Pazar, Kasım 24, 2024

Türk Usulü Yönetim -1

“Ben ve Onlar”

Bu iki bölümlük yazı dizisinde herhangi bir şirketi değil, genelde Türk şirketlerini yöneten patronların yönetim eğilimlerine değineceğim. Yazacaklarımı destekleyen doneler yerli ve yabancı yayından alınan gerçek veriler olup, benim subjektif değerlendirmelerim değildir. Çoğunluğu da kıymetli hocam Acar Baltaş’ın kitaplarındaki araştırma sonuçlarıdır.


Bu bölümde patron ve çalışan iletişimine ağırlık vereceğim.

Hayli zamandır “Yönetim Bilimi” diye diye danışanlarımın kafasını şişiriyorum, ancak bu kavramın hepimize aynı şeyi ifade etmediğini fark ediyorum.


● Yönetim Bilimi ve Türk Usulü Yönetim
Yönetim bilimi bir kurumun nasıl verimli yönetileceğini, organize edileceğini inceleyen bilim dalıdır. Bu amaçla kaynakların (insan gücü, mali, deneyim, know-how, bilgi, teknoloji, network, vb.) nasıl yönetileceğine, çıktıların neler olacağına, verimliliğin ve sürdürülebilirliğin nasıl sağlanacağına odaklanır.

Kültürel genlerimiz bizim kendi toplumumuza dair özellikler içerir ve bu özellikler yönetim hayatımızda da kendimize özgü davranış ve iletişim tarzını belirler. Bu durum “iyi” ya da “kötü” olarak tanımlanamaz, bize özgü olarak tanımlanabilir.

Yazının bundan sonrasında Türk usulü yönetim ile çağdaş yönetim ilkeleri arasındaki farklara ve gelişim alanlarına yoğunlaşmaya çalışacağım.


● Çalışanlar
Çalışanları anlamakla ve tanımakla genellikle zaman harcamayız. Onun hayatına girmek, eşinin, çocuklarının adını bilmek, zaman zaman onlara dair sorular sorarak kendilerini kıymetli hissetmelerine odaklanmayız. Halbuki bu maliyeti olmayan bir motivasyon yöntemidir.

Bu iletişim tarzındaki felsefemiz “yüz verdik deliye, geldi pisledi halıya” özdeyişiyle ifade edilmiştir. Yani çalışana yakın olma, tepene pisler anlayışı. Bu hal “kurumsal aidiyetin” ve “kurumsal kültürün” oluşmasında en önemli engeldir. Patron ve çalışan ilişkisi samimi ciddiyet şekline olmalıdır.


● Performans Önyargısı
Patron olarak kendimizi çok başarılı bulduğumuz için, ki genellikle başarılıyızdır, çalışanlarımızın performansı benim gibi olmalıdır ön yargısı mevcuttur. Diğerlerinden de benim gibi davranmalarını, benim gibi düşünmelerini isteriz. Halbuki dünyadaki her birey parmak izi gibidir, benzeri yoktur. Çalışanları tanımak, onları verimli yönetmenin alfabesidir.

Türk kültüründe başarı yolunun çalışanla ilişkiyi optimize etmekten geçtiğini pek çok araştırma ispatlamaktadır. Aynı çalışmalar Türkiye’de iş veriminin artmasında ortamdaki güvene dayalı kurum kültürü ile kendilerini değerli hissetmelerinin başta gelen unsurlar olduğunu göstermektedir.


● Gelişime Yatırım
Çalışanın verimini yükseltecek gelişim çalışmalarını ya hiç önemsemeyiz ya da “mış” gibi yaparız. Buradaki davranış biçimimizin kök nedeni “biz yetiştiriyoruz, rakipler onları bizden çalıyor” anlayışıdır. Çağımızda “Öğrenen Organizasyon” kavramı, o kurumda sürekli gelişimi ifade eder, bu kültüre ulaşabilmiş kurumlardaki sirkülasyonun da pek az olduğunu araştırmalar göstermektedir.


● Ortak Akıl
Çağdaş yönetim bilimi “Ortak Akıl” üzerine yoğunlaşmışken bizde tek adam kültürü hakimdir. Bu durum da suya sabuna bulaşıp başını derde sokmayan, hırsı yetersiz çalışanlar için ideal ortam yaratır ve bu kurumlarda yaratıcılık öldüğü gibi çalışanların ortalama seviyesi geriler. Katılımcı yönetimin gelişmesinde liderlere doğru insanı doğru işe yerleştirmek, doğru motive etmek, doğru gelişim yatırımı yapmak, doğru kariyer planlaması yapmak ve doğru performans ölçmek konularında büyük görevler düşmektedir. Ancak bizim kültürümüzde bu her “doğru” sözcüğünden sonra gelen kavramlar maliyet gibi algılanır, yatırımdan kaçınılır ve sonucunda kaybeden şirketin mali performansı olur.

Doğru insanları bulmanın ve tutmanın yolu tek başına rekabetçi maddi haklar vermek değildir, olumlu kurum iklimi çalışanlar için öncelikli bir kriterdir. Bu anlamda liderin öncelikli görevi bu iklimi bilime uygun şekilde yeşertmek, büyütmek ve kalıcı hale getirmek olmalıdır. Ancak bu şekilde iyi çalışanların tercih edeceği bir kurum olabiliriz.


Sözün özü, çalışanlara bakış “BEN ve ONLAR” değil, “BİZ” sözcüğünde ruh bulmalıdır. Bu bölümü “İNSANA DOKUNMADAN RAKA

Behzat Yıldırımer

Diğer Yazarlar