Adaletin tecelli etmesi, ancak adil düşünceli, vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmamış yargıç ve savcılarla mümkündür
Kamuoyunu tam 20 gündür meşgul eden, küçük NARİN GÜRAN’IN 21 Ağustos 2024 tarihinde kaybolması nihayet 19 gün sonra cansız bedeninin bulunmasıyla bir aşamaya gelinmiştir. Olay kapanmamış olup sona da ermemiştir. Şimdi adalet, kamuoyu vicdanlarında bir imtihan verecektir. İşte o zaman adil yargıçların isimleri bu puslu zeminde yavaş yavaş belirmeye başlayacaktır.
Devlet NARİN kızımızı ararken, bu güne kadar eşi görülmemiş şekilde bir arama tarama faaliyeti yürütmüş, ancak teknik sorgulamalarda yeterli performans ve deneyimin tartışılabilir düzeyde olduğu ise, NARİN’in cansız vücudunun ancak ihbarcı olan NEVZAT BAHADIR isimli köylü tarafından, yer göstermesiyle bulunduğu anlaşılmaktadır. Narin Gürman, yaşadığı köyün büyük bir kısmının akraba olduğu 20 hanelik olması, köylünün her şeyi bilmelerine rağmen susması ise olayın çok ciddi bir boyutunu ortaya çıkarmaktadır.
Tavşantepe Köyünün etnik köken olarak Kürt köyü olması, jandarma bölgesinde yer alması, devlet tarafından dikkate alınarak bölgenin tümgeneral rütbesindeki en üst komutanı operasyonu yönetmiştir. Ancak, bilgisi magazin gazeteciliğinden ileri gitmeyen, genel kültür seviyesi tartışılır, kendisi de Kürt kökenli olan, DİDEM ASLAN YILMAZ adlı programcı onu alay komutanı yani ALBAY seviyesi ile defalarca kamuoyuna lanse etmiş bulunmaktadır.
Bu soruşturmanın devamı süresinde, medya içinde yer alan magazin programcıları ZAHİDE YETİŞ dahil olmak üzere, hemen bu konuyu devam eden programları içine alarak haberci gibi davranmaya başlayıp, soruşturmanın salimen ilerlemesine olumsuz etki yaptıkları görülmektedir. YASALAR gereği soruşturmanın tamamen gizli olması gerekirken, magazin programcılarının, köye üşüştükleri ve hemen her aşamada kamuoyunu yönlendirdikleri izlenmiştir. Burada jandarma komutanının köye tüm girişleri kapatarak, basının, özellikle habercilerin de ellerinde mikrofonlar ile halkın arasında dolaşmasına müsaade etmemeleri gerekmekteydi.
Bu olay içinde, üzerinde durulması gerekli birçok farklı duyum ve iddiaların bulunması ise, çok daha değişik istihbari çalışmaların yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bazı iddiaların, medyaya yansımasına rağmen, bana uzanan endişe verici gelişmelerin de olduğunun işareti olarak algılanmaktadır. Bazı kaynaklar, NARİN’in yaşadığı köy olan Bağcılar ilçesine bağlı Tavşantepede aranan depolarda SİLAHLAR bulunduğu yönünde olup, gelen sivil jandarma istihbarat personelinin çok detaylı aramalar yaptığı yönündedir. Jandarma tümgeneralinin karargâhını köyün okuluna kurarak hemen her arabanın aranmasının emrini vermesinin çok dikkat çekici olduğu unutulmamalıdır.
Olay içinde o kadar çok iddia var ki, bunların bazılarının istihbarat birimleri tarafından araştırıldığını değerlendiriyorum. Yörenin Kürt kökenli kişilerden meydana gelmesi, Tavşantepe köyünün 20 haneden meydana gelmesi ve hemen hepsinin akraba olması ise, devletin belli bir değerlendirme ile hareket ettiği izlenimini vermektedir. Köy içinde, bu tip olaylar farklı birçok yörede gündeme gelmektedir. Ancak, bir köyün bütün kişilerinin mafyanın, bilinen OMERTA yani SESSİZLİK yasası benzeri, hiç konuşmadan, jandarmayı çeşitli GERÇEK OLMAYAN ifadelerle, farklı yönlendirmesi, hatta buna köyün çocuklarının bile iştirak ettirilmesi, olayın TAAMMÜDEN CİNAYET olan olgusuna, tüm köy yaşayanlarının dahil edilmesinin gerekliliğini gündeme getirmektedir.
Diyarbakır Başsavcılığının görevlendirdiği üç savcının bu vakayı Türk Ceza Kanunu ( TCK ) çerçevesinde tüm köy halkını da kapsayacak şekilde, değerlendireceğini ümit ediyorum. Ancak günümüzde Adalet mekanizmasının tamamen siyasallaştığına sayısız örnek vermek mümkün olduğundan neticenin, faillerin ceza almaları halinde bile, infazlarının kısa süreceğini düşünüyorum. İşte ülke adaletinin geldiği durum budur ve kimse faillerin gerekli cezayı aldıktan sonra, bunu ceza evinde tamamını çekeceğinin düşünmemektedir. Bu hususta konuştuğum en deneyimli bazı doktriner hukukçuların bile, en fazla sekiz yıl yatıp çıkarlar diyebilmesi ise vicdanları kanatan iktidardaki AKP siyasal İslam denmelerinin, uygulamalarının kaçınılmaz bir sonucudur.
Doktriner olarak ele aldığımızda, ceza hukukunun temelinde, yapılacak olan ceza yasalarının caydırıcı olması esastır. Bu yasalar hazırlanırken, öncelikle, caydırıcı olmasını sağlayabilecek yaptırımların yer almasına özen gösterilir. Ancak uygulamada en önemli husus ise, yasa maddelerinde yer alan ceza miktarlarından ziyade bu cezaların YAPTIRIMLARININ tam olarak DENETLENİP takip edilmesidir. Ceza hukukunun, kendi amaçlarına dönük olarak başarı sağlayabilmesi ancak caydırıcılık unsurunun tüm halk kitleleri tarafından BENİMSENEREK kabul edilmesiyle mümkündür. Birey işlenen suçun, cezasının kısa zaman sürecinde AFFEDİLECEĞİNİ düşününce ilgili ceza maddesi kapsamına ne kadar ağırlaştırılmış yaptırımlar koyarsanız koyunuz, yine de bu suçu işlemekten geri kalmayabilecek, vazgeçmeyecektir. Çünkü kişinin önünde, yaşanmış gözlemleri vardır ve bu süreçler içinde birçok defa cezaların affedilmesi söz konusu olmuştur.
Ülkemizde, toplumları yöneten siyasi kadrolar, özellikle iktidara gelenler geçmiş dönemlerde birçok genel af yasaları çıkartmışlardır. Türkiye’de de sosyal ve siyasi gelişmelere paralel olarak çok sayıda genel af yasası çıkarılmıştır. Hukukî, sosyal ve siyasal açıdan oldukça önemli bir konuma sahip olan AF YASALARI, gerek gündeme getirildikleri dönemlerde, gerekse yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren, siyasi çevrelerde ve kamuoyunda önemli birer tartışma konusu olmuştur. 1921 yılından itibaren, kapsamı değişiklik gösteren birçok af yasası çıkarılmıştır. Bu çıkarılan af yasaları, siyasetçiler tarafından, genellikle geçmişe dönük siyasi hesapların kapatılması, oy potansiyelinin arttırılması, yeni bir başlangıç yapılması ve toplumsal huzur ile sosyal ortamın konsolide edilmesi amacıyla gündeme getirildiği savunulmaktadır. Söz konusu olan bu GENEL veya KISITLI af yasaları ile cezaevi hükümlü ve tutuklu sayısını azaltmak bir diğer taraftan da devam eden dava ve soruşturmaları da bitirmek amacını gütmektedir.
TBMM, tarihindeki ilk genel af yasasının 7 Ocak 1922 tarihinde çıkarıldığı belgelerden anlaşılmaktadır. Toplam dört maddeden oluşan yasa ile cezalarının üçte ikisini (2/3) tamamlayan mahkûmların kalan cezaları affedilmiş olup, işgale uğrayan yerlerdeki kişiler hakkında açılan davalar ise ertelenmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra 26 Aralık 1923 tarihinde ikinci genel af yasası çıkarıldığı görülmektedir. Söz konusu bu yasa düzenlemesiyle, 29 Ekim 1923 tarihinde kadar işlenmiş suçlara verilen cezaların yarısının af kapsamına girdiği görülmektedir. Getirilmiş olan af yasalarını bir ölçüde anlamak mümkün olabilir ancak ondan sonra çıkarılmış olan af yasalarının kapsamlarının ve gerekçeleri üzerinde durmak gereklidir. 26 Ekim 1933 tarihinden 1960 yılına kadar on tane genel af ve dört tane de genel af yasasına ek yasa çıkarılmıştır.
Daha sonra, ilerleyen yıllarda, çıkarılan 1974 genel affı 61.000 olan cezaevindeki tutuklu ve hükümlü sayısını 24.000 kişiye kadar indirmiş ancak, 1980 darbesiyle beraber cezaevi nüfusunun 80.000 seviyesine yaklaştığı görülmektedir. 1991 affıyla beraber yine 25.000 kişiye kadar geriletebilmiştir. 2000 yılında çıkan ŞARTLI SALIVERME yasası tutuklu ve hükümlü sayısını ancak 70.000 düzeyinden 50.000 kişiye indirebilmiştir. Cezaevindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 2006 yılından itibaren düzenli bir artış eğiliminde olup 2007 yılında 90.000 ve 2017 yılında ise 220.000 kişiyi geçmiştir.
Bu gelişmelerden görüldüğü üzere, toplum kesimlerinde bu CEZASIZLIK kültürü çok yerleşip içselleştirildiği için bireyler yasaları çiğnemekten çekinmemekte hatta bunu bir meziyet olarak da kabul etmektedirler. Bu durum gittikçe toplum tarafından kabul gören bir sistem haline maalesef dönmüştür. Bu durumun genel olarak bir ahlak erozyonuna da zemin teşkil ettiği gözden uzak tutulmamalıdır. Bu cezasızlık kültürünün aşılmasının ZAMAN süreçlerine bağlı ve oldukça ZOR olduğu görülmektedir. Olaya yöneticiler ve yasa koyucular açısından bakılırsa bir daha hiçbir gerekçe ve nedenle GENEL veya KISMİ AF çıkarılmamasına özen gösterilmelidir. Bireyler açısından bakıldığında onların da yapacakları bir suçun cezasını muhakkak surette cezaevinde yatıp çekebileceğinin bilinmesi mantığının yerleşmesi çok önemlidir.
Bazı detaylar, Narin Gürman cinayetinde biraz açılırsa, bu taammüden cinayette birinci derecede şüpheli olarak gözaltına alınan maktul Narin’in amcası SALİM GÜRMAN aynı zamanda köyün muhtarıdır ki yani devletin temsilcisidir. Onun hakkında, bazı önemli söylentilerin köyde dolaştığının üzerinde durulması gereklidir diye düşünüyorum. Tüm bunların yanı sıra, yakın geçmişte HÜDA – PAR ilçe başkanı olduğu ve HİZBULLAH’IN Narin cinayeti için tüm köyü tehdit ile susturduğu da bazı kaynaklarda yer aldığı izlenmektedir. Hizbullah konusu devreye girdiği zaman devlet mekanizmasının koruma kalkanı hazırlamaktan ziyade konuya toplum huzuru, ülkenin bekası açısından bakması gereklidir.
Günümüzde, iktidar partisi AKP ve onun destekçisi MHP yönetiminde, görev alan bürokratlar ile siyaset sahnesinde bulunan partizan milletvekilleri, herhangi bir fark ayrımı gözetmeksizin cezasızlık politikasını benimsediklerini maalesef çıkan torba yasalar içine sığdırılıp kamuoyunun gözünden kaçırılan örtülü aflardan görmekteyiz. Federal araştırma bürosu (FBI) müfettişleriyle, farklı zamanlarda yapmış olduğum görüşmelerde, profil uzmanlarının bana ilettikleri en önemli hususun mahkemelerin vermiş oldukları kararların tam ve eksiksiz olarak uygulanmasının cinayet suçlarında ortalama % 34 oranında azalma sağladığıdır. Ancak federal devlette farklı eyaletlerde aynı suça farklı cezalar verilebildiği için bu durumun genelleştirilmesi söz konusu olduğunda, cezanın mahkemenin verdiği süreç içinde çekileceğinin birey tarafından bilinmesinin çok önemli olduğu ortaya konmuştur.
İktidar partisinin geliştirmiş olduğu adi ve katalog suçlarına ait cezasızlık politikasının acilen aşılmasının artık zamanı gelmiştir. Cezasızlık kültürünün ortadan kaldırılması amacıyla, bu kapsamda yapılması gereken hususları özetlemek gerekirse;
● Yasa koyucular açısından bakılırsa bir daha hiçbir gerekçe ve nedenle genel veya kısmi af çıkarılmaması gereklidir.
● Vatandaşların görmüş veya duymuş oldukları yasadışı olay ve eylemleri en kısa sürede savcılıklara bildirmeleri lazımdır.
● Başsavcılık makamlarında halkla münasebetler birimleri açılması gereklidir.
● Af kanunu ile cezaevlerinden çıksan kişilerin rehabilite edilerek topluma faydalı bireyler olarak entegre edilmesi gereklidir.
● Cezaevlerinden tahliye edilen kişilere, öncelikle geçinebilecek bir maddi imkân sağlanması lazımdır.
Bu basit bir cinayet davası değildir. Daha önce de belirttiğim üzere, adaletin ve özellikle yargıçların kamuoyu önündeki bir vicdan sınavı olacaktır.
Bana kalırsa yargıçlar için artık köprüden önceki son çıkıştır. Kendilerine olan güvensizliği hiç değilse bu dava ile bir nebze olsun silebilirlerse bundan kıvanç duymaları gerektiğin inanıyorum. Kamuoyu, dikkat ve dört gözle davanın seyrini takip etmektedir.