Diyelim ki ormanda tek başınıza yürüyüştesiniz. Şehrin karmaşasından kurtulmak için seçtiniz bu doğal ortamı. Tek amacınız bedeniniz yerdeyken ruhunuzu hayallerinizin sırtına bindirip yeni âlemlerde gezdirmek. Yok yok endişelenmeyin çıldırmaya başlamadım. Çok zaman önce bir kitap okumuştum. Tibet ya da oralarda bir yerde bir rahip karlı tepelerde otururken uçmaya karar vermiş. Açmış kollarını, kapamış gözlerini ve bedenini terk eden ruhu yükselivermiş göğe doğru. Yunus şöyle demiş bilirsiniz: “Beni bende demen, bende değilim, bir ben vardır bende, benden içeru.” Hikâyeye bakılırsa Yunus demiş ama rahip böyle yaptım diyor kitabında. İşte ben de eve yorgun döndüğüm bir gün arayan soran var mı diye bilgisayarımın başına geçip e-postalarımı tek tek okuduktan sonra önümdeki camdan geçip dünyayı dolaşmaya başladığımda aşağıdaki fotoğrafı gördüm. Çok eski bir arkadaşımdan gelen sohbetin içindeydi. Çok eski ve sevgili arkadaşım her zamanki gibi cevabı zor verilecek sorularından birini soruyordu: Sence bu merdivenler nereye gidiyor?

Beyaz camdaki fotoğrafı büyüterek – inadına Fransızca “ekran” yazmayacağım – hayal dünyama devrettim araştırma görevini.
Fotoğraf fotoğraf olmaktan çıkmış, çevremi sarmış, beni içine almış. Şimdi çevrem yemyeşil, rengârenk. Nefesimin son sınırına kadar durmadan ciğerlerime çekmek istiyorum mis gibi kokan havayı. O kadar temiz ki, içimi yakıyor sanki derin nefes alırken ve adeta yorgun düşüyorum. Alışık değiliz ne yazık ki bir yanda akaryakıt, çöp ve benzeri kokarken, motor, inşaat ve insan gürültüleriyle kafa ütüleyen şehir havasından başkasına. Sessizliğin tam ortasındayım demedim, lütfen dikkat. Hafif bir esintinin canlandırdığı yemyeşil yaprakların tatlı hışırtısına onlarca farklı kuşun ötüşü eşlik etmekteydi. Dev bir doğal orkestra dinlemekteyim. Ya karşımda duran ve saniyeler ilerledikçe beni ısrarla çağırdığını hissettiğim o merdiven nereye doğru yükseliyordu acaba? Düşünüyorum da içimde bir endişe oluşmamıştı. Eli, kolu, gözü, ağzı, sesi olmasa da beni çağırdığını anlıyordum. Öyle davetkârdı ki! “Basamaklar sağlam mı acaba, Dikkatli yürümeliyim, belki de yosunlar kayganlaştırmıştır. İki adım daha yaklaşayım. Tehlikeli görünmüyor.” Yukarıda ne olduğunu göremiyordum. Orada bir ışık vardı beni çağıran, ama ötesini göremiyordum. Sol tarafta birkaç tabela varsa da okuyamıyordum. “Haydi oğlum gayret, sen ne tehlikeler atlattın bu yaşa kadar, teker teker çıkacaksın basamakları, haydi!” Çıkıyorum dikkatli adımlarla korkuluklara sıkı sıkı tutunarak. Onlar da çok eskimiş, sallanıyor, gıcırdıyor. Olsun, gene de tutunacak bir yer var, devam et ey meraklı insan.
Hayal dünyasında asla yalnız olamazsınız. Güven veren sâkin ve yaşlı bir ses duymaktayım şimdi. Kuşlar sustu. Ses ışıklı tepe noktasından geliyor: “Ne zamandır seni bekliyordum evlâdım. Bütün özlediklerin burada. Haydi hızlan biraz. Merdivenlerin kaç yaşında olduklarını ben bile bilmiyorum ama sapasağlamdırlar, bir bilsen kimleri taşıdılar buralara.” Tuhaf bir rahatlama hisseder oldum birden. Artık daha güvenle basıyorum basamaklara, daha güvenle ve daha çabuk ilerleyerek. Kuşların ve yaprakların oluşturduğu orkestranın canlı bir melodi çalmakta olduğunu fark ediyorum. Benim hareketlendiğimi ve endişelerimden arındığımı anladılar galiba. Işık da yaklaştı, parlaklığı gözlerimi kamaştırmaya başladı. “Birkaç adım daha oğlum, ha gayret, bitiş çizgisine çok az kaldı.” Birden ışığın göz alıcı duvar gibi beyazlığı yerini kelimelerle tarif edemeyeceğim kadar tatlı ve yumuşak bir sise dönüşüyor. Bana kollarını açmış, beni özlemle kucaklamaya hazırlanan güler yüzler görüyorum. Donup kalıyorum. Kalbim atmıyor galiba. Çok tuhaf duygular içindeyim. Ağlamakla sevinç çığlıkları atmak arasında şaşkın şakın bakıyorum. Kollarımı onlara uzatıyorum, sarılamıyorum, uzatıyorum, sarılamıyorum. Sarılamıyorum anneme, babama. Sarılamıyorum beni okutan amcama, her deniz dönüşü, her okul çıkışı mutlaka yemek yemeğe gittiğim babaanneme, anlattığı masallara hayran olduğum, Rumeli böreklerinin ve tatlılarının tadına doyamadığım, bana “paşam” diye seslendiğini unutmadığım nineme.
Nefes nefese doğruluyorum yatağımda. Ardı ardına derin nefesler alıp veriyorum. Ter içindeyim. Tam karşımdaki penceremdeki kepenkleri iyi kapamamışım. Odam yarı aydınlık. Bir güneş ışığı huzmesi girmiş, tam gözümün üstüne yerleşmiş. Oda kapım kapalı. Ne ağaç var ne kuş ne de bilgisayarımdaki taş merdiven.