En büyük suçları işlemek için ya çok vicdansız, ya da çok dindar olmak gerekir
Sevgili okurlarım,
Bu makaleme 9 Şubat 1737 yılında NORFOLK şehrinde doğup, 8 Haziran 1809 tarihinde vefat eden, Fransız devrimi ile Amerikan bağımsızlık savaşını etkileyen, filozof, yazar ve siyaset kuramcısı olan THOMAS PAINE ‘in sözleri ile başlamak istedim. Kendisi 37 yaşında iken Benjamin Franklin ile tanıştıktan sonra Amerika’ya göç etmiş ancak 1787 yılında tekrar Avrupa’ya dönmüştür. 1776 yılında yayınlanan “ COMMON SENSE “ yani sağduyu adlı eseri Amerikan bağımsızlık bildirgesinin hazırlanmasında etkin olmuştur. Kendisi hakkında Napolyon Bonapart “ Yeryüzünün her bir kentine Thomas Paıne’in saf altından yapılmış heykelinin dikilmesi gerekir “ demesi omun önemini daha iyi vurgulamaktadır.
Günümüzde kamuoyunun gündemine yakın bir gelecekte ciddi bir savaş olabileceği gerçeğinin üzerinde önemle durulmalı ve yönetimsel boyutta değerlendirmeler içinde tedbir alınması ve toplumsal korunma açısından bu yaklaşımı gözden uzak tutulmamalıdır. Siyasi ve askeri analiz yapabilen bazı düşünce kuruluşları ile bunun yanı sıra, önemli istihbarat birimleri haricinde kimse bu konuyu detaylarını ele alarak irdelememektedir. Oysa insanlık tarihi, geçen süreçler ve siyasi dönemler ile kaynakların kullanımı ve bu kaynaklara olan talepler kapsamındaki yaklaşımlar düzeyinde ele alındığında, savaşların tarihi ile insanlık tarihinin tamamen örtüştüğü ve hemen hemen aynı olduğu görülmektedir. Unutmamak gerekir ki 3.500 yıllık insanlık tarihinin sadece 270 yılı savaşsız geçmiştir. Bunun da reddedilemeyecek bir gerçek olarak hayatımızda yer aldığına dikkat çekilmelidir. Edinilen deneyimler ve dönemsel gelişmeler çerçevesinde geçmişe bakıldığında, savaşın gerek bölgesel gerekse tüm dünyayı etkileyecek şekilde çıkarılması için çok önemli gerekçelere pek ihtiyaç olmadığı anlaşılmaktadır. Emperyalist ve egemen küresel güçler tarafından bazen çok basit bahaneler üretilerek savaş çıkarılması mümkündür. Bu ülkelerin kışkırtmaları ve kışkırtılmaları çerçevesinde, gündeme gelebilecek silahlı çatışmaları en genel anlamda bölgesel savaş veya tam savaş olarak tanımlamak da mümkündür.
Dünyada günümüzde, genel olarak silahlanma ve savaş ortamının gittikçe artması adı konulmamış bir dünya savaşının ayak seslerinin duyulmaya başladığını artık herkesin görmesi ve kendisini ona göre ayarlaması, gerektiğine inanıyorum. Güncel barış deneyimlerini alt üst eden Vladimir Putin, Donald Trump, Netanyahu gibi kendi ideolojik radikalizmlerine hizmet eden liderler, maalesef ki, yine dünya genelinde, milyonlarca günahsız insanın ölümüne neden olacaklardır.
Yabancı bir ülkeyi işgalinin, meşruiyet kapısını Vladimir Putin açtı, bu kapıdan da Trump’ın belli bir planlama çerçevesinde, kurduğu lojistik köprü vasıtasıyla Netanyahu geçerek eşi benzeri görülmemiş bir soykırımı Filistin’in Gazze şehrinde yapmıştır. Askeri ve istihbari değerlendirmeler dikkate alınırsa, Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasındaki yıkıcı yıpratıcı ve tahrip edici silahlı çatışmanın, Rusya tarafından bir harekât olarak tanımlanarak başlamış olması söz konusudur. Bu saldırı harekâtı düşük yoğunluklu bir ateş olmaktan çok temelinde Rusya Federasyonunun sıcak denizlere inme ve kaynaklarını arttırarak bölgesini genişletip aynı zamanda da kaynakları kontrol etme isteği yer almaktadır. Sosyalist bir devlet yapısından, kapitalist sisteme geçme ve demokratikleşme çabaları olduğu gözlemlenen, Rusya Federasyonu ve onun yöneticileri günümüzde maalesef eski dönem alışkanlıklarından kurtulamamışlardır. Bu husus birçok istihbarat birimi ve siyasi analizciler tarafından da kabul görmektedir. Putin Rusya’sının işgal edip, ilhak etmek için, üç yıllık bir savaşı göze alarak yola çıktığı Ukrayna’da toplam olarak 250.000 kişinin öldüğü, yaklaşık 78.000 kişinin yaralandığı ve 2.500.000 kişinin ise, evsiz barksız kalarak ülkeyi terk edip göçmen oldukları izlenmektedir. Bu göçmenlerin 1.500.000 kişisinin Polonya’da olduğu Alman istihbarat kaynakları tarafından belirlendiğini öğrenmiş bulunuyorum. Sovyet Rusya dönemindeki oligarşik ve diktatoryal yapının aynen devam ettiği izlenmekte, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler kelimelerinin manalarının bile Rusya Federasyonu yöneticileri tarafından günümüze kadar algılanmamış olduğu sonuçlara bakılarak değerlendirilmesi mümkündür.
Bilindiği üzere, savaş olmadan barıştan söz etmek mümkün değildir. Savaşın akabinde ateşkes ve onu müteakiben de barışın gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Bunun devamında ise, tamamen hayali dinsel ögeleri kullanan aşırı sağcı radikalist Netanyahu Gazze’de 90.000 kişinin katliamından, 65.000 kişinin yaralanmasından ve 3.000.000 kişinin de bilinçli bir plan dahilinde göç ettirilmesinden sorumludur. Netanyahu ile onun kişiliksiz, disiplinsiz askerlerine yol verip, imkân tanıyan ABD başkanı Trump’ın Gazze’de işlenen soykırım suçuna iştirak ettiğini Uluslararası Ceza Mahkemesinin de belirlediğini, yazmadan geçemeyeceğim.
Trump yönetiminin ABD için verimli olacağını düşünmek oldukça zordur. Kendisinin ABD başkanı olarak Netanyahu’ya koşulsuz destek vermesinin Amerikan kamuoyunda olumlu karşılanmadığı görülmektedir. Ülke genelinde yapılan bütün protesto eylemlerinin bunu teyit eder mahiyette olduğu unutulmamalıdır. Netanyahu yönetiminde İsrail’in soykırım suçu işlediği bir gerçektir. Bu 90.000 kişi içinde ortalama 30.000 çocuk bulunduğu büyük bir katliamın suç ortağı olarak Trump, birçok yabancı medya organlarında yer almaktadır. Soykırım bir insanlık suçudur. İsrail’in bu yaptığı savaş kurallarına bile sığmaz niteliktedir. Tüm değerlendirmeler, bu çerçevede şekillenmektedir. İsrail çok basit dini söylevleri kendisine kılavuz edinmiş olarak “vaat edilmiş topraklar“ şarkısını nakarat olarak devamlı söylemektedir. Tarih yeterinde okunup irdelendiği zaman, gelmiş geçmiş tüm diktatörlerin sonlarının birbirine benzediği örneklerle doludur. İşte tüm bu film şeridi sahnelenirken figüran rolü bile alamayan ise, ülke halkları olmaktadır.
Jeopolitik tatminsizlik olgusu da savaşın nedenlerinden birisi olarak önümüze çıkmaktadır. İnsan çatışması ve tatminsizlik başlı başına önemli birer unsur olma niteliğindedir. Bir siyasi toplumun yaşadığı yerde tüm ihtiyaçları karşılanmalıdır. Bu mümkün değildir; işte o zaman toplumun yaşadığı yerin genişleme ihtiyacı gündeme gelmektedir. Bu durumun da savaşın gündeme gelmesini olgunlaştıran etmenlerden birisi olduğu görülmektedir. Güncel ekonomik yaklaşımlara bakıldığında savaş için yatırım yapan vardır ancak barış için yatırım yapan ise maalesef yoktur. Savaş insanların aç gözlüğü ve ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.
İşte tüm bu gelişen olayların yanı sıra, ABD başkanı Trump’ın Çin ile girdiği ekonomik savaşın da netice vereceğini düşünmek oldukça zordur. Evangelist ve radikal düşünce yapısına sahip olan Trump kendi kısır düşünceleri kapsamında, kongre ve senatoyu kullanarak, ortak akıl yaratma ihtiyacı bile duymadan, ülkeleri zor durumda bırakmak düşüncesindeyken, Amerikan halkı da ülkelerindeki enflasyonu tartışmaktadır. ABD içinde enflasyon konusu oldukça önemli bir hale gelmiştir. TÜFE deki her yüzdelik artış, sosyal güvenlik yükümlülüklerini de otomatik olarak arttırmaktadır. Bu yükümlülükler hesaplandığında, 100 trilyonu aşmaktadır. Gelinen bu noktada, doların değer kaybetmesi ile ancak bunlar finanse edilebilir.
Dünyada enflasyon %3 veya %4 seviyesinde olduğunu ben düşünmüyorum. Elde ettiğim tüketici verileri kapsamında basit bir hesaplama ile ABD’nin büyük şehirlerinde enflasyonun %12 seviyesinde olduğunu değerlendiriyorum. Amerikan doları değer kaybettikçe, toplumsal kırılma kaçınılmaz olacaktır. Toplumun bir diğer kesiminin ise Wall Street bünyesinde kendi kazançlarını maksimize etmek sürecinde olduğu gözlenmektedir. İşte tüm bu eylemler hayata aktarılırken, Çin yeni devlet kontrolündeki dijital para birimi ile 1 trilyon dolar harcama yapmıştır. Bu dijital para biriminin bitcoin veya startup token olmayıp tamamen kendi egemen sistemleri olduğu dikkate alınmalıdır. Çin yönetiminin, bunun yanı sıra, Suudi Arabistan, Tayland ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Amerikan dolarını tamamen devre dışı bırakmak amacıyla çok çeşitli anlaşmalara da imza attığı bilinmektedir. Unutmamak gerekir ki, bu gelişmenin çok ciddi ekonomik sorunu Amerika açısından gündeme getireceği gözden uzak tutulmamalıdır. Çünkü bu aşamada, 37 trilyon dolar borcu olan ABD ‘nin dolar üzerindeki hâkimiyeti zayıflarsa bu borcun ödenmesi fiilen çok zor olacaktır.
ABD bir zamanlar dünya imalat lideriydi. Ancak bugün Çin bu unvanı almış durumdadır. Yirminci yüzyıl sonlarına doğru ekonomisini dışa açmaya başlayan Çin bu hususta gerekli olanları da yapmaya başlamıştır. Çin geniş ve kalabalık bir topluma sahip olmasına dayanır, bunun yanı sıra, maliyet avantajına da sahip bulunmaktadır. Geniş bir işgücü havuzu yabancı yatırımcıların dikkat ve ilgisini çekmektedir. Sağlık sistemleri açısından çarpıcı bir örnek vermek söz konusu olursa, ABD’nin Çin’den ilaç ithalatı 2020 yılında 2.1 milyar USD iken 2023 yılında 11 milyar USD seviyesine çıkmıştır ki, bu gelişme üç yıl içindeki yaklaşık %424 oranındaki artışı belirlemektedir. Çin’in ABD’ye ihracatı durdurması halinde çok ciddi kriz çıkması kaçınılmazdır.
ABD içindeki gelişmelere bakılırsa ülkede şimdi “tek kişilik girişimci“ konusu aktüel olma yolunda gelişmeler göstermektedir. Bu olgu tamamen tek bir kişi tarafından yönetilen yepyeni bir iş türüdür. Güncel olarak ele alındığında, yılda ortalama 2 milyon USD kazanan işletmelerin sayısı her yıl üç katına artarak devam etmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, babalık izni aldığı süreçte “mutfak masası“ işine başlayıp devam etmiş ve ayda 280.000 USD kazanır hale gelmiştir. Bir başka örnek ile devam etmek gerekirse, stajını bırakan bir üniversite mezunu kişinin kısa zamanda ayda 65.000 USD kazanır hale geldiği bir sır değil, örneklerden birisidir. ABD içinde, giderek önemini arttıran yapay zekâ konusu başlı başına üzerinde durulması gerekli son otuz yılın en büyük ilerlemesini gündeme taşımış bulunmaktadır. Open Al kurdurucusu Sam Altman, yakın bir gelecekte yapay zekâ sayesinde milyar dolarlık şirketlerin tek bir kişi tarafından yönetilebileceği dikkate alınmalıdır demektedir. 1999 yılında yapay zekâ bile henüz ortada yok iken sadece dizüstü bilgisayar ve telefon ile mutfak masasına oturup 200 milyon USD düzeyinde bir HEDGE fon şirketine dönüşecek şirketi kuran kişiyi de tanımak gerektiğine inanıyorum.
Günümüzde yapay zekâ hemen herkesi heyecanlandırmaktadır. Bu teknolojik gelişme çerçevesinde yapay zekâ çalışmalarına, ilgili şirketlere, fon sağlayan kuruluşların, tüm bu harcamalarını kâr’a dönüştürmeleri önemlidir. CITI GROUP yapmış olduğu değerlendirme ve finansal planlama çalışmalarında, yapay zeka kapsamındaki alt yapı harcamalarını önce 2.3 trilyon USD olarak belirtmişti. Ancak daha sonra 2029 yılına kadar 2.8 ile 3.0 trilyon USD seviyesine çıkarmıştır. Teknoloji şirketlerinin AR – GE bütçeleri o kadar artmıştır ki, bunları serbest nakit akışıyla karşılayamaz hale gelmişlerdir. Bunun sonucu olarak, kredi almak durumunda kalmışlardır. Elde edilen istatistik veriler çerçevesinde, 2024 yılında bu sektörde çalışan şirketlerin, 127 milyar USD kredi almalarına karşılık 2025 yılının, ilk 9 ayında 141 milyar USD borç alınmış bulunmaktadır. Bu kredi hacminin % 11 düzeyinde artmış olduğunu göstermektedir. Alınan kredilerin itfasının diğer üretimlerde olduğu gibi 10 veya 15 yıl vadeye yayılması söz konusu değildir.
Devam edecek…