Cumartesi, Ağustos 9, 2025

Türkiye’de Erken Seçim Neden Gerekli -IV

Eğer hak nedir, batıl nedir, haklı kimdir, haksız kimdir bilmezsen, kimi seveceğini, kime bağlanacağını, buğzedeceğini bilemezsin. Bu da senin imanında gevşeklik, zayıflık olduğunu gösterir


AKP iktidarının “cari denge açısından“ değerlendirmesi

Türkiye’deki cari denge konusu ekonomik kalkınma açısından çok önemlidir. Cumhuriyet kurulduğu 1923 yılından 1946 yılına kadar cari denge hep pozitif yönde ilerleyerek fazla vermiştir. Bu süreçteki cari fazlanın ortalama olarak %35.79 olduğu hesaplanmaktadır. 1938 yılında, ilk defa cari açık verilmiş daha sonra 1948 yılına kadar yine pozitif olarak devam ettiği anlaşılmaktadır. 1931 yılında cari dengenin sıfır olduğu eldeki verilerden izlenmektedir. 1947 yılından başlayarak ihtilalin olduğu 1960 yılını içine alan bir süreçte cari dengenin “cari açıklar “ olarak sürdüğü belirlenmekte olup, dönemin ortalamasının da %95.93 gibi çok ciddi bir seviyeyi işaret ettiği dikkate alınmalıdır.

AKP iktidarı dönemini kapsayan 22 yıllık süreçte, makroekonomik değerlen açısından cari dengenin önemli bir mukayese kriteri olduğu be gerçektir. Bu nedenle, iktidar dönemindeki performansını ölçebilmek için gelişmekte olan ülkeler ile Türkiye’nin cari denge açısından bir karşılaştırılması yapılmıştır.

Türkiye bilindiği üzere, uzun dönemlerden itibaren cari açık veren bir ülkedir ve bu durum iktidara gelen siyasi yöneticilerin başarı ve liyakatleri ile de yakından ilgilidir. Tablodan da görüleceği üzere, AKP iktidara geldiği 2002 yılında ülkedeki cari açık GSYH miktarının yüzde (0.3) oranındadır. Ancak aynı yıl içindeki gelişmekte olan ülkelerde ise cari fazla verilmiş olup bunun GSYH içindeki oranı ise %1.3 seviyesindedir ki, bu değerler ile aradaki farkın ise, %533 olduğunu dikkate almak gereklidir. AKP iktidarının hemen ilk faaliyet yılında, yani 2003 verileri dikkate alındığında ise, bütçedeki cari açık miktarının GSYH tutarının yüzde (2.4) oranına yükseldiği izlenmektedir ki, bir yıl içerisinde, AKP, yapmış olduğu harcamalar çerçevesinde, cari açık miktarını %700 yükseltmiştir. İktidarın 2. Yılında da AKP izlediği ekonomik politikalar ile cari açığı yaklaşık % 46 oranında yükselterek GSYH toplamının yüzde (3.5) seviyesine getirmiştir. 2005 yılının da diğer yıllardan bir farkı olmayarak cari açık dengesi yine bir önceki yıla göre %20 oranımda artış kaydederek, GSYH içindeki seviyesi yüzde (4.2) değerine ulaşmıştır. Bu cari açığın GSYH içindeki oranı 2009 yılına kadar devam etmiş ancak bu yılın verilerine bakıldığında ise GSYH içinde cari açık tutarının yüzde (1.7) oranına geldiği anlaşılmaktadır.

Gelişen bu durum dikkate alındığında, AKP iktidarının, ilk icraatını kapsayan 7 yıllık süreçte, devamlı yükselen cari açık miktarının ortalama olarak GSYH içindeki oranı yüzde (3.77) olup aynı süreçteki gelişmekte olan ülkelerde ise, cari fazlanın yüze 3.07 seviyesinde olması önemlidir. 2009 yılından sonraki yıllarda dalgalanmalar devam etmiş olup 2019 yılında cari dengenin ilk defa fazla verildiği belirlenmektedir ki bu geçen 10 yıllık süreçte ekonomik politikalar çerçevesinde cari açık miktarının ortalama olarak GSYH içinde yüzde (4.06) ile yer aldığı hesaplanmaktadır.

Bu paralelde gelişmekte olan ülkelerdeki veriler ele alındığında 2015 yılına kadar geçen 13 yıllık sürede, onların devamlı olarak cari a fazla ile GSYH içindeki yerini ortalama %2.14 ile muhafaza ettiği izlenmektedir. Netice itibariyle AKP iktidarının icraatlarını kapsayan 22 yıllık sürece bakıldığında cari açık miktarının GSYH içinde ortalama %3.60 ile bulunması ve buna karşılık gelişmekte olan ülkelerde is, cari açık yerine cari fazlanın GSYH içinde ortalama %1.36 olduğu görülmektedir ki aradaki farkın yaklaşık %138 seviyesinde olduğu anlaşılmaktadır.

Bu veriler çerçevesinde AKP iktidarının 22 YILLIK SÜREÇTE CARİ DENGE AÇISINDAN başarılı bir ekonomik politika ürettiğini söylemek imkânsızdır.

AKP iktidarını “dış borçlar“ kapsamında değerlendirme

Türkiye’nin dış borç ihtiyacı cumhuriyet kurulduğundan itibaren artarak devam etmektedir. Bu kapsamda ilk dış borç 1930 yılında Amerika Birleşik Devletlerinden 10 Milyon USD olarak alınmıştır. 1932 yılına gelindiğinde, bu defa Sovyetler Birliğinden hükümetin kararı ile 8 milyon USD borç alınma yoluna gidildiği görülmektedir.

Sanayinin geliştirilmesi ve devletin “Keynes doktrini“ kapsamında öncü rolü oynayarak kalkınmanın sağlanması amacıyla, İngiltere’den 1938 yılında 16 milyon STERLİN alınması gündeme gelmiştir. Alınmış olan bu dış borçların o dönemlerde çok verimli olarak kullanılıp bundan yararlanarak devletin birçok fabrikalar kurduğunu da belirtmekte yarar vardır.

İşte elde edilmiş olan o kazanımların AKP döneminde tamamının elden çıkarılarak yabancılara çok düşük bedeller karşılığı “özelleştirme “ adı altında blok olarak satıldığı kamuoyu tarafından devamlı tartışılmaktadır. Gerek toplantılarımda, gerekse konferanslarımda bana sorulan soruların birçoğunu bu özelleştirmelerin teşkil ettiğini söylemeden geçmek istemiyorum. Yapmış olduğum tüm toplantı ve görüşmelerde blok satışların ne kadar yanlış uygulamalar olduğunu örnekleriyle ortaya koymuştum. Bu özelleştirmelerde yapılabilecek en iyi ve başarılı uygulamanın, özelleştirilecek işletmenin öncelikle rehabilite edilerek küçük yatırımcılara borsada hisse satılarak yapılmasının aynı zamanda sermaye yapısının geniş bir tabana yayılması açısından da önemli olduğunu vurgulamıştım. Bir diğer taraftan derinliği olmayan İstanbul menkul kıymetler borsasının (İMKB) da derinlik kazanabileceğinin ifade etmiş örneklerini yurt dışından vermiştim. Ancak iktidarın uygulaması tamamen bundan farklı olarak çok ucuz bedellerle kapalı kapılar ardında blok satışlar şeklinde gerçekleşmiştir.

Dış borçları, “eski Türkiye“ olarak AKP tarafından etiketlenen ülkedeki duruma bakıldığında, askeri ihtilalin olduğu 1960 yılında sadece 558 milyon USD olduğu kayıtlarda yer almaktadır. Aradan geçen 10 yıllık süre sonunda 1970 yılına gelindiğinde, dış borçların toplam 2.297 milyon USD seviyesine, yaklaşık %312 oranında artış sağlayarak geldiği belirlenmektedir. 1975 yılına ulaşıldığında, 5 yıl içinde dış borçların %41 oranında artarak 3.250 milyon USD olarak gerçekleştiği anlaşılmaktadır. 1980 yılının makroekonomik verilerine bakıldığında ise, ülkedeki %4.69 küçülmenin yanı sıra dış borçların ise % 606 gibi ciddi bir oranda artarak 16.227 milyon USD olduğu izlenmektedir.

Gelişen ekonomik ve mali uygulamalar çerçevesinde 1985 yılındaki veriler incelendiğinde, Türkiye’de büyüme oranının %4.85 olduğu, dış borçların da 25.476 milyon USD seviyesine gelip, 5 yıl içinde %57 oranında artmış olduğunu göstermektedir.

Gelişen dönemlerde yurt dışı kaynaklardan borç alınması her zaman hükümetlerin önemli faaliyetlerinden birisini teşkil etmiştir. Unutmamak gerekir ki, gelişmekte olan ülkelerin devamlı surette yabancı kaynaklara ihtiyacı vardır.

Bu tablodan da izlenebileceği gibi, Türkiye’nin dış borçlarının AKP iktidara gelmeden önceki durumu irdelendiğinde, 1932 ile 1950 yıllarını kapsayan dönemde ortalama olarak %10.44 seviyesinde olduğu belirlenmektedir. Çok partili dönemde Demokrat partinin iktidara gelmesiyle başlayan 1950 ile 1970 yıllarını içeren dönem sürecinde dış borçların gayrisafi milli hâsıla (GSMH) içinde ortalama olarak %8.37 oranı ile yer aldığı görülmektedir. 1970 ile 1990 yıllarındaki süreçte dış borçlanmanın giderek arttığı ancak bu yirmi yılı kapsayan periyotta ise, ortalama olarak dış borçların %26.37 düzeyinde bulunduğu hesaplanmaktadır. 1990 ile 2000 yıllarının dahil olduğu AKP iktidarından önceki döneme bakıldığında, dış borçların gayri safi milli hasıla (GSMH) içindeki yerini %43.50 oranına yükseldiği anlaşılmaktadır.


Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar