Üstte sizlerle paylaştığım resmi ilk gördüğümde hâlim niceydi önce onu anlatmalıyım. Dokuzuncu kattaki daireme girdiğimde yorgunluktan nefes nefeseydim. Kasketimi çıkardım, koltuğa attım. Montumu çıkardım aynı koltuğun sırtına savurdum. Ayakkabılarımı çıkardım ama terliklerimi giymeden kanapeye attım kendimi. Çok yorgundum. Yaş oldukça ileri, kalp damarlarından beşi “bypass” geçirmiş, omurgasında eskiden kalma arıza son zamanlarda sırıta sırıta canımı yakıyor, elimdeki baston bir süredir demirbaş yardımcım olmuş. Başka nasıl olsun? Pencereyi açamıyorum çünkü yerde sakin olan hava benim katımın hizasında hafif esen ama buz gibi bir rüzgâra ev sahipliği yapıyor.

Bir zamanlar Marmara’ya oradan da ufka kadar açık olan manzaram devasa binalara kurban edilmiş. Kaldırımda oturup yarım saatte kaç otomobil geçtiğini saydığımız Bağdat Caddesi’nde trafik tıkanmış, korna sesleri salonumda yankılanıyor. Bu ortamın baskısı altında attım kendimi kanapeme. Telefonuma baktım kim aramış, neler olmuş diye. Yukarıda sizlerle paylaştığım evin görüntüsü çıktı karşıma. Ne kadar uzun ve yüksek sesle “Ooooof of!” çektim bilmiyorum ama yetti bana. Gözlerimi kapadım ve anıların girdabında döne döne kayboldum.
Kırklı yılların ortasından ellili yılların ortasına kadar yaşadığım güzeller güzeli Karşıyaka’ya, sonra yıllarımı anılarla doldurup taşıran Manisa’nın Karaağaçlı köyüne, nihayet İstanbul Kadıköy’ün sayfiye olarak anılan, karşıya geçenlerin sorulduğunda “Şehre iniyoruz” diye cevap verdiği yıllara dönmekti niyetim. Bu evi görünce neredeyse kendimden geçtim, dünya ile ilişkimi kestim ve hayaller âlemine dalıp gittim.
Evin önünde durdum. Bahçe kapısından girdim. Giriş parke taşlarıyla döşeliydi. Yeşillikli bahçe arka taraftadır diye düşündüm çünkü asırlık zeytin ağacı bile yüksekçe bir taş duvarla koruma altına alınmıştı. Doğru ya, bir kazaya uğramamalıydı ki hem ev halkı hem de komşular ilâç yememiş zeytinlerden ve yağlarından yararlanabilsin. Biz de öyle yapmaz mıydık zamanında? Bahçemizdeki incirlerden, kirazlardan, vişnelerden, cevizlerden, çam fıstıklarından, dutlardan, Malta eriklerinden komşulara göndermez miydik? Ev de bir taş yapıydı. Ege bölgesinde kıyılardan içerilere kadar birçok yerleşim yerinde de böyledir. Yazın serin olan odaları kışın çabuk ısınır. Pencereleri gördüm. Maviye boyalıydı. Bu bütün Ege denizindeki adalarda ve kıyılarındaki Yunan ve Türk yerleşimlerinde bir tür gelenektir sanırım.
Hayal âlemindeyim dedim ya; önce bahçede biraz oturayım, yürüyerek geldim sanki de yoruldum, biraz nefes alayım zeytin ağacının gölgesinde. Derken kapı açıldı. Güler yüzlü bir nine göründü kapıda, elinde bir bardak çay ile. “Hoş geldin evlâdım, sana çay getirdim. Ben ön bahçede çamaşır asıyorum, sen çayını iç, dinlen sonra yanına gelirim.” Ah o Anadolu insanının eşsiz misafirliği! Çok geçmeden geldi yanıma ve beni içeriye aldı. Bütün alt kat büyük bir odadan oluşuyor. Yemek yenilen, oturup sohbet edilen odalar burada tek parça, iç içe. Üstelik bir köşesi de mutfak. Yemeğini pişir, iki adım at masaya otur ye, iki adım daha at kanapeye uzan. Yatak odaları yukarıda, banyo ve tuvalete oradan geçiliyor. “Gel benimle, arka bahçe daha serin. Hem sen anlatırsın hem de ben örgümü örerim. Eğer bu akşam gelecek torunuma yetiştiremezsem üzülür.”
Arka bahçe tam hayal ettiğim gibi: Küçük, iki üç meyve ağacı ve evin duvarına sarılmış asmadan başka her yerde saksılı çiçekler var. Çamaşır asmak için iki ağaç arasına gerilmiş ipte birkaç bez. Duvarın dibinde, içinde bir küçük bir de büyük makas bulunan büyükçe hasır örgü bir sepet. Yanında zeytin dolu birkaç tane büyükçe kavanoz. Önünde bir masa, bir sandalye ve uzunca bir bank, hepsi tahtadan, hepsi yılların izlerini taşıyor. “Rahmetli yaptı bunları, tek başına” diyor nine.
Birden bir patlamayla kendime geliyorum. Hayal âleminden ışık hızıyla dönüyorum gerçek âleme. Pencereye koşuyorum bir patlama daha. Anlıyorum beni güzel rüyamdan neyin ayırdığını: Nasıl bir zevkse, nasıl bir eğlence anlayışıysa arabanın egzozunu bilerek patlatan, böyle eğlenen bir kifayetsizin marifetiymiş. Penceremi kapamadan derin bir nefes alıyorum. Genzimden giren egzoz kokusuna aldırmadan dev apartmanlara bakıyor ve kanapeme dönüyorum.