Uluslararası ilişkileri düzenleyen dengeler asırlardan beri yaşanan o zamanın ruhuna uygun hegemon gücün bileşenleri ile temsil olurdu. Değişen şartlar(genellikle, büyüyen, gelişen) değişim ve dönüşümler; kültür, birikim, lokasyon, teknoloji, militarizm, idari, siyaset vb faktörler kanalıyla çağlar boyunca devam etti. Son zamanlarda giderek öne çıkan finans ile kendinden hayli söz ettiriyor.
Bu başlığı görmezden gelmek doğrusu herhangi bir ilgili birey için başını kuma gömen devekuşu’ndan farkı bulunmamaktır; Çin, 25 yılda dünya’ya 2.5 trilyon dolar akıttı.
Dünyanın en üretken borç verenlerinden biri olan Çin, Afrika’daki yolları, Güney Amerika’daki limanları ve Orta Asya’daki demiryollarını finanse etmek için gelişmekte olan dünyaya 1 trilyon dolardan fazla kredi verdi. Bu işin bir tarafı.
Virginia’daki William and Mary College bünyesindeki bir araştırma enstitüsü olan AidData’ya göre ise, son yirmi yılda finansmanının en büyük alıcısı, Çinli bankaların Amerikan şirketlerine ve projelerine 200 milyar dolar finansman sağladığı ABD oldu.
Bu para, boru hatlarının, veri merkezlerinin ve havaalanı terminallerinin inşasına aktı ve Tesla, Amazon, Disney ve Boeing gibi ABD şirketlerinin kurumsal finansmanının işlerliğine yardımcı oldu. Bu da işin diğer tarafı. Çin’in gelişmekte olan dünyaya yönelik finansmanının büyük bölümü, hükümetlere büyük projeler için verilen kredilerden oluşuyordu; ancak bu durum, borç alan ülkelerin ağır borç yüküne düşmesiyle giderek acil durum kredilerine kaydı. Gelişmiş dünyada ise Pekin’in odağı daha ticari bir çizgide oldu.
Oysa İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra Marshall Planı(1948-1951) yürürlüğe konmuş, ABD kaynaklı, antikomünist hedefleri olan bir ekonomik yardım paketinin donörü ABD’nden 16 ülke, UK-İzlanda-Norveç-İsviçre-Türkiye ve (diğer Avrupa Birliği ülkeleri) yararlanmıştı. Aradan geçen 3/4 asır’da nereden nereye? denilecek bir değişim söz konusudur. Nihayet son çeyrek asırdır cereyan eden gelişmeler ve bunlara bakış ise şöyledir:
Çin’e ait kamu şirketleri 2000 yılından bu yana dünya genelinde 2,2 trilyon dolar tutarında kredi ve hibe sağladı. 2000’den 2023’e kadar olan dönemi kapsayan çalışma, Çin’in uluslararası bir kredi kuruluşu olarak rolüne daha kapsamlı bir bakış sunuyor. Pekin’in finansal kaynaklarını stratejik sektörlerde kendini konumlandırmak ve potansiyel tedarik zinciri noktaları oluşturmak için nasıl kullandığını ortaya koyuyor. Ayrıca bu çalışma, Batı’da kaygı yaratmaya devam eden anlaşmalara değiniyor. Son dönemde yarı iletken tedarik zincirlerini kontrol etme konusundaki jeopolitik mücadelenin tam ortasına sürüklenen Nexperia’nın satın alınması da buna bir örnek.
2000 yılından bu yana Çin, Pekin’in siyasi hedeflerini gerçekleştirme görevi verilen derin cepli, devlete ait finans kuruluşları ve politika bankalarıyla bir finansal güç merkezine dönüştü. Batı’da kaygı yaratıyor olmasının iki kaynağından birisi ABD ise diğeri Birleşik Kırallıktır.
Trump yönetimi, ABD’nin esas rakibi olarak Çin’i ve onun geliştirdiği Yeni İpek Yolu ve Yeni Baharat Yolu’ndaki tedarik zincirini kontrolü altına almak istiyor. Trump’ın barışçıllığını etkileyen de bu. Nasıl ki Rusya ile savaşmadan onu ezmek istiyorsa, yine savaşmadan Çin’i dize getirmek istiyor.
Telegraph yazarı Charles Moore: İnsanlar eskiden “Çin’deki tüm çay için bile bunu(ne olursa olsun) yapmazdım! “diye haykırırdı. “O zamanlar Çin’in çok çayı vardı, başka da pek bir şeyi yoktu. Günümüzde ise Çin’in çok parası var. Görünüşe göre İngiliz Hükümeti o paranın bir dilimi için neredeyse her şeyi yapmaya hazır”. Diyor
Çin’e dair kritik bir iddia ise MI5’tan geldi. Çin’li ajanların vekilleri Linkedin üzerinden hedef aldığını duyurdu. Çin istihbaratına bağlı olduğu öne sürülen iki kişinin “profesyonel işe alım danışmanı” kimliğiyle parlamenterler ve kamu görevlileriyle temasa geçtiği bilgisi var. Bu arada ulusal güvenlik başkan yardımcısı Matthew Collins, Çin’in “Birleşik Kırallık’ın ekonomik güvenliğine yönelik en büyük devlet temelli tehdit” olarak tanımladı.
Çin’in gelişmiş ülkelere verdiği krediler, genellikle hükümetlere ve büyük şirketlere sağlanan kredi limitleri şeklinde oluyor. Kreditörler çoğunlukla Bank of China ve Agricultural Bank of China gibi devlete ait kuruluşlar. Bu kuruluşların bir kısmı halka açık ve dünyanın en büyük bankaları arasında yer alıyor, ancak birçok uzman, zaman zaman Çin Komünist Partisi’nin politika direktiflerini yerine getirmek zorunda oldukları için onlara temkinli yaklaşıyor.
Harvard Kennedy School kıdemli araştırmacısı Andrew Collier, “Bu bankacılar kârlı projelere kredi verme eğiliminde, ancak çoğu zaman Komünist Parti’nin emirlerine dikkat etmek zorunda kalırlar” ifadelerini kullandı ve şöyle devam etti:
“Dört büyük devlet bankasının başkanlarının tamamı, Çin hükümetinin en üst düzeyindeki poker masasının oyuncularıdır”
Bakalım ne olacak? Ya oyun devam edecek, ya da ‘zor’ oyunu bozacak.