28 Temmuz 1402’deki Ankara Savaşı’nda Timur getirdiği 30 kadar fili ormandaki ağaçların altına saklar. Rivayet böyle. O dönemde Anadolu’da ağaçlardan güneş görülmezmiş denir. Bu nedenle I.Beyazıt’ın askerleri ve casusları fillerin gelişini saptayamamışlar Timur kazanmış, Beyazıt esir düşmüş. Yine rivayete göre, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “Bir sincap İzmir’de ağaca çıksa hiç yere inmeden Van’a kadar gidebilir” şeklinde bir ifade kullanmış.
O günden bugüne dek ormanların durumu ortada. Cumhuriyet döneminde ormanları korumada orman köylüsü görevlendirilmiş, askeri birliklerin “doğal görev emri” olarak kayıt altına alınmış, orman yangınlarını söndürme görevi Türk Hava Kurumuna verilmiş.
Cumhuriyet döneminin ilk 90 yılındaki toplumsal örgütlenme ile, son 23 yıldaki örgütlenme arasında bir fark var mıdır diye sorarsanız, yanıtların çoğu “evet“ olacaktır. Şöyle ki; orman köylüsünün görevlendirilmesi kaldırıldı, askeri birlikler yangına müdahale için kışla dışına çıkmama talimatıyla kışlada kaldı, Türk Hava Kurumu da yangın söndürme eyleminden dışlandı. Görevlendirilen kesim ise Büyükşehirler ve itfaiye teşkilatları. Onlar zaten bu işe gönüllü olarak giriyorlardı. O zaman diğer kararlara bakmak gerek.
Askeri birlikler savaşta bizim için çarpışır, barış döneminde de savaşa hazırlanır. Kışladaki bu insan gücü, kendilerine verilen yangına karşı müdahale tatbikatları ile yangına en kısa zamanda müdahale eder, diğer güçler de olaya yetişirdi.
Yeni yapılanmada STK’lar başta olmak üzere tüm insan gücü odakları etkisiz hale getirildi. Orman köylüleri, askeri birliklerin yangın önleyici eylemleri ve Tük Hava Kurumu.
Türk Hava Kurumu yerli pilotlarla her bölgedeki yangın çeşitliliğinin farkında olup, yangınlara kahramanca müdahale eder, en kısa zamanda yangını söndürmek için savaşırlardı. Pilotlar tam bir vatanseverdi.
Bu vatanseverler bir yana itildi, kiralıklar geldi. Yani vatanı için yangının odağına su taşıyan kahraman pilotlarımız yerine, attığı su kadar para alan şirketlerin elemanları devreye girdi.
Bir örnek vereceğim; 31 Temmuz 2024’te Urla yangınında, yangın Çeşmealtı bölgesinden çıktı. Dumanları gördük. Yangın üç tepeyi aşarak, 4 kilometre katetti, geldi çiftliğimizi, zeytin ağaçlarımızı, depomuzu ve alet, edevatları yaktı. Sağolsun İlçe Tarım Müdürümüz geldi, tutanak tuttu, AFAD’a haber verin dedi. Aradık AFAD’ı, çıkan şahsa Tarım İlçe Müdürümüz size bilgi vermemizi söyledi dedik. Telefondaki kişi, oradaki birisine “abi Urla’daki yangından arıyorlar” dedi. Aldığı ve bana aktardığı yanıt şöyleydi: Kaymakamlığa başvurun. O sıcakta, o amir ne iş yapıyordu bilemiyorum, ancak geçen yılın en büyük yangınlardan birisi olan Urla yangını ilgisini çekmiyordu.
Eskinden AKUT bu konuda büyük görev yapıyordu, şimdi sadece AKUT üyeleri yangın söndürmede gönüllü çalışıyor. Bir kısmı da maalesef yanıyor. Sade ormanlar değil, insanımız da yanıyor. İçimiz yanıyor.
Tek adam rejiminde, asker kışlada, THK uçakları depoda. Olası yangın hesabına göre kiralanmış yangın söndürme uçağı var ne var, ne de satın alınmış.
Bu iş duayla çözülse, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral adına paylaşılan mesajın bir yararı olur mu acaba? “Rabb’im!İmdat eyle bize!” diye sosyal medyadan paylaşılan bu mesaj bile yazım kurallarına uygun değil.
Sade vatandaş zaten Allah’a yalvarıyor. Görevini yapmak zorunda olanlar ise atanmış “bakanlar”.
Türkiye’de en ufak örgütlü yapıya izin verdirmeyen bir sistemi kurduranlar, daha önce otel arazisi için parsel parsel orman yakılmasına izin vermişlerdi. Şimdi emekli maaşı, asgari ücret filan derken Gazze’deki gibi insanımızı ve çocuklarımızı açlıktan mı öldürecekler acaba diye düşünmeden edemiyorum.