Değerlendirme kuruluşlarının ülke notu yatırımcılar açısından önemli. Yatırımcı ülkenin kredi notuna ve risk derecesine bakar ve ayrıca merkez bankasının bağımsızlığına, hukuk sisteminin siyasi etki altında kalmadan işleyip işlemediğine, sanayicilere verilen desteklere dikkat eder. Ülkedeki siyasi yapının “istikrarlı” yani bir düzen içinde sürmesi de önemlidir.
Değerlendirme kuruluşlarına gerek duyuyor muyuz? Yurt dışından yatırımcı getirmek, kedi almak için yatırımcılar ve kredi veren kuruluşlar değerlendirme kuruluşlarının raporunu şart koşarlar. Onun için evet; şirket veya devlet olsun, bir değerlendirme kuruluşu ile anlaşma gereklidir. Bu gerekliliği tam olarak anlamayanlar var mı? Tabii ki var.
Erdoğan’ın önceki yıllarda “hem para veriyoruz hem de bizi kötü gösteriyorlar” türünden bir söylemde bulunduğunu hatırlıyorum. Değerlendirme işi, parayı ben veriyorum notumu kıramazsın türünden bir sistem değil. Anlamayana öğretirler zaten.
1800’lü yılların ikinci yarısında Amerika’da şirketlerin üçüncü tarafça raporlanması, zamanla gelişti. Standart& Poor’s (S&P) 1860’ta, Moody’s 1900’lerin başında, Fitch de 1913’te kuruldu. Borsa şirketleri ile başlayan raporlama, şirketlerden ülkelere kadar uzandı. Şirketler ve ülkeler için borçlanmada kolaylık sağlayan bu raporlar, yatırımcılara da ülke hakkında bilgi sunuyor.
Erdoğan’ın bunu öğrenmesi zaman aldı, Mehmet Şimşek’i gözlerindeki ışıltıdan ötürü değil, sistemi anladığı için Maliye ve Hazine bakanlığına getirdi. O mu getirdi, yoksa onu getir mi dendi orasını tartışanlar da olabilir. Bizim ilgilendiğimiz konu, değerlendirme kuruluşlarının Türkiye için verdiği notların anlamı.
Fitch Ratings, Mart ayında Türkiye’nin kredi notunu “B”den “B+”ya yükseltti, not görünümünü “durağan”dan “pozitif”e çıkardı. S&P ise mayıs ayında Türkiye’nin kredi notunu “B”den “B+”ya yükseltti. Moody’s de temmuz ayında Türkiye’nin kredi notunu iki kademe yükseltti ve kredi notumuzu B3 olarak ve görünümü yine “pozitif” olarak açıkladı.
Kimsenin kafası karışmasın; bu değerler ülkemizin riskli ülke olduğunun kredi verilemez ve yatırım yapılamaz ülke olduğu anlamına geliyor. Yandaş medya bu durumu böyle aktaracağı yerde, Türkiye iki basamak atlayarak süper performans gösterdi diye abarttı da abarttı. Sanki aya gidiyoruz, yatırımcılar milyar milyar dolarlarla gelmek için sıra bekliyor diye konuştular.
Oysa iki basamak yükselirken, Uganda, Moğolistan ve Kongo düzeyinden Bangladeş, Kosta Rika ve Namibya düzeyine fırladık.
Bu düzeydeki ülkelere “yatırım yapılamaz” notu verilmiş demektir. En alt düzeyde yatırım yapılabilir durumuna gelebilmek için dört basamak daha yükselmek gerekiyor.
Erdoğan için bu konunun tartışılmaması için hayvanların itlafı, Beşar Esad ile biraraya gelmek, Filistin’e asker göndermek gibi “uçuk” önerilerin tartışılması gerekiyor. Görünen o ki, temmuzda enflasyon düşecek diye propaganda yapan Erdoğan’In ekibi, bir bahane bulup bu konuyu bu kez 2025’e ve 2026’ya taşıyacaklar.
Türkiye’ye verilen notları olumlu olarak abartırsak önümüzdeki 3-4 yıl içinde, seçim döneminde yatırım yapılabilir ülke durumunda gelebiliriz. Bu not verilmesine olumsuz açıdan bakarsak, Amerika’daki başkanlık seçiminden sonra Türkiye’den dünya siyasetinde Amerikan yanlısı tutumunu netleştirmesini isterlerse, durum tersine de dönebilir.
Erdoğan’ı iç siyasette kurtaracak parametreler (değişkenler) şimdilik ortada gözükmüyor. Erdoğan’a BOP eşbaşkanlığı gibi hayalı görevlendirmeler gerekir mi, yoksa “akıllı ol” gibi bir mektupla zorlama mı yapılır, göreceğiz.
Ülkemizin Orta Doğu kaosunun içine girmek yerine, bu kaostan çıkmaya yönelmesini dilerim.