Kasım ayı geldiğinde doğduğum günden itibaren duyduğum, dinlediğim, baskın konu üzerinde yaşadığım canım vatan topraklarımı yok oluştan çekip çıkaran ve insanlarına yoktan var olmanın nasıl bir şey olduğunu öğreten Mustafa Kemal Atatürk ve subay, er, binlerce şehit vatan evlâdı gelir aklıma. Doğal olarak bütün bu vatan evlâtlarını tekrar tekrar hatırlatan temel öğe bir takvim yaprağıdır; üstünde 10 Kasım yazar. Birkaç gün sonra içimizi yakıp kavuran o tarihe varacağız. O gün dünya tarihinde bir eşine rastlanmayacak kadar yüce bir devlet adamını, yüce bir askeri, yüce bir vatanseveri sonsuza uğurladık, yüce Yaratan’a şükranlarımızla teslim ettik.

Atamızı göremedim ama bu yaşıma kadar sayısız yaşam hikâyesini ve bu ulus ve vatan için nasıl fedakârca çalıştığını dinledim, okudum. Bu güzel anlatıları yaşamadım ama Atamızla doğrudan ilgili unutulmaz anılarım oldu ve sizlerle bunlardan bazılarını paylaşmak istedim.
Gencim, Avrupa’ya ilk yolculuğumdayım. Beni bu geziye çıkaran amcam ve yengemle (Mekânları cennet olsun) birlikte Münih’de bir birahane ve müzik mekânı olan yere gittik. Doğru hatırlıyorsam o mekâna “Hofbräuhaus” deniyor. Çılgın bir kalabalık masaları tıklım tıklım doldurmuş. Çoğu yapılı kızlar, kadınlar ellerindeki koca bira bardaklarını bu neşeli kalabalığa dağıtıyorlar. Ben yersizlikten ayrı bir masaya geçtim. Masada 8-10 kişi var. Sağımda bir Amerikan askeri, solumda yaşlı bir Alman. Boş bardaklar gidiyor, doluları hemen geliyor. Ben içkiye alışık değilim ama biramı bitirdim. Yeni servis geldi, kesinlikle reddettim. Tam karşımda oldukça yaşlı bir Alman oturuyordu. Kahkahası masayı inletiyordu. Birden ciddileşti bana neden içmediğimi sordu. Nedenini İngilizce açıkladım, Amerikalı asker Almancaya çevirdi. Yaşlı amca nereli olduğumu sordu, Türk’üm dedim. İşte olan o an oldu. Yaşlı adam ayağa kalktı ve bana tercüme edildiği doğruysa mealen şunları söyledi: “Ne demek içemem? Bak delikanlı ben Çanakkale’de savaşan Alman askerlerindenim. Sizin milletinizi ve başınızdaki yiğidi tanıdım, sonra da onun neler yaptığını izledim. Biranı ben ısmarlıyorum ve sen içeceksin, o adamın şerefine içeceksin, düşüp bayılsan da içeceksin.” İçine düştüğüm zor durumdan beni yan masadan izleyen amcam kurtardı. Bir yabancının verdiği bu dersi unutabilir miyim? Bu dersi aldığımdan bu yana 60-61 yıl geçti ama bugün bu yazı için ilk önce hatırladığım unutulmaz bir anım oldu.
Anlattığım olay genç yaşamımda da etkili olmuştu ama bugün gözlerimin dolmasına engel olamıyorum. Hele hele bugün o büyük insanımıza dil uzatıldığını gördükçe, duydukça, okudukça. Dünyanın birçok ülkesinde heykelleri yapılan, caddelere adı yazılan, karşısında yenilgiye uğrayan, hakkında methiyeler yazılan, nice komutanın ve devlet adamının hayranlıkla yad ettiği bir insanı bize Tanrı hediye etmişken, aynı vatan topraklarında ve ulusunda yaşayan bir kahramana yüz çeviren kimselerin çıkması ne büyük bir akıl tutulmasıdır?
Bir 10 Kasım daha geliyor. Tanrı’nın ulusumuza hediyesi O eşsiz insanı şükranla ananların gözünde yine yaş olacak… Farklı duygulara sahip olanlara tek sözüm elinizi vicdanınıza koyun demek olur ancak.