Perşembe, Aralık 4, 2025

Kötü Kaderleri İyi Kadere Dönüşenler.

İnanılması güç bir olayın hikâyesini dinledim ve kahramanını bir süre seyrettim. Öylesine etkilendim ki, siz dostlarımla da paylaşmak, hattâ daha da ileri giderek okuyacaklarını başkalarına da anlatmalarını rica etmek amacıyla elime kalemi aldım. Birlikte tatlı anılarla dolu ve demli çayla tatlandırılmış bir sohbet için davet edildiğim sosyal tesiste tenis oynayanları seyrederken, yanımıza gelen bir üye boş tenis kortlarından birinde arkadaşıyla oynayan küçük bir kız çocuğunu bana göstererek, hikâyesini bilip bilmediğimi sordu.

Onun ağzından aktarıyorum: 

Küçük kızı uzun süre seyrettim. Esmer, siyah saçlıydı. Beş yaşında ya vardı ya yoktu. Topunu elinden kaçırdığında heyecanla peşinden koşuşunu seyrettim. Onu seyreden yaşıtına seslenişini ve bütün bunları yaparken cömertçe sergilediği neşesini, bol kepçe dağıttığı kahkahalarını dinledim. Bir anne, yeni doğmuş yavrusunu mezarlığa atıyorsa, ona lânet okumadan önce o davranışının çok iyi tahlil edilmesi gerekir. Bizim gibi insanların idrakini aşan, belki sadece uzman ruh doktorlarının cevaplayabileceği bir şeyler olmuş demektir. Bizim gibi evlâtlarının üzerine titreyenlerin uzmanlar tarafından yapılacak açıklamaları dahi anlamaları mümkün olamaz. Gençliğinde kara avcılığı yapmış biriyim ve kızım doğduğu gün tüfeğimi başkasına hediye edip, o ana kadar öldürdüğüm kuşların acısını ruhumun en derin yerine gömerek avcılığı sonsuza kadar terk ettim. Şimdi ise biri bana neşeyle oynayan bir insan yavrusunu gösterip, onun daha bebekken ölsün diye bir mezarlığa atıldığını söylüyor. Benim hissettiğim, şaşkınlık ve bunu takip eden bir nefret duygusunun iş birliği değil, gerçek bir ruhsal travmadır. Bu satırları yazarken değil yalnızca, bundan yıllar sonra da kahkahalar atarak topluyla oynayan dünyadan habersiz küçük bir çocuk görsem bu olayı hatırlayacağım ve ürpereceğim.

Bu acımasızlık ne yazık ki ilk kez olmuş değil. Sınıf arkadaşım vardı. Onu da tarlada kundağı içinde terk etmişmiş anası. Birileri ağlamayı duymuş ve alıp yetiştirmişlerdi. Musa peygamber için de aynı hikâye anlatılmaz mı? Demek insan şeklinde olup da insanlıktan nasibini almamış ya da karşılaştığı çaresizlik buna neden olmuş zavallı bazı yaratıklar başlangıçtan bu yana var olmuşlar. Allah’ın en büyük lütfu olan annelik duygularını dahi yok ederek onları dokuz ay karınlarında besledikleri yavrularını ölüme terk ettiren nedenler nelerdir? İstenmeyen hamilelik mi, yasak aşk mı, cezalandırılmak korkusu mu? Bir geleceği olamayacağını bilerek, yeni doğanı dünyanın acımasızlığına salıvermek endişesi mi? Nasıl bir sebep bir anneyi bu yola sevk edebilir? Bunun cevabını ben veremem ama olayın eskilerden beri var olduğunu ve anlaşılan devam edeceğini düşünmem bende nefretle yoğrulmuş bir duygu yaratıyor ve böyle zamanlarda sorduğum soruyu tekrar soruyorum: Din kitaplarında yaratılanların en üstünü denilen insan bu mu? Alın yazısıdır diyenlere sorarım, o yavruya böyle bir alın yazısı neden yazıldı hele bir anlatın bana derim. Kader, şans, tesadüf vb. açıklamalarla konuyu geçiştirenlere sorsam ya uzun uzun anlatmaya başlarlar ya da kısaca “İşte böyle, takma kafanı” diye geçiştirebilirler. Psikolog bir açıklama yaparken, din adamı, doktor, mühendis, her kimse başka açıklama yapar. Bense bu soruyu kendime çok sordum ve her defasında beynimin cevap aramaktan yorgun düştüğünü, yine de cevap bulamadığını gördüm. Hiç unutmadığım bir anımla cevaplandırayım: Lise tarih öğretmenimiz (Huzur içinde yatsın) bir gün zigguratları anlatıyordu. O dönemim rahipleri bu dinî yapıların en üstüne çıkar, ibadet eder ve olaylar hakkında ve gelecek hakkında sorularına cevap ararlarmış. Yaramaz bir arkadaşımız “Eee sonra ne oluyordu?” diye sordu. Aradan altmış yıl geçti ama yanıtı unutmadım: “Ne olacak sonunda kafayı yiyorlardı.” Gel de çık işin içinden ya da hiç düşünme ve kendi kendine “Bir hayat dersi daha aldım” de, otur.

Fazıl Bülent Kocamemi

Diğer Yazarlar