Perşembe, Nisan 24, 2025

Beni Düşündüren Bazı Olaylar

Bu kez beni şaşırtan ve uzun uzun düşündüren iki olayı yazıyorum. Birincisi otuz yıldan daha uzun bir zaman önce dinlediğim bir hikâye üzerine.

Yıllar önce rahmetli kayınpederim ve kayınvalidem Almanya’nın Karlsruhe kentindeki oğullarını görmeğe giderler. Hasret gidermeler ve çevrede gezintiler derken son gün oğul anne ve babasını iyi bir lokantaya yemeğe davet eder. Üçü de o lokantada çok lezzetli yapıldığı bilinen bonfile sipariş ederler. Yemekler gelir ve derin bir sohbet arasında bitirilir. Hesabı isterler. Hesapta servis edilen her şey tek tek yazılmış ve karşılarına bedelleri konmuştur.

Oğul hesaba göz atınca bir gariplik fark eder ve garsona sorar: “Üçümüz de aynı şeyleri yedik. Ama bakıyorum iki bonfilenin fiyatı aynıyken bir tanesininki biraz daha az, neden?”. Garson sükûnetini bozmadan cevap verir: “Biraz geç vakitte geldiniz ve elimizde yalnızca üç parça bonfile kalmıştı. Ne var ki iki tanesi standartlarımıza uygunken üçüncüsü daha düşük gramajdaydı. Bu nedenle ona aynı fiyatı yazamazdık efendim”.

İkincisi son Dünya Savaşı yıllarından gerçek bir anlatı. Alman fabrika sahibi işçilerini topluyor ve şöyle hitap ediyor: “Birkaç gün, birkaç hafta içinde Amerikan ordusu burayı işgal edecek. Şimdiden sonra çalışmayı durduracaksınız. Hepiniz birlikte fabrikanın makinalarını sökeceksiniz ve yanınıza alabildiğinizi alıp evinize götüreceksiniz. Yakında savaş bitecek ve Almanya yeniden ayakları üzerinde yükselecek. O gün geldiğinde sizlere haber salacağım ve parçaları getirmenizi isteyeceğim.” 

İstediği yapılıyor. ABD askerleri bomboş bir binaya giriyorlar. Savaş sona eriyor, barış yapılıyor ve Almanya’nın kalkınması faaliyetleri hız kazanıyor. Günü geldiğinde hayatta kalan işçiler ve ölenlerin aile mensupları parçaları getiriyorlar, kurulum yapılıyor ve fabrika tekrar çalışılacak hâle getiriliyor. Müdür personeli topluyor: “Şimdiden sonra bir yıl (süreyi tam hatırlamıyorum) fabrikada çalışacaksınız ama hiç maaş almayacaksınız. Fabrika kendini kurtardığında hepiniz ortak olacaksınız”.

Üçüncüsü çok yeni. Bu yazıyı kaleme almadan bir gün önce Japon NHK televizyon kanalının İngilizce yayınında Japonya’nın Doğu sahillerini yıkıp geçen deprem ve tsunami ile ilgili bir program seyrediyordum. Tagashi isimli bir kazazede olayı baştan sona yaşamış, içinde bulunduğu minibüs dalgalarla sürüklenmiş ve sonunda bir otoparka saplanıp kalan aracının üstünde hayatta kalmayı başarmış. Yapılan röportajda başrolü oynuyordu.

Bir ara bir kadınla konuşmaya başladı. Kadıncağız yaşadığı felâketi heyecanla anlatıyordu. Derken ağlamaya başladı. Tagashi’nin ona “Ama yapmayın, kendinize haksızlık ediyorsunuz, siz ne yapabilirdiniz, sizin suçunuz yok ki” demesi dikkatimi çekince daha dikkatle dinledim ve kadının neden ağladığını hayretler içinde öğrendim. Mealen şöyle diyordu: “Orada benden ve kayınvalidemden başka insanlar da vardı ama ben küçük kurtarma botu gelince hemen kayınvalidemi bindirdim ve arkasından ben bindim. Bot bizi sağlam bir zemine bırakmak üzere ayrıldı. Şimdi orada belki de kurtarılması benden daha çok gereken insanları düşünmedim. Bencillik ettim. Vicdan azabı çekiyorum.”

Değerli dostlar. Muhtemelen hepimiz televizyon ekranlarımızdan o tsunami felâketini seyrettik. Japon halkının mucizevî disiplinini, başkalarının haklarına saygısını, sükûnetini, sırayı bozmadan felâket sahalarından ayrılışını, mağazalarda raflarda kalan ihtiyaç maddelerini yağmalamayıp sadece kendi ihtiyaçlarına yetecek miktarda aldıklarını gördük. Bunların şaşkınlığını daha üzerimden atmamışken böyle bir söyleşiyi dinlemek beni allak bullak etti.

Bu nasıl insanlıktır? Bu nasıl bir vatan sevgisidir? Bu nasıl saygılı ve disiplinli bir toplumdur? Düşündüm, düşündüm ve yüreğimi dağlayan bu anılar arasında kendi kendime şöyle dedim: “Şimdi anlıyor musun ikinci büyük savaştan sonra ülkeleri ve ekonomileri hak ile yeksan edilen Almanya ve Japonya’nın bugünkü durumuna nasıl geldiklerini?”.

Fazıl Bülent Kocamemi

Diğer Yazarlar