Anadolu binlerce yıldır kendini büyük kabul eden grupların, devletlerin ilgi alanı olmuştur ve hala olmakta. Osmanlı’nın son döneminde 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali ile başlayan Anadolu’nun paylaşılması projesi 20 Ağustos 1920’de Sevr anlaşması ile şekillendi. Anadolu’nun paylaşılması konusunda Britanya İmparatorluğu ve Fransa uzun süredir çalışıyordu. Gizli olan bu anlaşmayı Britanya adına Mark Sykes ve Fransa adına François Georges-Picot 16 Mayıs 1916 tarihinde imzaladı. Onun için bu gizli anlaşma Sykes-Picot olarak anılır. Çarlık Rusyası da bu anlaşmaya taraf oldu. Ancak Ekim 2017 Bolşevik Devriminden sonra Lenin bu anlaşmayı ifşa etti.
Kısacası İzmir’in işgali ve Anadolu’nun, kuzey Suriye, Irak ve Filistin’in paylaşılması tam bir emperyalist işgaldi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurtuluş savaşı verdik ve 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılması ile savaş sona erdi. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti resmen sınırları ile kabul edildi.
Lozan anlaşmasını İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve ilerleyen yıllarda kurulacak olan Yugoslavya’nın temelini oluşturan “Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı” imzaladı. Türk hükümeti adına imza atan delegelerimiz ise İsmet Paşa( baş delege), Sağlık Bakanı Rıza Nur (ikinci delege) ve eski İktisat Bakanı Hasan Saka (delege) idi.
Lozan anlaşması ile sınırlarımız çizildi ama o zamandan beri bizi kontrolleri altına almak ve parçalamak isteyenler çalışmalarını sürdürüyor.
Bir örnek vereyim;
Meral Akşener MHP’de genel başkanlığa aday olunca, 8 Eylül 2016’da partiden atıldı. 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği referandumundan önce ,1 Nisan 2017’de Sözcü gazetesine röportaj verdi ve bir hatırlatma yaptı: “CIA’nın Ortadoğu Masası Şefi Paul Henze’nin 2006’da verdiği bir raporu var. Raporda, ‘Türkiye Cumhuriyeti öyle bir sistemle kurulmuş ki, ABD’nin çıkarlarına uygun herhangi bir kararı aldırmak imkânsız. Sürekli bir denge-kontrol mekanizması işliyor. Bizim çıkarlarımız için ‘Tek Adam Rejimi’ önemli. Eğer o tek kişi ikna olmuyorsa onu alaşağı edebiliriz’ diyor.”
Paul Henze’nin raporunu internette bulabilirsiniz. Tek adam rejiminde alaşağı ederiz diyen Henze buna örnek olarak Saddam’ı gösteriyor. Daha önce de yazdım, anımsatayım: Saddam Suriye’de öğrenci iken CIA’nın tetikçisi idi. Irak’a döndü, siyasi alanda yükseldi.17 Temmuz 1968 devrimi sonrasında başbakan yardımcısı oldu, 1979’da da başbakan oldu. 2003^te alaşağı edilinceye dek başbakan olarak görev yaptı.
O kadar çok örnek var ki, saymakla bitmez. Terörist olarak yetiştirilen, İŞİD yöneticisi, hakkında 10 milyon dolar yakalama ödülü olan kişi, yıllarca Hatay ilimize komşu İdlib’de HTŞ’nin kurucusu (Heyet Tahrir Şam) yönetiminde başbakan olarak duruyor. Bir gün yola çıkıp önce Halep’i, 7 gün sonra Şam’ı alıyor. Sonra Suriye devlet başkanı oluyor.
Yılmaz Özdil’in anlattığına göre NATO’da seçilen 4 farklı subay İtalya’da aylarca çalışıyor ve sonra Ahmet El Şara’yı harekete geçirip Beşar Esad’ı deviriyor.
Tabii Suriye sınırındaki mayınları temizlediğimiz yılın ertesinde 2011’de Arap Baharı projesinin hayata geçirildiği de aklımıza geliyor birdenbire.
Diyeceğim odur ki; Türkiye’de hareketlerin büyük çoğunluğunun ileriye dönük bir “amacı” var. Belediye başkanlarının tutuklanması, yüzlerce kişinin iddianame hazırlanmadan içeride tutulması, gizli tanıklarla tutuklamalar kadar şirketlere el konulması, Atatürk’e hakaret eden din görevlilerinin önemli mevkilere atanarak göz önünde tutulması gibi günlük yüzlerce olayı takip etmek zor. Ancak sıradışı hukuka aykırı veya halkın genel kültürüne uygun olmayan davranışlar her zaman medyada yer alıyor.
Bugüne dek izlediklerimiz ileride karşılaşacağımız “olağan dışı” senaryoların bir parçası olabilir mi? Ortalık trol kaynıyor. Yazar, çizer, profesör, mafya…
Merakla izliyorum.