İnsan hayatının zaman mekan boyutunda gerçek yaşanmışlıkları: bütünü ile çevre ve kendisinin sonra akıp giden zamanın içerisinde anı olarak kalacak ortak ilişkilerin toplamda özgün tarihidir. Fotoğraflar, tespit edildikleri zamanı donduran; belgeler, taşıdıkları tarih itibarı ile malumat yansıtıcı özelliklere sahip olup, herbiri zaman akışındaki devamlılığın mekansal kayıtlarıdır.
İnsan hayatına karşıdan bakıldığında öncesi ve sonrasını irdelemeden sadece belgelere tek tek bakarak sağlıklı bir değerlendirme yapmak ne denli zor ise aynısı tarihi olaylar için de fazlası ile geçerlidir. Tarih denilince onu masalsı bir hikayeler dizininden ayıracak yegane sıfat, nüvesindeki izahı kabil neden- netice münasebetlerinin yansımaları ve çok yönlü anlaşılmaya yönelik araştırılma çabaları olmalıdır.
Basitten karmaşığa doğru akış, düzen halinden kaos’a, denge durumundan dengesizliğe, tükeniş’den yeniden başlamaya kadar ortaya çıkan çok yönlü manzaralar, görünen amilleri kadar görünmeyenler de dahil olmak üzere “çaresizlik” baskısından kaynaklanmıştır. Mesela İlkçağ Antik Atina’da düzenlenen ilk Olimpiyat Oyunları, uzun süre yapılmadıktan sonra 19.asır sonlarında modern organizasyon şeklinde düzenlendi. Haliyle söz konusu aktivasyonlar, süreç içerisinde yerellikten küreselliğe yönlendirilmenin bireysel ve kurumsal rekabet içerisinde sergilenen sembolik törenleri olarak kabul edilebilir.
İnsanoğlu doğumundan itibaren ölümüne kadar kendisini bağımlı bulunduğu doğal hususiyetlere hayatı süresince eklenen sosyal formatlar ile yaşama karşı kendi güç mücadelesinin merkezinde varsayarak geçip gider. Tarih’i güç mücadelesini ilelebet yaşanacak bir almanak gibi algılamanın seçkin bir anlayışın ürünü olduğu noktasından ve insanın bu noktada kendisine yer açmasından; güce mutlak hegemonik değer atfetmenin de bir nevi “çaresizlik” momentumundan kaynaklandığını kabul edebiliriz.
Keza pek çok açıdan olduğu üzere bilim dünyasının genel bilgi dağarcığına armağan ettiği buluşların “ilmi değeri” ihmal edilip, “üretim- tüketim” ekseninde ticari ve rant kaygılarının objesi haline getirilmesi de “güç” ile “tüketim” arasındaki rabıtayı ortaya koyan manidar bir misaldir. Burada güç ile tüketici unsurlar katiyetle iktisadi açıdan farklı tarafları sembolize ediyor olabilirler.
Sosyal kültür ve gelenekler açısından yaygın kitleleri biteviye “tüketici” kalıbına dökmek zor sanattır. İnsanlar kadim statülerini; gelişmek, gösteriş, müreffeh olmak yolunda riske etmek istemeyebilirler, dünya çapında yaygın örnekleri vardır.
Uzun yıllar tasarruf-tüketim ikilisinin iktisadi vazgeçilmezler olarak kabul gördüğü paradigmanın temelde aynı mali ve parasal anlayışa bağlı mahşerin atlıları olduğu, kapitalizmin cazibe merkezi haline getirilmesi çerçevesinde dünya halklarını bu “tüketim” kulübüne seçmek yolu, üye plantasyonu metodolojisinin önünü açmak çabalarıdır.
Nesiller arası eşgüdüm, insan tabiatındaki unutmaya meyilli karakteristiğin önlenmesi, tarihi olayları az çok kesintisiz sürdürebilme kabiliyeti açısından finans-kapitalin tasvip etmeyeceği bir model olup, bu yolla mezkür potansiyellere haiz coğrafya ve kitleler çeşitli etkisizleştirme usullerine maruz kalabilmektedirler.
Nihayet hegemonik davranış tarzı; kontrol dışı kabul ettiği her türlü zuhuratın kaynağını bertaraf edebilme adına, kontrol edilebilir benzeşir fikri, vb. argümanları alternatif usüller olarak, ellerindeki küresel araçlar vasıtaları ile algı yöntemleri üzerinden kitlelere servis edebilmektedirler.