Geçtiğimiz hafta katıldığım “Mustafa V. Koç Yılın sporcusu” ödül töreninde, ödül alan kıymetli bir spor insanımız, yaptığı konuşmasında şu cümleyi kullandı: “Zor olan hikâye anlatmak değil, o hikâyeye insanları inandırmaktır”
Bu cümle bir yerden alıntı mıydı, bunu bilemedim ama bu şekli ile kafamda yankılar yarattı. Kendimi düşündüm. Profesyonel hayatım boyunca insanlarla ilişki kurabilmek adına ne hikayeler anlatmış, deneyimlerimi veya taleplerimi bu hikayelerin içine nasıl da sıkıştırmıştım.
Evet! Hikâye anlatmak iyidir. Ama çözüm müdür? Her derde deva mıdır?
“Zor olan hikâye anlatmak değil, o hikâyeye insanları inandırmaktır”
Kurumsal dünyada yöneticilerin en çok başvurduğu araçlardan biri hikâye anlatmaktır: “Nereye gidiyoruz?”, “Neden varız?”, “Nasıl kazanacağız?”…
Ancak asıl zorluk, iyi yazılmış bir anlatıyı sahnelemek değil; o hikâyeye insanları inandırmak ve harekete geçirmektir. Çünkü inanç, bir sunum slaytında değil; yönetişimdeki tutarlılıkta, karar süreçlerindeki şeffaflıkta, performans göstergelerinde ve günlük davranışlarda kök salar.
Daha insani bir yönetim anlatısı
Yönetimde hikâye anlatmak bazen süslü bir sunum yapmaktan ibaret sanılır. Oysa ekipler ekranın parlaklığına değil, sabah işe geldiklerinde gördüklerine inanır: yöneticinin yüzündeki ifade, kapıda verilen bir “günaydın”, toplantıdan sonra gelen net bir e-posta, bütçenin gerçekten önceliği takip edip etmediği… İnsanlar hikâyeyi kulaklarıyla dinler, ama yürekleriyle ve elleriyle onaylar.
Bir hikâyeyi inandırıcı kılan şey, büyük cümleler değil küçük ama tutarlı davranışlardır. “Müşteri için buradayız” diyorsak, bir müşteri şikâyetini araya sıkıştırmak yerine yanına gidip birlikte çözüm ararız. “Şeffafız” diyorsak, işler kötü gittiğinde de veriyi paylaşır, “bilmiyorum—ama öğreneceğim” diyebiliriz. “Birlikte başaracağız” diyorsak, başarı geldiğinde konuşma sırasını ekibe bırakırız. Yönetim, aslında tekrarlanan küçük jestlerin toplamıdır; o toplam “güven” diye okunur.
Hikâye, seçim ve cesaret
İnandırıcılık, “her şeyi yaparız” demekle gelmez. Tam tersine, ne yapamayacağımızı söyleyebilme cesaretidir. Strateji, kaynaklarımızın sınırlı olduğunu kabul eden bir nezakettir. İnsanlar bunu hissettiğinde, anlatıya değil gerçeğe güvenmeye başlar. Ve güven, bir kez kuruldu mu, ekipler hatayı da başarıyı da birlikte sahiplenir.
İnsani bağ kurmanın üç basit yolu
- Duyguyu saklamayın: “Zor bir çeyrekti, yorulduk, bazen bocaladık” cümlesi, tek başına bir buzdağını eritir.
- Küçük kanıtlar üretin: 30 günde tek bir müşteri kazanımı bile, bin slayttan güçlüdür.
- Söz–bütçe–takvim uyumu: Takvimde yoksa öncelik değil; bütçede yoksa niyet değildir.
Kısa bir hikâye: “Yeşil Makine ve gri gerçek”
Mehmet, orta ölçekli bir boyahanede operasyon müdürü. Şirkette aylardır “daha az suyla ve enerjiyle daha temiz üretim” hikâyesini anlatılıyor. Panolarda güzel görseller, odalarda yeni sloganlar var; ama sahada eskisi gibi koşuşturma, geciken bakım, kalibrasyonu ertelenmiş makineler… Ekip, bu hikâyeyi sevmek istese de inanamıyor.
Mehmet bir sabah herkes iş başındayken kısa bir duyuru yapıyor:
“Bugünden itibaren iki şey yapacağız.
- En çok su ve enerji tüketen hattı iki hafta durduruyoruz; bakım ve kalibrasyonu birlikte yapacağız.
- Üç müşterimizle ‘öncesi-sonrası’ su ve enerji tüketimi ölçümü başlatıyoruz; sonuçları her pazartesi panoya asacağım.”
İlk günün sonunda Mehmet, vardiya sonrasında atölyede kalıp teknisyenle birlikte hortum söküyor. Ertesi gün finans müdürüyle konuşup bakım malzemesini beklememek için küçük bir avans çıkarıyor. Üçüncü gün, panoya elle yazılmış bir tablo asılıyor: “Müşteri A – 1. hafta: %8 daha az su, %7 enerji tasarrufu.” Rakam küçük; ama gerçek. Bir hafta sonra tablo büyüyor, yazılar daha okunaklı, ekipten biri “hocam, 4 numaralı hattaki vanayı değiştirirsek su tüketimi %2 daha düşer” diyor. Mehmet, o öneriyi yapan ustabaşının adını panoya ekliyor.
İki hafta sonra hatlar yeniden çalıştığında “yeşil” hikâye artık posterlerde kaldığı yerden değil, atölyenin ortasından konuşuluyor. Kimse Mehmet’ten şov beklemiyor; çünkü o, hikâyeyi icraatla alçak sesle anlatıyor. Üçüncü haftanın tablosunda toplam düşüş su tüketiminde %19 enerji tüketiminde %16 olunca, en sessiz çalışan bile panonun önünde durup gülümsüyor. Hikâye artık bir cümle değil; paylaşılan bir deneyim.
Neden işe yaradı?
- Tutarlılık: Mehmet, ilk sözüyle ilk eylemini aynı gün buluşturdu.
- Görünür kanıt: Pano, herkesin görebildiği bir “gerçeklik alanı” oldu.
- Paylaşılan sahiplik: İyileştirme fikirleri ustabaşının imzasıyla yer aldı; başarı “yukarıdan” değil, içeriden geldi.
- Küçük ama sürekli adımlar: Büyük bir lansman yerine, her hafta küçük bir ilerleme—ve bu ilerlemenin görülmesi.
Daha insani liderlik, daha inandırıcı hikâye
İnsani liderlik; kırılganlığı, merakı ve emeği görünür kılar. “Neden buradayız?” sorusuna verilen yanıtta insanı unutmamak demektir: müşteriyi, çalışanı, tedarikçiyi… Hikâyenin merkezinde insan olduğunda, bütçe kalemleri de takvim maddeleri de bir amaca hizmet eder. Ve ekip, yalnızca hedeflere koşmaz; anlama da bağlanır.
Son söz şu olabilir:
Güzel hikâyeler kulağa hoş gelir; ama ekipler, kalplerine iyi gelen ve ellerine iş veren hikâyelerin peşinden gider. Yönetici için ustalık; büyük laflardan çok, küçük ve tutarlı davranışlarla “işte budur” dedirtebilmektir. Çünkü gerçekten zor olan, hikâyeyi anlatmak değil; onları inandıracak nedenler yaratmaktır.