Cuma, Ekim 18, 2024

İktidar muhalefet elele Filistin davası milli mesele -I

Vatan yaratmak için bir diğer bağımsız ülkenin topraklarını işgal etmek insanlık suçudur


Sevgili okurlarım,

CHP genel başkanı, Sayın ÖZGÜR ÖZEL nihayet iktidar partisi AKP’NİN ağzına pelesenk olan ve sıklıkla tekrarlamaktan gurur duydukları “Filistin bizim milli davamızdır“ söylevine, aradan kısa bir süre geçmeden hemen onun paralelinde bir söylevi, İsrail askerlerince öldürülen, Amerikan vatandaşı, AYŞENUR EZGİ EYGİ’nin cenazesinde tekrar ettiğini görüyoruz. Anlaşılan odur ki, Sayın ÖZGÜR ÖZEL, “Filistin bizim milli meselemizdir“ diye AKP paralelinde, benim açımdan, entelektüel birikimden uzak, kabul edilemez bir kavramı kendisine ve ana muhalefet olan partisine bayrak edinmek istemektedir. Sayın ÖZEL’E burada hatırlatmak isterim ki bu Filistinli militanlar bir dönem ülkemizde, uçak kaçırmak, büyükelçilik basmak, silahlı gasp gibi çok ciddi terör eylemlerine karışmışlardır. Bunların detayları, tefrik edilmiş dosyalar halinde, istihbarat birimlerinde ve açık kaynak olarak ise, medya arşivlerinde bulunmaktadır.

Günümüze kadar, Filistin, madem bir kesimin kabul ettiği gibi kardeştir de neden uluslararası konjonktüre uyarak, tamamen haklı müdahalemiz sonucunda kurulan KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’ni bugüne kadar tanıma kardeşliğini göstermemişlerdir. Bir düşününüz bakalım Sayın Genel Başkan. Diplomaside mütekabiliyet esastır ve Türkiye Cumhuriyeti bir peyk devlet değildir. Ne siyasal İslam’ın ne de böyle ufak kabile kuruluşlarının paralelinde hareket etmez, edemez. İşte gerçek manada siyasi eğitim almış, bilgi birikimi yeterli olan yöneticilerin, davranışları bu yönde olmalıdır. Bu tip hamasi mesajlar, söylemler, zaten ülkeyi siyasal İslam rejimine götürmek isteyen ve aynı zamanda Arapça bilmeyip, fakat sıkı bir Arap hayranı Sayın Erdoğan tarafından, yerel seçimlerde düştükleri durum sonrasında, kendi tabanını konsolide etmek amacıyla kullanılmaktadır.

Unutmamak gerekir ki, 25 yıl TBMM bünyesinde, milletvekilliği ve 8 yılda grup başkan vekilliği görevinde bulunmuş, deneyimli kabul edilen, ÖZGÜR ÖZEL gibi bir siyasetçiye bu tip mesnetsiz söylemler, şimdi işgal ettiği makam nedeniyle hiç yakışmamaktadır. Mecliste yer işgal ettiği tüm bu süreçlerde, hiç mi Filistin Kurtuluş Örgütü ( FKÖ ) ve diğer kurulmuş fedai Filistin örgütleri ile yöneticileri hakkında merak edip, çalışma yapacak zamanı bulamamıştır diye düşünüyorum. Kendi bilgi birikiminin, “KALK O KOLTUĞA BEN OTURAYIM“ operasyonuna yeterli olduğu, kurultay sürecinde iki yıldır almaya uğraştığı, genel başkanlık koltuğunu Kemal Kılçdaroğlun’dan aldığı, görülmüş, ancak, Filistin davasını MİLLİ MESELE ilan edecek düzeyde yeterli olmadığı ise söylevlerinin içeriğinden anlaşılmaktadır. İktidara alternatif olarak, halkın önüne çıkan ve son yerel seçimlerde, birinci parti konumuna, halkın teveccüh oyları ile gelen CHP gibi ana muhalefet partisinin, çok daha tutarlı, daha ayakları yere basan, içi bilgi birikimi dolu, konu ve kavramları ele alarak, kamuoyuna deklare etmeden önce, liyakatli danışman kadrosu ile değerlendirmesi gerekirdi.

Son olarak ABD gerçekleştirilen Sosyalist Enternasyonal kongresinde de yine “Bundan sonraki toplantımızı RAMALLAH’TA yapalım“ demek ise benim açımdan kabul edilemez bir siyasi gaftır. Dikkat edilirse sosyalist enternasyonal kongresi bile ABD içinde yapılmaktadır. Bu bile katılımcılara verilen bir mesaj olmalıdır. Ancak mesajı okumak için yeterli eğitim ve deneyimin olması ise bir başka olaydır. Sosyalist enternasyonal toplantısının Ramallah’ta yapılmasının getireceği faydaları açıklar mısınız lütfen. Hatırlamak gerekir ki, bir dönem YASER ARAFAT yine RAMALLAH’ta İsrail tarafından, etrafı tanklarla çevrilerek, abluka altına alınıp, sıkıştırılmıştı. O dönemi yakından biliyor musunuz ki, bu sözü söylemek ihtiyacını duydunuz. YASER ARAFAT orada neden sıkıştırılmıştı, konu neydi, haklı mıydı, haksız mıydı? tüm bunları düşünmeden bir liderin konuşması kabul edilemez.

Bu tip, sadece iç politikaya dönük, muhatap İsrail kapsamında, hiçbir yaptırımı olmayan hamaset dolu sözlü saldırıları politikası gereği Sayın Erdoğan yapabilir. Sayın Erdoğan’ın paralelinde, hareket edip, o kulvara girmek CHP’YE hiçbir şey kazandırmaz. ERDOĞAN’IN hitap ettiği cahil kesimin bu teorik ve pratik kavramları algılaması mümkün değildir. Ülkede MÜTEDEYYİN ve MUHAFAZAKÂR diye tanımlanan kesimin, ben şahsen yeterli entelektüel birikimi olduğuna, yıllardır süregelen, birçok farklı örnekler nezdinde, hiç şahit olmadım. Bu toplum kesimi için, sadece bilmedikleri dilde dua edilen DİN, ortak bağlayıcı bir öge olmaktadır. Bu kesimlerde, BİAT kültürünün hâkim olması ise, kendilerine yalan, yanlış sunulan, kavramların sorgulanmadan kabul etmenin yolunu açmaktadır.

Sayın Erdoğan, İsrail’e, yüklenerek “MUHAKKAK SURETTE BUNLARIN HESABI SORULACAKTIR“ diye kendince güncel politika yaparken, bir taraftan da İsrail ile ticaret ilişkisinin devam etmesi ise, tüm söylevlerinin havada kaldığını göstermektedir. Gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerinin Filistin davasında tüm Arap rejimlerinin ne gibi davranışlar içinde olduklarını iyi değerlendiremedikleri anlaşılmaktadır.

Sayın Erdoğan’ın, son olarak 79. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER genel kurulunda, çok daha büyük gaflar yaptığı izlenmektedir. Genel kurula hitap ederken, yine “dünya beşten büyüktür“ sloganını ortaya atmış ve NETANYAHU’nun, Adolf Hitler gibi Uluslararası Ceza Mahkemesinde, cezalandırılmasını istemiştir. Bir taraftan bunu söylerken, Amerikan televizyonuna verdiği röportajda ise, “Ben HAMAS’I terör örgütü kabul etmiyorum. O bir işgale direnen güçtür“ diyebilmiştir. Bu iki farklı ve tezat söylemi nasıl analiz etmek gereklidir sizlere bırakıyorum. Genel anlamda birçok ülkenin listelerinde TERÖR ÖRGÜTÜ olarak yer alan, aynı zamanda İsrail’e ilk saldırıyı gayrinizami harp metotları içinde yapan, Müslüman kardeşler örgütünün devamı mahiyetinde, radikal İslamcı bir örgüt olan HAMAS’I direniş örgütü diye tanımlamak ancak onu savunmak amacıyla olabilmektedir.

Arap ülkelerinin Filistinlilere bakışı
Arap rejimlerinin ve halklarının, hiçbir zaman benimsemedikleri Filistinliler ve onların bünyesinden çıkan Filistin direnişine, Türkiye’nin nasıl ve ne şekilde katkıda bulunabileceğini hiç düşündünüz mü? Birçok uluslararası kaynakta, Türkiye’nin radikal İslamcı güçlere, donanım, eğitim ve lojistik destek yardımı yaptığı iddiası, medya organlarında yer alırken, Erdoğan’ın çıkıp ta “ İsrail’den tüm yaptıkları katliamlar ve öldürdükleri Filistinliler için hesap soracağız “ cümlelerini kurmasının pratikte hiçbir karşılığı olmadığını acaba hitap ettiği zümre ne zaman anlayacaktır, merak ediyorum. İşte bu okuma alışkanlıkları gelişmemiş, ancak kulaktan dolma din kavramının, etken olduğu cahil zümrenin oyları ile asrın felaketi ülkenin başına gelmiştir. Herkes öncelikle bugünkü ekonomik ve sosyo kültürel neticelerin sebeplerini öncelikle kendilerinde aramalıdırlar.

Ben bu arada, Arapların Filistinlilere bakışını, Sayın ÖZGÜR ÖZEL ile beraber Sayın iktidar partisi AKP ve MHP milletvekillerine, bu vesile ile belirtmekte çok ciddi yarar görüyorum. Birçok sayın milletvekillerinden sıklıkla duyduğum, “Araplar Filistinlilerin din kardeşleridir dolayısıyla bizim de din kardeşlerimizdir“ özdeyişinde galiba aksayan çok önemli unsurun, öncelikle, Araplarla bağlantılı olduğunu bu kapsamda Arap rejimleri ile din kardeşi diye tanımlanan Arap halklarının Filistinlilere bakışı olduğunu değerlendiriyorum.

Filistin’de toplumsal direniş amacıyla, kurulmuş olan FKÖ ve EL FETİH yönetiminde ikinci adam ve istihbaratının başında tek sorumlu EBU İYAD, bu konuyu bana TUNUS’da yaptığımız çok gizli bir görüşmede, anlatmış ve anlatırken de asıl mesleği felsefe hocalığı olan, gerçek milliyetçi adamın, gözleri buğulanmış, birkaç damla da yaş gelmişti.

Onun, bana anlatımını, şimdi sizlere iletmenin tam zamanıdır diye değerlendiriyorum.
1963 yılının Mart ayında, EBU İYAD eşinin mühendis olan erkek kardeşi Kahire’de bir kazada vefat etmiş. EBU İYAD bu dönemde, öğretmen olarak çalıştığı için, milli eğitim bakan yardımcısı MAHMUT EL GONEİM’den Kahire’ye cenazeye gitmek amacıyla, ülkeden çıkış izini alarak, eşi ve kızı İMAN ile beraber BEYRUT uçağına binmişlerdir. Amaçları geceyi Beyrut’ta geçirip oradan, cenazeyi defnetmek için, hemen Kahire’ye geçmektir.

Olayların gelişimini onun ifadesiyle anlatmak söz konusu olursa;
“Lübnan yetkilileri bize 4 saatlik transit vizesi vermediler, geceyi Beyrut havaalanında çok ufak bir odada âdeta hapsederek, geçirmek durumunda bıraktılar. Bu tıkıldığımız oda o kadar ufaktı ki, boylu boyunca uzanmak, yani ayaklarımızı bile uzatmak imkânsızdı. Ben, eşim ve kızımın hiç değilse Beyrut’ta bir otele gidip yatmalarını, benim de havaalanında kalmam için adeta yalvarırcasına, yetkili üst düzey havaalanı yöneticilerden izin rica ettim. Ancak hiçbir şekilde müsaade etmediler. Konuyu ve maruz kaldığımız bu davranışı, havaalanının yüksek rütbeli güvenlik subayına intikal ettirmeme rağmen, kendisi hiç oralı bile olmadı. Bir müddet sonra, bu ufacık odaya, ülkeye serbestçe giriş için “gerekli sağlık belgesi olmayan büyükçe bir KÖPEK getirilerek bizim yanımıza konmuştur. Bizim odada, getirilen bu köpek nedeniyle, hareket imkânımız daha da kısıtlanmıştı. Birkaç saat sonra odaya gelen albay seviyesindeki bir görevli, özel izin vererek, köpeğin ülkeye girişini sağlamıştı. Ben bu görevlinin yüzüne manalı baktığımda, ne demek istediğimi anlayarak bana, ‘Ama siz Filistinlisiniz’ demişti. Bu olayla beraber, Filistinlilere layık görülen bu davranış, benim belleğime hiç çıkmayacak şekilde kazınmıştı. “

Arapların Filistinlilere bakışını çok daha iyi kavradığımı belirtmek isterim diye cümlesinin bitiren EBU İYAD’ın neden bu denli hüzünlü ve üzgün olduğunu çok daha iyi kavramıştım.

Bu anlatımdan sonra devam eden EBU İYAD, bu köpek olayıyla ilgili konuyu bir başka Lübnanlı yöneticiye anlatarak dert yandığını, fakat aldığı cevaplar sonucunda çok daha fazla kırılıp üzüldüğünü, sözlerine ilave etmiştir. Bu olayı yine EBU İYAD’ın anlatımıyla ifade etmek daha anlamlı olacaktır;
“On yıl kadar sonra, Filistin halkının acı kaderini ve savaşımızın taşıdığı anlamı örneklemek istediğimde, o gün için Hıristiyan Falanjist Parti içinde, önemli yeri olan bir Lübnanlıya bu olayı anlattım. Soğuk bir bakışla beni tepeden tırnağa süzerek, küçümseyici bir sesle şunları söyledi: “Sizin sözde kurtuluş hareketiniz hedeflerinden hiçbirine ulaşmamıştır. Hala istenmeyen yabancılarsınız ve Arap ülkelerine hiçbir zaman rahatça giremeyeceksiniz. Lübnan’daki varlığınızın tek somut sonucu, istediğiniz yüksek ücretlerle hizmetçilerimize ödediğimiz ücretlerin artmasına katkıda bulunmanızdır.” Dişlerimi sıktım ve karşılık vermedim. Yine gözlerinin buğulandığını görmek bana her şeyi özetlemiştir.


Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar