Cuma, Haziran 27, 2025

Yurtta sulh, cihanda sulh

Türkiye’nin uzun yıllar belirleyici iç ve dış politikasını bu başlık özetlemişti. İçeride istikrar, sınırlarımızın dışında istikrarı anlatan Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözcüklerinin kıymetini giderek daha fazla idrak ettiğimiz günler yaşıyoruz.

Öncelikle yurtta ne kadar sulh içinde yaşadığımıza bakalım.

Ekonomi, demokrasi, hukukun üstünlüğüne saygılı devlet mantığımız ne yazık ki iyiye gideceğine giderek büyük yaralar aldı. Cihanda ya da sınırlarımızın ötesinde bunca kırılmalar yaşanırken ne ekonominin ne demokrasinin ne de hukukun öneminin olmadığını savunabilirsiniz. Ne var ki bu üç ana konu başlığı yerine oturmadığı sürece, iç huzuru ve iç kavgaları bitiremezsiniz.

Yurtta sulhu tartışırken, şu sıralarda muhalefetin önünü çeken CHP’de de sulhu tartışır hale gelmekte başka bir trajik vaka haline dönüştü. Eğer 30 Haziran’da CHP kurultayı batıl sayılacaksa (mutlak butlan hali), “CHP’ye kayyum atanmaması için ben buradayım!” diyen Kemal Bey, “yetti artık kendini emekliye ayırma sağduyusunu göster!” imasında bulunan mevcut CHP yönetimi.

Olan bitene baktığımızda bu yazın da çok sıcak geçeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Gelelim cihana.

Hala koyu sis perdeleri arkasında kalan 11 Eylül 2001 İkiz kuleler saldırısından bu yana cihanda sulh askıya alınmış vaziyette. ABD’nin Irak’tan başlayarak Ortadoğu coğrafyasını değiştirme planı, bu planın merkezinde İsrail’in güvenliği bahanesinin başat rol oynaması, Arap Baharı kavramı çerçevesinde coğrafyanın istikrarsızlaştırılması ve nihayet esas meselenin enerji kaynaklarının paylaşımı olduğunun anlaşılması hepimize 3. Dünya Savaşı başladı mı sorusunu sordurdu. Ülkemiz adına en önemli sorun bütün kısa ya da uzun vadeli savaşların hemen sınırlarımızın biraz ötesinde gerçekleşiyor olması ve tam istikrarsızlığın göbeğinde yaşamamız.

İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım boyutuna varan eylemlerini, içinde bulunduğumuz hafta ne kadar kalıcı olduğunu tam olarak bilemediğimiz, şimdilik 12 günlük İsrail İran savaşı neredeyse unutturdu.

Ateşkes kalıcı olur mu? Emin değiliz. Savaşın ilk faturalarını dikkate aldığımızda ne İsrail ne ABD hedeflerine tam olarak ulaşamadı ne de İran kendisine dikte ettirilecek bir barış anlaşmasına razı.

İsrail açısından kendi hava sahasını koruyan “demir kubbenin” tam koruma sağlamadığı açıkça ortaya çıktı. Başlatılan bir savaşın sadece hava üstünlüğü ile sonlandırılamayacağı da anlaşıldı. İran’dan gönderilen füzeler sadece askeri hedeflere değil, sivil hedefleri de vurduğu oranda bir an önce ateşkes geçici olarak kabul edilebilir gözüküyor. Ancak iki beklenti de gerçekleşmedi. Ne atom bombası üretmek için kullanılacağı varsayılan zenginleştirilmiş nükleer madenler, nükleer tesislerin vurulmasına rağmen ortadan kaldırılamadı, nerede oldukları, İran içinde mi? yoksa İran’a yakın başka bir ülkeye mi? nakledildikleri bilinmiyor. Rejimi değiştirmek iddiası da havada kaldı. Saldırının dozu arttıkça rejim bütün zayıflığına rağmen en muhaliflerin bile desteklemek zorunda kaldığı şekilde ayakta. Bundan sonrası İran için bir kaos olabilir, İsrail, ABD, İngiliz istihbaratının faaliyetleri ile İran’ın daha fazla iç kargaşaya sürüklenmesi öne çıkan olasılıklar arasında.

İran açısından bakıldığında tam bir fiyaskolar zinciri ile karşı karşıya gelindiğini saptamak gerekiyor. Fiyaskoların birinci sırasına da herhalde İran istihbarat teşkilatını yazmak gerekiyor. Düşünün ke; o istihbaratın başına bir Mossad ajanı yerleştirilmiş, İran’ın dört bir yanı Mossad ajanları ile kuşatılmış. Bütün suikastların nasıl bu kadar başarı ile gerçekleştirildiğinin başka bir izahı yok.

İkinci olarak 1979’dan bu yana İran’a uygulanan ambargolar sonucunda İran’ın caydırıcı bir hava gücü yok. İsrail ve sonrasında ABD uçakları İran hava sahasında cirit atarken, kalkan tek bir İran uçağını görmedik, zaten kalksa bile bu denli teknoloji geriliği ile hiçbir işe yaramayacağı açık.

Hürmüz Boğazını kapatma tehdidi de bir yere kadar işleyebildi. Evet Boğazın kapatılmasının Dünya ekonomilerini fazlasıyla olumsuz etkileyeceği açıktı ve petrol fiyatlarının bu tehditle birlikte yükselişine de tanıklık ettik. Ancak Boğazdan en fazla yararlanan ve İran petrollerinin en büyük alıcısı Çin’in İran’ı uyarması ile birlikte bu tehdit şimdilik ortadan kalktı.
Bize gelince.

Herhalde çıkartmamız gereken en önemli derslerin başında hava gücümüzü tekrar gözden geçirmek gerekiyor. Her ne kadar NATO’nun ikinci büyük ordusuyuz desek de, S400 meselesinin ardından ABD tarafından uygulanan CAATSA yaptırımları sonucunda F35 programından çıkartıldık, yeni nesil F16’lara ve mevcut F16’ların yenileme kitlerine ulaşamadık, Eurofighter satın alamadık. Olası bir saldırıya maruz kalmamız halinde S400 bizi ne kadar koruyabilir, NATO sistemi ile entegre Patriot olmadıkça bu zayıf noktamız giderilebilir mi? Önemli soru işaretleri ile karşı karşıyayız.

Bütün bu görünüm altında NATO Zirvesi Hollanda’nın Lahey kentinde yapıldı.

NATO Genel Sekreteri’nin İran’a yaptığı saldırı için Trump’ı kutlamasının diplomasi ile ne kadar bağdaşır olup olmadığını uzun süre tartışacağız. Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump ile ilk kez bir araya gelip samimi görüntüler verdi (umarız CAATSA yaptırımlarının ortadan kaldırılması yönünde girişimlerde bulunup, yukarıdaki paragrafta özetlemeye çalıştığımız hava zaafiyeti sorunlarının giderilmesi yönünde adımlar atılmıştır). Özellikle Alman şansölyesi ve Fransız devlet başkanı ile görüştü.

Sonuç bildirisine baktığımızda Trump istediklerini tam olarak almasa da, bütün NATO ülkeleri kademeli olarak NATO giderlerine kendi milli gelirlerinin yüzde 5’i kadar katkıda bulunmayı taahhüt ettiler. Söz konusu yüzde 5’e 2035’de ulaşılacak. Ukrayna’ya desteğe devam. Nihayet önümüzdeki yıl yapılacak NATO Zirvesi’nin adresi Türkiye oldu.

Yurtta ve cihanda sulh görebilme umudunun gerçekleşmesi dileği ile…

Can Baydarol

Diğer Yazarlar