dönem içerisinde toplamda Türkiye’ye gelen Suriyeli 14.000 kişi olarak kayıtlara işlenmiştir. Ancak 2012 yılının Ağustos ayına gelindiğinde ise, Türkiye’deki Suriyeli nüfusunun 60.000 düzeyine ulaştığı not edilmekledir.

Bu artışlar gündeme geldiğinde, o dönemde dışişleri bakanı olarak görev yapan Sayın AHMET DAVUTOĞLU “Bu göçlerde psikolojik sınır 100.000 kişidir“ diye demeç verdiği de dikkatlerden kaçmamıştır. Gelişen durum, sayın bakanın öngördüğü gibi olmamıştır ve 2012 yılının Ekim ayına gelindiğinde Suriyelilerin nüfusunun 100.000 seviyesine çıktığı rakamlar içeriğinde tespit edilmiştir. Bu bahsi geçen, psikolojik sınırın, hemen aynı yıl aşılmasından bir yıl sonra Suriyelilerin 225.000 kişi olarak Türkiye içinde bulundukları ve bunun yanı sıra hiçbir kaydı bulunmayanların da bu rakamlara yakın düzeyde ülke geneline yayılmış oldukları halkımızın bölgesel düzeyde göstermiş olduğu, tepkileriyle anlaşılmaktadır.

Gelişen süreçlerde, IŞID veya DEAŞ olarak tanımlanan radikal cihatçı İslam gruplarının dünya genelinde, silahlı paralı askerler toplayarak kurmuş oldukları, Irak, Şam İslam Devleti’nin 2014 ve 2015 yıllarında Suriye ve Irak’ın önemli bir bölümünü kontrolü altına almasının ardından, Türkiye’deki sığınmacı insan akını dalgası görülmemiş bir şekilde, devamlı artarak hız kazanmıştır.

2014 yılına girildiğinde ise artık Türkiye dünyada en fazla mülteci barındıran ülke hâline gelmiştir. Aynı yılın sonuna gelindiğinde ise ülkedeki sadece Suriyelilerin sayısı 1.500.000 kişiden bile fazlaydı. Bu sayının bir yıl sonrasını işaret eden 2015 yılında da 2.500.000 seviyesinde olduğu yetkililer tarafından açıklanmıştır. Bu sığınmacı insan akınından, Türk halkının çok sıkıntılı ve rahatsız olduğu bilinmesine rağmen AKP İktidarının lideri Sayın Erdoğan’ın hiçbir tepki vermemesi ise halkı çok daha fazla tedirgin etmiştir. 2016 yılının da sığınmacı insan akınının arttığı bir yıl olması, ülke içindeki rahatsızlığı, tedirginliği, her geçen gün daha da artırmıştır. Çünkü 2016 yılındaki sadece kayıtlı olan, Suriyeli sayısının 3.000.000 düzeyine çıktığı bunun yanı sıra düzensiz olarak diğer ülkelerden gelenlerin de bu rakamlara yakın oranlarda olması halkın sabrını taşırmıştır.

Suriyelilerin Avrupa’ya gidebilmek hayali ile Türkiye’yi transit ülke olarak kullanmaları sonucunda Türkiye ile AVRUPA BİRLİĞİ (AB) ilişkileri arasında diplomatik bazda yeni gelişmeler gündeme gelmiş bulunmaktadır. 16 Mart 2016 tarihinde, her iki taraf arasında tam mutabakat sağlanarak tüm metni halktan gizili olarak bir sözleşme gerçekleştirilmiştir. Yapılan, Türkiye ve Avrupa Birliği mutabakatı kapsamında AB’nin Türkiye’ye 4 yıl boyunca sığınmacı insanlara, harcanmak üzere toplamda 6 milyar Euro maddi desteğin yapılması ve bunun sonucunda Türkiye’nin sığınmacılara ev sahipliği yapması, halkın reaksiyonuna karşılık, imza altına alınmıştır. İşte en önemli kısım budur ki söz konusu Anlaşma kapsamında Türkiye ve Türk vatandaşlarına AB ülkeleri içinde bazı siyasi ve ekonomik ayrıcalıkların tanınması da hüküm altına alınmıştır. Ancak gelişen olaylar ve geçen zaman sürecinde daima ikiyüzlü, riyakâr bir politika uygulayan AB ülkeleri sözleşmedeki şartlara uymamışlar ve günümüzde vize verilmesini bile çok kısıtlamışlardır.

AB ülkelerinin bu davranışına karşılık Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve AKP iktidarının hiçbir ciddi tedbir alarak, MÜTEKABİLİYET ESASINDA, karşılık vermemesi ise açıklanabilecek bir politik durum değildir. Tüm vaatler ve sözleşmedeki hususlar hiçbir zaman gerçekleştirilmedi. Türkiye hükûmeti ilerleyen zamanlarda birkaç kez sığınmacıların sınır kapılarından geçişine karışılmayacağını açıklayarak göçmenleri AB ülkelerine karşı koz olarak kullanmak ile tehdit etmesine rağmen, sözlerini AKP iktidarı ve onun Aksak Timur’dan destek alan lideri, maalesef hiçbir zaman eyleme dökememiştir. Bu yıllardan itibaren doğal nüfus artışı nedeniyle, Suriyeli nüfusu Türkiye’de devamlı surette yükselme eğiliminde olmaktadır. Çünkü Suriye’de doğum hızı 2.7 olmasına karşın, Türkiye’deki Suriyeli kadınların doğurganlık hızı 5.3 oysa Türkiye’deki doğurganlık hızının ise sadece 1.62 olduğu verilerden tespit edilmektedir. Türklerin, doğum oranlarındaki artış hızı, Suriyelilerden çok daha düşük olarak belirlenmektedir. Suriyeli nüfusu 2017 yılı sonunda 3.500.000 takip eden 2018 yılı sonunda 3.600.000 nihayet 2019 yılı sonunda ise 3.576.370 olarak resmi kayıtlara geçmiş bulunmaktadır.

Türkiye silahlı kuvvetleri ileri harekâta, terörü sınır dışında önlemek amacıyla Ocak 2018 tarihinde Afrin Operasyonuna başlamıştır. Bu askeri operasyon “ terörle mücadele “ konseptinin yanı sıra, Türk kamuoyuna “ Suriyelilerin evlerine dönmesine imkân sağlayacak” bir politika olarak algılatılmaya çalışılmıştır. Ancak fiili durum, AKP iktidarının anlatımlarıyla sınırlı kalmıştır. Çünkü Suriye’nin bulunduğu dramatik iç savaşın devam etmiş olması, bir diğer taraftan Suriyelilerin bazılarının kendi imkânlarıyla Türkiye’de yeni hayat kurmaları, gibi unsurların etkisiyle istenen netice elde edilememiştir.

Türkiye’deki Suriyeliler resmen yapılan açıklamalar çerçevesinde, hukuksal olarak “GEÇİCİ KORUMA“ statüsüne sahip bulunmaktadırlar. Uluslararası uygulamalar dikkate alındığında, böyle tanımlanan bir statünün sığınma başvurularında, her bir bireyin ayrı ayrı ele alınmasının mümkün olmadığı, toplumsal göç olaylarında kullanılmaktadır. Bu geçici koruma statüsünün uygulanmasında, geniş kitleler için geri gönderme yasağı uygulanmakta ve asgari ölçüde koruma temin edilmesi esas alınmıştır. Bu durum, tamamen ülkenin iç hukuku ile ilgili olmaktadır ki maalesef bunun süresi ne Türkiye’de ne de Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde belirtilmemiş bulunmaktadır.

İşte AKP iktidarı ve onun lideri Erdoğan bundan yararlanarak bu Suriyelileri, ülkemizin demografik yapısının dahi değişmesini göze alarak, Türkiye’de toplum muhalefetine rağmen, totaliter bir davranışla tutmaktadır. Geçici koruma altındaki kişilerin, kendi isteğiyle Türkiye’den ayrılması ise, geçici korumanın sonlanma nedeni olarak değerlendirilmektedir. Ancak uygulamadaki aksaklığa bakıldığında çok daha dikkat çekici olayların yaşandığı görülmektedir. AKP iktidarının kararı çerçevesinde, dini bayramlarda Suriyelilerin Suriye’deki akrabalarını ziyaretlerine izin verilmektedir ki, onlar sınırlardan çıkıp Suriye’ye gittikten sonra tekrar geriye dönmektedirler. Bu uygulamanın toplum tarafından infial uyandırması seçim yenilgisi tatmış olan AKP iktidarına yine de bir şey anlatmamaktadır.


Devamı bir sonraki yazıda…

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar