Rusya Ukrayna savaşı eğer iddia edildiği gibi bir barış gerçekleşmez ise, önümüzdeki yılın Şubat ayında dördüncü yılını dolduracak. ABD’nin Zelensky’ye empoze ettiği 28 maddelik barış planı, maddeler 22’ye düşürülmüş olsa bile henüz tünelin ucundaki ışığı göstermiyor. Rusya’nın Kiev’e saldırıları, Ukrayna’nın Rusya’nın stratejik noktalarına saldırıları hız kesmeden devam ediyor. Peki barışın geleceğine AB ülkeleri inanıyor mu? Son olarak AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “ilerlemeye yönelik samimi istek ortaya çıkana dek Moskova’ya baskıyı artıracağız” ifadesini kullanarak Moskova’ya olan güvensizliğini beyan etti. Von der Leyen ayrıca Ukrayna’nın güvenlik ve çıkarlarının AB’nin güvenlik ve çıkarlarının ayrılmaz parçası olduğunun da altını çizdi.
Evet AB’de Rusya’ya karşı duyulan güvensizlik had safhada. ABD Başkanı Trump’ın ortaya koyduğu barış planının işlemesi, esas itibarı ile Putin’in güç kullanarak istediğini elde etmesi anlamına da geliyor. AB Putin’in bu noktada durmayacağından, eski Sovyet sınırlarını elde edene kadar devam edeceğinden endişeleniyor. Bir başka bakış açısına göre AB gerekli gücü toplayana kadar Rusya-Ukrayna savaşının devam etmesi AB’nin işine geliyor.
Kuzeyimizde savaşla ilgili belirsizlikler devam ederken, Ankara’yı ziyaret eden İngiltere Başbakanı ile Federal Almanya şansölyesinin özellikle Eurofighter uçaklarının Türkiye’ye satışının önünü açması, AB’nin Rusya endişelerinin bir göstergesi değil mi? Anladığımız kadarıyla olası bir çatışmada Rusya’nın güney cephesinin zayıf tutulmaması, orta ve uzun vadeli AB’nin yeni güvenlik stratejisinin hedeflerinden bir tanesi.
Aslında çok daha gelişmiş olduğunu anladığımız ve Trump yönetimi tarafından Suudi Arabistan’a memnuniyetle verilen F35’lerin Türkiye’ye verilmemesi, ABD ile AB’nin klasik Transatlantik ittifakının dışında hareket ettiklerinin bir göstergesi mi? “Hele ABD’nin adeta Türkiye’ye gözdağı verircesine Yunanistan’da yerleşmesi hem ABD’ye, hem AB’ye ne kadar güvenebiliriz?” sorusuna yol açmıyor mu?
AB’ye duyulan güvensizliğimizi biraz daha açalım. Malum güvenlik endişeleriyle önümüzdeki 5 yıl içinde başta Almanya olmak üzere 800 milyar Euro tutarında savaş sanayii yatırımı yapmayı planlayan AB, AB dışında kalan Batı ittifakı üyeleri için de 150 milyar Euro tutarında “SAFE” programı geliştirdi. Peki biz bu programın neresindeyiz? AB’nin büyük ülkelerinin her seferinde bahanelerinin arkasına gizlendiği Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye vetosu doğal olarak gecikmedi. Eğer başta Almanya ve Fransa olmak üzere kendi güvenliklerinden bu kadar endişelilerse, artık bu şımarık çocuklara dur demeyi öğrenmeliler.
Peki AB’nin güvenliği için bu kadar önemliysek, Rusya’yı karşımıza almak pahasına AB ile nasıl bir ilişki ağı kuracağız? Federal Alman Şansölyesi’nin Ankara ziyaretinden anladığımız, “sizi AB’de görmek istiyoruz ancak 1993 Kopenhag kriterlerine uymanız kaydıyla! ”mealindeki sözlerine karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bizim Ankara kriterlerimiz var!” cevabı mevcut koşullarda tam üyelik ilişkisinin tekrar canlandırılamayacağının açık kanıtı. Hoş ne onlar bizi istiyor, ne de biz onları. Karşılıklı güvensizlik ya da von der Leyen’in ifadesiyle “samimiyetsizlik devam ediyor.
Gelelim güney cephemize. Hamas İsrail çatışmasının biteceğine güveniyor musunuz? Ortadoğu haritası yeniden şekillenirken, Suriye’de, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacak bir yapı size ikna edici geliyor mu?
Peki Güney doğu cephesinde bunlar yaşanırken MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin ortaya attığı Barış süreci ya da terörsüz Türkiye sizce başarılı olabilir mi? Sayın Erdoğan’ın bile güvenemediğinden olsa gerek, sahiplenmekten kaçındığı İmralı ziyareti sizce bir çözüme katkıda bulunabilecek mi? Çözüm için Demirtaş yerine Öcalan’ın seçilmesi ne anlama geliyor? Kimliğe bağlı siyaset bu bölgenin kaderi mi?
Çok sayıda soru sormak mümkün. Bütün bu olan bitenler arasında en büyük korkum kendi özgüvenimi yitirmek.
Sağlıcakla kalın.