Cumartesi, Aralık 21, 2024

Filistin Direnişi ve Hamas -IV

İşgale karşı direnecek insanınız yoksa açlıktan ve susuzluktan ölmüşlerse, zaten savaşacak silahınız olsa da savaşamazsınız


Sevgili okurlarım,

Hamas’ın örgütlenme sistematiğinin içinde çok önemli bir yer olan siyasi büro şefi olarak HALİD MEŞAL yer almaktadır. Kendisi RAMALLAHIN kuzeyindeki Silvad köyünde 1956 yılında, dünyaya gelmiştir. 1967 yılına gelindiğinde, Altı Gün Savaşı ile İsrail’in Batı Şeria’yı işgal etmesinden sonra ailesiyle beraber Kuveyt’e göç etmiştir. Kuveyt Üniversitesi’nde fizik öğrenimi sürecinde, öğrenci birliği liderliği ile Yaser Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Filistin Sorunundaki üstünlüğüne karşı çıktığı görülmektedir. Bu amaca yönelik olarak Halit Meşal, Filistinli Öğrenciler Birliği adlı öğrenci grubunun liderliği için El Fetih’le rekabet eden İSLAMCI HAK BLOĞUNU kurarak olayı yeni bir boyuta taşımıştır. 1980 yılında evlenen Halit Meşal’in 7 çocuğu olmuştur.

1983 yılında ise, Filistin İslami hareketinin sonuç alabilmesine yönelik gizli toplantılar yaparak Hamas’ın kuruluşu yolunda ilk adımı atmış oldu. Meşal 1984 yılında eğitimini tamamladıktan sonra yaşamını tamamen Filistin İslami hareketinin oluşturulmasına adayarak çalışmalarını o yönde yoğunlaştırmıştır. Gelişen süreçte, 1987 yılında HAMAS örgütünün kurulmasından sonra Kuveyt temsilciliğini üstlendiği görülmektedir. 1991 yılına gelindiğinde onun Kuveyt’ten Ürdün’e taşınması gündeme gelmiştir. 1997 yılının eylül ayında Mossad’ın düzenlediği bir suikast girişimini salimen atlatmıştır.

Ürdün’ün 1999 yılında Hamas liderliğini ülkeden çıkarmasından sonra Suriye’nin başkenti Şam’a geçerek çalışmalarına oradan devam etmeye başlamıştır. 2012 Arap baharıyla karışan Şam’ı da terk eden Halid Meşal, Katar’da yaşamına devam etmekte olup, çeşitli zamanlarda Türkiye’ye gelerek Filistin meselesi hakkında konuşmalar yapmaktadır. Halid Meşal, Hamas’ın dışarıdaki yönetiminin en üst kişisi olduğu dikkate alınmalıdır.

Hamas örgütünün son dönemdeki en önemli liderlerinden birisi de İSMAİL HANİYE olarak Filistin sahnesinde yerini almıştır. İsmail Haniye 1963 yılında Gazze Şeridi’ndeki Elşati mülteci kampında dünyaya gelmiş olup, ailesinin 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında Aşkelon şehrinden kaçarak mülteci durumuna düştüğü görülmektedir. 1987 yılında Gazze İslam Üniversitesi’nden mezun olan İsmail Haniye, 1989 yılında başlayan I. İntifada’ya katıldığı gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine konmuştur. 1992 yılında serbest bırakıldıktan sonra, İsrail tarafından diğer İslami Cihad ve Hamas üyesi 415 kişilik grubun arasına katılıp, Güney Lübnan’a sürülmesine rağmen hemen ertesi yıl ise yine Gazze’ye geri dönmüştür.

1999 yılından 2004 sonuna kadar, Hamas genel sekreteri Şeyh Ahmet Yasin’in özel kalem müdürlüğünü yaptığı izlenmektedir. Evli ve 13 çocuğa sahip olan Haniye’nin aile yapısının oldukça farklı yaklaşımlar içinde olduğu görülmektedir. Haniye’nin kardeşleri Kholidia, Laila ve Sabah, İsrail vatandaşıdır ve Güney İsrail’deki Tel as-Sabi bölgesinde yaşamaktadır. Üç kız kardeşin çocuklarından bazıları İsrail Savunma Kuvvetleri’nde ( IDF ) görev yapmış oldukları bilinmektedir.

25 Ocak 2006 tarihinde tekrarlanan Filistin Yasama Konseyi seçimlerinde Hamas lideri Halid Meşal’in Şam’da sürgünde bulunmasından dolayı listenin en başında yer almıştır. Hamas’ın 132 sandalyeden 74 tanesini aldığı seçimler sonucunda Haniye, 16 Şubat 2006 yılında Hamas’ın başbakan adayı olarak siyasetteki yerini almış ve Filistin başkanı Mahmud Abbas tarafından başbakanlığa atanması gündeme gelmiştir.

2006 yılının Ekim ayında, Gazze’de El Fetih ile Hamas üyelerinin çarpışmaları sırasında konvoyuna düzenlenen saldırıdan sağ olarak kurtulmuştur. 2007 yılının Mayıs ayında, İsrail’in evine karşı düzenlediği füze saldırısını sağ olarak atlattı. Haziran 2007 yılında Gazze Şeridi’ndeki Hamas ile El Fetih arasındaki çatışmaların alevlenmesi üzerine, Mahmud Abbas tarafından görevinden alınması bir zorunluluk olarak gündeme gelmiştir. Haniye ailesinin İsrail ile olan fiziki bağlantılarının da çok farklı boyutlarda olduğunu değerlendirmek gereklidir.

2012 yılında önemli bir gelişme söz konusudur. İsrail yetkilileri, Haniyeh’in kız kardeşi Suhila Abd el-Salam Ahmed Haniyeh ve kritik bir kalp tedavisi gerektiren eşi için Gazze’deki hastanelerde tedavi edilemeyen acil bir tedavi talebini kabul etmesi önemlidir. Çünkü çok daha tehlikeli hastaların tedavileri İsrail tarafından kabul edilmemektedir. Başarılı bir tedavinin ardından ikili, İsrail’in PETAH TİKVA’daki Rabin Tıp Merkezi’nde tedavi gördükten sonra Gazze’ye dönmüştür.

İsrail hastanelerinin hizmetlerinden yararlanan Haniye’nin Filistin milliyetçiliği hususundaki söylevleri ile davranışları arasında ciddi farklar olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, Haniyeh’in torunu 2013 yılının Kasım ayında, kayınvalidesi ise, 2014 yılının Haziran ayında İsrail hastanelerinde tedavi edilmişlerdir. Yine aynı tarihte, 2014 İsrail – Gazze Savaşı’nın ardından, Haniyeh’in kızı, rutin bir işlem sırasında komplikasyonlar yaşadıktan sonra acil tedavi için Tel Aviv’deki İsrail hastanesinde tedavi görerek sağlığına kavuşmuştur. Haniye, İran’da seçimleri kazanan MESUD PEZEŞKİYAN’IN göreve başlama törenine katılmak üzere Tahran’a gelerek resmi kutlamalara katılmıştır. Devrim Muhafızları’na ait askeri lojmana misafir edilen haniye 31 Temmuz 2024 tarihinde sabaha karşı bu askeri lojmana yapılan saldırı ile öldürülmüştür.

Mülteci kampları sorunu
Filistin topraklarında ve aynı zamanda ülke topraklarının dışında da başı çeken sorunlar içinde mülteci kampları gelmektedir. Günümüzde Filistin halkının neredeyse % 85 oranındaki bölümü mülteci kamplarında yaşamaktadır. Bu bir ülke için oldukça yüksek bir oran olup, buna finansal olarak dayanmanın pek mümkün olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Bu mülteci kampları Filistin içinde yer aldığı gibi, Lübnan, Suriye, Irak gibi ülkelerde de ayrıca bulunmaktadır. Gelişen bu durum dikkate alındığında, bu mülteci kamplarının Filistinlilerin yaşamlarını devam ettirdikleri kalıcı mekânlar olduğu görülmektedir. Mülteci kamplarında kişilerin tamamen İsrail tarafından kontrol altında tutuldukları da izlenmektedir.

1948 yılındaki savaştan sonra. İsrail devleti DAVID BEN GURION yönetiminde neredeyse bütün Filistinlileri yerlerinden ederek onların topraklarını ele geçirmişti. Bütün Filistin nüfusunun 8 milyon civarında olduğu dikkate alınırsa bunların 5 milyon kişinin mülteci kamplarında yaşamlarını sürdürdüğü tahmin edilmektedir. Birleşmiş Milletlerin raporu dikkate alındığında 11 Haziran 1967 ile 25 Haziran 1969 tarihleri arasında İsrail işgal güçlerinin 6835 Filistin evini yıktığı kayda geçirilmiştir. Her evde ortalama 5 kişin yaşadığı dikkate alınırsa, 34.175 kişinin kamplarda yaşama zorlandığı ortaya çıkmaktadır.

Bir diğer taraftan çok önemli bir konu da mülteci kampları için Birleşmiş Milletlerin almış olduğu 11 Aralık 1948 tarih ve 194 sayılı karardır ki, bu kapsamda kampların tamamen Birleşmiş Milletler yardım ve çalışma ajansı olan “ UNRWA “ kontrolünde olması gerekliydi. Ancak İsrail bu kararı hiçbir zaman uygulamamış ve uluslararası kuruluş da hiçbir yaptırımı gündeme getirmemiştir.

Filistin dışındaki mülteci kamplarında, durumun çok daha acı olduğunu söylemek mümkündür. Filistinli mültecilere, kendi din kardeşleri olduklarını ifade eden Arapların hiç te insanca davrandıklarını ve onlara eşit muamele yaptıklarını ifade etmek olası değildir. Çünkü Araplar Filistinli mültecilere en aşağı tabakadan olan insanlar gibi davranmaktadırlar. Örneğin Lübnan’ı ele alırsak nüfusunun 5.200.000 civarında olması çerçevesinde 600.000 kadar Filistinli mülteciyi barındırmaktadır ki, bu da nüfuslarının yaklaşık % 12 oranını teşkil etmektedir. Bu durumda, kendi asıl yurtlarından İsrail güçleri tarafından kovulmuş olan Filistinliler din kardeşleri ve üstüne üstlük aynı kökene sahip olan Araplar tarafından da kabul görmemişlerdir.

Bu nasıl İslam dini anlayışıdır diye sormadan geçmek istemiyorum. Çünkü bizim ülkemizde de siyasal İslamcı ERDOĞAN’IN dilinden düşürmediği kelimelerden birisi de din kardeşliğidir. Ben bu ifadeden çok sıkıldım. Eğer din kardeşliği yeterli bir kavram ise, buyurun Arapların Filistinlilere davranışını beraberce irdeleyelim. Ben çok farklı zamanlarda bu kamplardaki hayatı inceledim ve yaşanması imkânsız mekânlarda Filistinlilerin yersiz yurtsuz olarak tabiri caiz ise süründüklerini gözlerimle gördüm.

Lübnan’daki mülteci kamplarında Filistinlilerin birçok farklı etnik ve dini gruplara ayrık olmasına rağmen FKÖ ve EL FETİH tarafından kontrol edilmekte ve yardımlar onlar tarafından sağlanmaktadır. Tüm bunların yanı sıra, Lübnan’daki Hristiyan MARUNİLER ile MÜSLÜMAN ARAPLARIN büyük bir kısmı Filistinli mültecileri istememektedirler. Bu kapsamda, iç savaş döneminde, Hristiyan FALANJİSTLER tarafından Filistin mülteci kamplarına baskınlar düzenlenerek, katliamlar yapıldığı bilinmektedir. Buna örnek olarak 1982 yılında ARIEL ŞARON liderliğindeki falanjistlerin SABRA ve ŞATİLLA kamplarına yaptıkları baskınlar gösterilebilmektedir.

Ürdün ve Suriye’deki mülteci kamplarının da Lübnan’dakilerden biraz daha iyi durumda olduklarını söylemek mümkündür. Bunlar bulundukları ülkenin vatandaşı olarak kabul edilmektedirler. Ürdün’deki Filistinli mültecilerin sayısına bakıldığında, nüfusun % 50 veya % 60 oranın sağladıkları belirlenmektedir. Ancak mülteci kamplarındaki hayat son derece çekilmez ve sefalet içinde olduğu görülmektedir ve bu durumun yaratıcısı ve sorumlusu olarak ta ARAP REJİMLERİ olduğu su götürmez bir gerçektir. Din kardeşliği ve İslam dini kurallarını bu kamplarda tamamen çöktüğünü gözlemlemek mümkündür. Hani Müslümanın kardeşi aç yatarsa komşusu yatamazdı? Nerde kaldı bu dini propaganda söylemleri. Beyler uyanın bütün mülteci kamplarındakiler aç yatıyorlar. Ben gözlerimle gördüm.


Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar