Emperyalizme karşı tedbir almayıp, tarikatlardan kurtulmayan toplumlar, içten yozlaşarak parçalanmaya mahkûmdurlar
Bir önceki yazıdan devam…
Ankara, bugün bütün yabancı ülkelerin düşünceleri içinde “marjinalleştirilmiş“ olarak, güvenilmeyen ve daha az etkili bir güç olarak, birçok siyasi platformda ele alınmaktadır. Eğer bir mukayese yapmak gerekirse, Sayın Erdoğan’ın 2002 yılında iktidara gelmesinden önce olduğundan daha fazla zayıfladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Geldiğimiz nokta odur ki, AKP iktidarında, Cumhurbaşkanının yönetimi altında, ülkenin ulusal çıkarlarını ileriye taşıyan herhangi bir dış politika portföyünü tanımlamak günümüzde çok zor olup belki imkânsız olacaktır. Sayın Erdoğan’ın içinden çıktığı, İslamcı “Milli Görüş“ hareketi, Necmettin Erbakan yönetiminde, yapılan konuşma ve kamuya açık toplantılarda 1960 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun “altın çağına “ dönüşünü vadetmiştir. Ancak Erdoğan’ın etrafında yer alan, siyasi aktörlerin kendisi de dahil olmak üzere, daha ziyade tarikatlardan yetişmiş olmaları, birçok demokratik kavramın ortadan kalkmasına neden olmuştur.
Ülkenin Avrupa Birliği’ne (AB) katılım girişiminin ve modern Türkiye’nin kurucu lideri, Mustafa Kemal Atatürk’ün kuruluş ilkelerine uygun, ilerici, laik bir demokrasi olarak geleceğinin güvence altına alınması ise tamamen ihmal edilmiştir. Bu hususta, son 6 aylık süreçte, konuşmuş olduğum 75 tarikat üst yöneticisinin de söz birliği etmişçesine, AB üyeliğine karşı olduklarını görmek, yaratılan ortam açısından beni şaşırtmamıştır. Tarihsel dönemlere geri dönülüp bakıldığında, İslam dininin devletleşme sürecinde, çeşitli ekoller ve bu ekollerden ise tarikat doğmuştur. İşte bu dönemde, “tasavvuf düşüncesi“ tarikatın doğuşuna en uygun araç olarak değerlendirilmiştir. Bu oluşumlarda, yoruma açık bırakılmasının sadece, tarikatın yolunu açtığı bir gerçektir. Tarikat, günümüzün bir gerçeği olup, yapmış olduğum incelemeler çerçevesinde dünyanın her yerinde, farklı yapılar ile organik gruplaşmalar şeklinde, büyük kesimleri kapsamasa bile, az da olsa vardır. Tarikat, unutmamak gerekir ki, yozlaşmış bir organik yapı değil aynı zamanda “yozlaştırıcı“ bir sistemdir. Siyasetçi genelde, yozlaşmış biri olmasa bile, tarikat onu belli bir forma sokarak, kendisi çeşitli araç ve amaçlarla, devlet olanaklarından yararlanmaktadır. Günümüzde bireyselleşmeyi başarmış toplumlara sahip olan, demokratik bir devletin en önemli değerlendirme ölçüsünün “bireyselleşme“ olduğu herkesin bilmesi gereken bir gerçek kapsamında olduğu unutulmamalıdır. Halkın “ sürü psikolojisi “ ile manipüle edilmesinin anahtarı, İslam inancı ile yoğrulmuş toplumlarda, tarikattır. Başka bir anlatımla, sürü olarak hareket etmeyip, kendi başına “ sorgulayıp karar verebilen “ kişilerin, bireysel davranış sergilediği bilinmektedir. Devlet yapısında ise, eğer bir bireyselleşme gerçekleşmemiş olduğunda lafazanların, başka bir anlatımla demagogların, yönlendirmeleri ile yönetimlerden “ tiranlığa “ kadar varabilecek bir sonuç beklenmelidir. Bu nedenle, daha başında toplumu bireyselleştirmeden uzaklaştıran yöneticilerin, gizli ajandalarındaki nihai amaçlarının “ otokrasi kurmak “ olduğu, toplum elitleri tarafından, önceden görülerek, bunun önlenmesi için gerekli siyasi ve yasal adımların, “ parlamenter demokrasi “ düzeyinde atılması gereklidir. Bu tip yöneticilerin, bireyselleşmeyi önlemesi ise öncelikle eğitime vurdukları “ gerici darbeler “ çerçevesinde kendisini göstermektedir. Güncel olarak, Türkiye genelinde gündeme gelen uygulamalar, ele alındığında kendisi de belli bir merkezin üyesi olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, örnekleme içeriğinde yer alabilecektir. Tüm bunların, adım adım otokrasi yolunun taşlarının döşenmesi anlamında olduğu önceden halk tarafından görülmesi kehanet olmayacaktır. İsmail Ağa cemaatine ait “ ihya vakfı “ içinde şeyhin iştirak ettiği bir toplantıda 17 Kasım 2023 tarihinde ağırlanan Sayın Milli Eğitim Bakanının, bu cemaate çok yakın olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kendisinin TBMM içinde 17 Aralık 2023 tarihinde yapmış olduğu konuşmada “ sizin tarikat, cemaat dediğiniz bizim sivil toplum kuruluşu dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır “ diyerek tarikatlar ile eğitim içerikli sözleşmeler yaptıklarını kabul etmiştir. Laik eğitimi ön planda tutarak, eğitimin kalitesini arttırmakla görevli olup, bütçeyi kullanmakla yetkili olan Sayın Bakan, eğitimin gerilemesi için elinden geleni yapmaktadır. Orta çağ zihniyetinde olan Yusuf Tekin 31 Aralık 2023 tarihinde ise, bir başka konuşmasında “ ülkemizde hukuk vardır ve bizim hangi kuruluşlarla protokol yapabileceğimiz belirtilmiştir “ diyerek daha önceki sözlerinin tam aksini ifade edebilmiştir. Milli eğitimin emanet edildiği bu kişinin tutarsızlığını görmek tüm öğrenci velilerimizi huzursuz etmiştir. Ben yine bu hususta karar vermeyi sizlere bırakıyorum.
Halkın yapısı ve tarikat algılaması
Türk halkının büyük bir çoğunluğu, kendisini “ Müslüman “ olarak tanımlamakta, ancak din olgusunun, felsefi yönünü, ahlak anlayışını, toplumsal sosyal yaşam koşullarını, bireysel ilişkilerini maalesef yeteri kadar “ bilmemekte ve öğrenmemekte “ oldukça ısrarlıdırlar. Alt kültüre sahip bireyler, çeşitli tarikat şeyhlerinden, dinledikleri, Kur’an ve ilmihal içinde olmayan, konu ve kavramları, sanki varmış gibi algılamaktadırlar. Buna karşılık şeyhler ise, bu anlattıkları gerçekle ilgisi olmayan, yaratılmış rivayet ve hurafeler nezdinde, kendi saltanatlarını, dolayısıyla “ sömürü düzenini “ sürdürmektedirler. Tarikatlar için, gerçekte kelime anlamı itibariyle, sadece “ tarikat “ demek yeterlidir. Tekil olarak ifade etmiş olduğu tanımlama çerçevesinde ele alındığında, “ tarik, yol ve tarikat ise, yollar “ anlamında olduğu için bu ifadeyi gereği gibi kullanmak daha uygun olur düşüncesindeyim. Ancak gelinen noktada, zaten çoğul olan kelime konuşulurken bir kere daha çoğul eki ilave edilerek, gündelik lisanda uygulanmaktadır. Tarikat, şeyhleri, kendilerinde herhangi bir keramet ve insanüstü hatta doğaüstü güçler varmış gibi göstermeyi ön planda tutarlar ki, bu durumun onların reklamı olduğunu, ancak gerçekle hiçbir bağlantısı bulunmadığını tekrar belirtmek isterim. Tarikat şeyhleri, müritleri arasında bulunan, kendi adamları vasıtasıyla olmayacak olayları olmuş gibi anlattırmayı, bu hususta kulaktan kulağa, rivayet yaymayı bir plan dahlinde yapmaktadırlar. Şeyh hakkında, birçok “ keramet anlatan “ bu kişilerden Osman Ş, Halil B, Saffet G, gibi bazılarını tanıdım ve şeyhin onlara aylık olarak, para mükâfatı ile “ cennet “ vaat ettiklerini öğrendim. Cemaatin, çoğalıp artması için görevlendirilmiş, özel kadın ve erkek kişilerin olduğunu yakından biliyorum. Bu durum, bu makalemde gündeme getireceğim, birçok tarikat için geçerlidir. Bunun yanı sıra, “ himmet “ veya “ yardım “ veya “ hizmet “ adı altında yardım toplayan kişiler de topladıkları miktarlardan bazıları % 10 bazıları % 20, bazıları ise yarısını bile aldıkları oluyormuş. Ben bunları yardım toplamakla görevli kişilerden bizzat dinlediğimi, dikkatlerinize not etmek önemlidir diye düşünüyorum. Anlatılan kerametin, büyüklüğüne ve yayılmasına göre bir değerlendirme yapıldığını ise bazı tarikatlarda duymak beni daha da şaşırtmıştı. Ancak bunun temelinde ise ülke insanımızın, ne kadar çaresiz, ne kadar sahipsiz ve bunun yanı sıra ne kadar ümitsiz olduğunu düşünmekten de kendimi alamadım. Bu tip söylemlere, inanmanın ise, gerek geleneklerle, gerekse kültürle bir alakası olduğunu söylemek yeterli olmayacaktır. Bu rivayetlerin, daha ziyade dinsel ögelerle bağlantılı olduğunu görmek ise, halkımızın İslam dinini esasını teşkil eden, “kur ’anı“ bile okumadan, evlerindeki yukarı bir yere kaldırıp, kutsal addedip öpüp başına koymasından ileri geldiğini bilmek, işte en anlamsız duygu bu noktada başlamaktadır. O Kur’an ki bir “başucu kitabıdır“ ve okunmak için yazılmıştır ki ancak onun çeşitli tarikatlarda farklı anlatımlarıyla bu halkın kendisini okuması engellenmiştir. Oysa kur ’anın ilk kelimesi ve hazreti Muhammed’e gelen ilk vahiy “ikra“ yani okudur. Okuma alışkanlığı batı ülkelerindeki gibi oluşmuş olsa, ülkede bu tarikat denilen hastalıklı yapıların kendilerine sömürü düzeni kurmaları çok güç olacaktır. Benim bu makalemi bile okumuş olsalar belli bir fikir edinebileceklerini düşünüyorum. Ya siz?
Keramet konusunun tarikatlarda önemi
Öncelikle keramet üzerinde durmak isterim. Sözlük anlamı itibariyle, “değer, kıymet, iyi, ahlaklı ve cömert olmak“ anlamını taşımaktadır. Kur’an içeriğinde, keramet kavramı doğrudan geçmez. Ancak, peygamber olmadıkları halde bazı “özel kullar“ hakkında gelişen olaylardan, Kur ‘anın 18. Suresi olup Medine’de inmiş olan, el kehf 18/16-26; yine Kur ‘anın 27. Suresi Mekke’de inmiş olan en neml 27/40 ayetlerinde bahsedilmektedir. Tarikatın dayandığı tasavvuf bünyesinde ise, âlim kişiler kerameti, “ gizlenmesi gereken bir sır “ olarak görmüşlerdir. Bunun yanı sıra, ( Rıfai, el-burhanu’l müeyyed, 24, 121 ) Keramet, keramet sahibinin masum, yani günahsız ve hatasız olduğunu veya “ gayb’ı “ yani geleceği bildiğini göstermez demektedir. Bunun aksi bir iddia “ naslarla bağdaşmayan “ ve ekonomik açıdan da tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir durumdur. Çünkü gaybı bilenin sadece Allah olduğu Kur’an içeriğinde birçok surede anlatılmaktadır ( el-enam, 6/59; en-neml, 27/65; el-cin,72/26-27 ). Tarikat müritleri Allah’ı değil, “ şeyhlerini “ kızdırmaktan çok korkarlar ki, aynı durumu, ülke siyasetinde iktidar partisi AKP milletvekillerinde de görmek mümkündür. TBMM içinde yapılan tüm oylamalarda, hep birden el kaldırıp, indirmeleri, mantıklı konuların bile hiçbirine katılmamaları bunun en güzel işaretidir. Sizce? Bu durum bir tarikat geleneğini çağrıştırmıyor mu?
Devamı bir sonraki yazıda…