Uzmanlar, çevresel etkenler ve gelişmiş tanı imkanlarının artmasına paralel olarak son yıllarda karaciğer kanserinin görülme sıklığının tüm dünya ile birlikte ülkemizde de artış gösterdiğini ifade ediyor. Günümüzde kanser türünde cerrahi yöntemin büyük bir öneme sahip olduğuna vurgu yapan uzmanlar ancak hastaların sadece küçük bir bölümünün ameliyat edilebildiğine dikkat çekiyor. Karaciğer kanserinin ileri evreye kadar sinsice ilerlemesi nedeniyle tanı konulduğunda pek çok hastanın ameliyat olma şansını kaybettiğine vurgu yapan uzmanlar bu noktada devreye giren ve hastalar için büyük bir umut olan TARE (Transarteriyel Radyoembolizasyon) yönteminin ise ülkemizde giderek artış gösterdiğini söyledi. TARE yönteminin hedefe yönelik yüksek dozda radyasyon uygulayarak tümörün küçülmesini sağladığını söyleyen uzmanlar çevre dokulara da zarar verdiğini aktardı. Acıbadem Maslak Hastanesi Girişimsel Radyoloji Uzmanı Prof. Koray Güven, tümörün küçülmesi sayesinde pek çok hastanın ameliyat olabilme şansını yakaladığına dikkat çekerek, “Yöntemin bir başka önemli özelliği ameliyat imkanını tümüyle kaybetmiş olan hastaları da diğer tedavi seçeneklerine uygun hale getirmesi. Bu sayede hastaların yaşam süreleri ve kaliteleri artıyor” diye açıkladı.
“TARE 2 aşamadan oluşuyor”
TARE yönteminin anjiografi eşliğinde ve lokal anestezi altında gerçekleştirilen iki aşamadan oluştuğu belirtildi. Genellikle 1.5 ile 2 saatte tamamlanan TARE yönteminin ilk anjiyo aşamasında tedavinin provasının gerçekleştirildiği ifade edildi. Kasık bölgesindeki damara yerleştirilen ince bir kataterin karaciğere giden damarlara yönlendirilerek karaciğeri besleyen damarların haritasının çıkarıldığı ve böylece uygulanacak olan radyoaktif mikrokürelerin dozunun hesaplandığının altı çizildi. Ardından tümör bölgesine özel bir ilacın enjekte edildiğini ve radyoaktif mikrokürelerin başka organlara kaçıp kaçmadığı testinin yapıldığı aktarıldı.
Girişimsel Radyoloji Uzmanı Prof. Dr Koray Güven, TARE yönteminde prova aşamasının kritik bir öneme sahip olduğuna işaret ederek, “Provada amacımız hastaya tümörü yok etmek için verebileceğimiz radyasyon miktarını ve damarlardan kaçak yapıp yapmadığını tespit etmek. Zira, bazı hastalarda karaciğeri besleyen damarlar başka organları da beslemekte ve bu durumda verilecek olan radyoaktif madde kaçak bölgeden tümör yerine sağlam dokuya giderek o bölgede hasar oluşturabiliyor” dedi.
“Kişiye özel doz ve planla uygulanıyor”
TARE yöntemi, kişiye özel bir gömlek diker gibi özel bir doz ve planla uygulanıyor. Uzman Prof. Dr. Güven, provada hesaplanmış olan radyoaktif maddelerin yaklaşık 10 gün sonra yine aynı anijyo yöntemiyle tümöre iletildiğini belirterek, “Tümör bölgesine ulaşan yüksek dozda mikroküreler kanser hücrelerini yok ederken tümörü besleyen kan akışını da kısıtlamakta. Bu etkisi sayesinde radyasyonun etkisi artırılıyor” diye anlattı.
“20-30 Grey doz civarında mikroküreler veriliyor”
TARE yönteminin en önemli avantajının, standart radyoterapi yöntemlerindeki maksimum dozun 20-30 kat daha fazlasının verilebilmesi olduğu belirtiliyor. Uzman Prof. Dr. Güven, yöntemin bu sayede tümörde kısa sürede maksimum etki oluşturabildiğine dikkat çekerek, “Radyoterapi yönteminde standart olarak 20-30 Grey doz civarında mikroküreler veriliyor. TARE yönteminde ise bu doz 700-1000 Grey doza kadar artırılabiliyor Üstelik anjiyo yoluyla verilen madde doğrudan tümörü hedef aldığı için sağlıklı olan çevre dokular da korunabiliyor. Hastaların aynı gün veya bir gün sonra hastaneden taburcu oldukları bu yöntemin sağladığı bir başka önemli avantaj ise kemoterapi ve radyoterapi yöntemleri gibi ciddi yan etkilere neden olmaması. Karın ağrısı, bulantı, iştahsızlık veya halsizlik gibi yan etkiler normal yaşamı olumsuz etkilemeyecek kadar hafif seyrediyor ve bu sayede hastalar günlük aktivitelerine hızlıca dönüş yapabiliyor” dedi.