Cumartesi, Temmuz 27, 2024

Çocuk savunmasız bir varlıktır!

Günlerdir haber kanallarında gösterilen, sosyal medya ortamlarında lanetlenen, toplumca farkında olduğumuz ve ne yazık ki, hala engellemeyi başaramadığımız, 6 yaşında kendinden yaşca çok büyük biriyle evlendirilen (yaşı uygun olsa ne olacak ayrıca, çocuk denilen insan evladı evlendirilir mi?) genç kadını izliyoruz.

Hangi ebeveyn, hangi mantıkla bunun gerçekleştirilmesine izin verir? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Nasıl bir sapıklık ve cinsel açlıktır? Anlamak mümkün değil. Velakin şaşırdık mı? Ben şaşırmadım kendi adıma. Çünkü hepimiz bu ülkede, özellikle tarikat denilen oluşumlarda (bir tarikata dahil olmak gerekmemiş olan ortamlarda bile)çocuk yaşta evlendirilenler olduğunu biliyoruz.

Bunların hepsinin, çocuk gelin olduğunu söyleyemeyiz. Çocuk damatlar da var aralarında. İki çocuğun evlenmesini de normal bir durum olarak görmüyoruz elbette.. Bu durumda, ortada 2 kurban olduğunu düşünüyor ve her ikisine birden acıyoruz. 2 çocuğun evlendirilmesi, genelde, tanıdık ailelerin birleşmesi ve yahut malın aile dışına gitmemesi amacıyla yapılan evlilikler bildiğim ve anladığım kadarıyla.

Bu toplumda, özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde sıkça rastlanan bir durum. Normal mi? Değil! Ama engellenemiyor. Yasal olarak ebeveyn izniyle bildiğim kadarıyla 16 yaşından itibaren evlenilebiliyor. Ya da yaşı büyütülerek bir şekilde çözüm bulunabiliyor. Kaldı ki bu evliliklerin çoğunun yasal değilde, dini nikahla yapıldığını ve dinen bir sakıncası görülmediğini, hatta sadece sözle evlendirmenin, verdim-gitti demenin yeterli olduğunu düşünürsek, engellemenin ne kadar zor olduğunu anlayabiliriz.

Böyle durumlarda, muhtarlar yahut öğretmenler şikayet bildirseler yapılabilecek şeyler vardır mutlaka. Ama muhtarın fikri farklı mı acaba? Kız çocuklarının okula bile gönderilmediği yerlerde öğretmen ne yapsın? diyebilirsiniz. Öğretmenler, okula gönderilmeyen kız çocuklarını saptayabilirler kolaylıkla. Ama şikayetçi olduklarında, onları yeterince koruyabilecek, istek ve donanımda kolluk kuvveti yoksa.. Kelle koltukta savaşması gerek öğretmenlerin bu durumda. Ve bunu ne kadar gerçekleştirebilirler? Gerçekleştirenleri alkışlarken, gerçekleştiremeyenleri suçlayabilir miyiz?

Daha önceki yazılarımdan birinde , Erzurum’dayken, Galatasaray Lisesini kazanmış olduğumu ögrendiğim zaman, yaşım küçük ve ailemden ayrılmak içimi acıttığı halde, akran zorbalığı yüzünden, sevinçten neredeyse zil takacak hale geldiğimi yazmıştım. Cümlem tam olarak böyle olmayabilir ama, sevincimin ağırlıklı olarak, hatta belki tümüyle 🙂 bu yüzden olduğunu ifade etmiştim zannederim.

Uğradığım akran zorbalığı şuydu. Babam Erzurum Şeker Fabrikası Müdürüydü ve biz Şeker Fabrikası Lojmanlarında oturuyorduk. Lojmanların hemen dışında Ilıca kazasının karşısında, Şeker Şirketi T.A.Ş katkılarıyla yapılmış olduğundan, Şeker İlkokulu adı verilen ilkokula gidiyordum ben. Ve tabii lojmanlarda oturan ve Ilıca ve yakın köylerde oturan diğer çocuklarla beraber..

Annemde, aynı fabrikada Laboratuar şefiydi. Her aydın ve modern insan gibi, giyim-kuşam, eğlence olarak medeni davranırlardı. Lojmanlarda yaşayan herkes ve ortam çok medeniydi zaten. Taşra kentinde, o yoklukta bile inanılmaz şahane bir hayat yaşanırdı. Hani yatılı okulda kısıtlı ortamlarda biz öğrencilerin çok keyifli günler geçirmesi gibi, ailelerimizde, Doğu Anadolu’nun bir kazasında, belki zor ama gene de müthiş keyifli günler geçiriyordu.

Şimdi düşünüyorumda, hayat o zaman onlara biz çocuklardan daha mı kolaydı acaba? Zira şehrin önde gelen kişileriyle irtibatlari vardı. Hep kendileri gibi medeni insanlarla olma şansları vardı.Üretim dönemlerinde özellikle, gece-gündüz fabrika içinde olmaları gerektiği için, işçiler ile de yakın irtibatı vardı annemin. Sadece mevsimlik işçiler eğitim düzeyleri düşük kişilerdi sanırım. Çünkü bazılarının, üretim dönemlerinde eğer işe alımları olmadıysa, cüretkar ve tedhitkar davranışları olduğunu duymuştum ebeveynlerimin iş konuşmalarından (Evet bizim evde iş konuşulurdu.) Mecburdular konuşmaya…

Özellikle kampanya (üretim) dönemlerinde, fabrika işleyişini 24 saat takip etmeleri gerektiği için… Abimi, ya da beni evde bulamadıkları ya da dışarıda oynamaktan geç geldiğimiz zamanlar, özellikle annemin (babam stresini dışarı çok yansıtmazdı) endişe ve paniğinin sebebinin, bazı dönemsel işçilerin tehditleri olduğunu, çok daha sonra söylediler. Anlamıyordum o zamanlar. Meğer kaçırılıp, başımıza birşey gelmesinden korkarlarmış. Farkettimde, onlar içinde çok toz pembe değilmiş hayat.

İşte bu çok medeni ortamda, doğal olarak kendi hayat tarzlarını yaşar ve yaşatırken ailem, benim, okula gittiğimde benden yaş olarak çok büyüklerin bile olduğu sınıf ve okul arkadaşlarım tarafından, bir köşeye sıkıştırılıp, niye kısa etek ya da şort giydiğimin sorgulanıp, korkutulduğumu ve sindirildiğimi hiç bilemediler. Bilmediler demek daha doğru belki. Çünkü hiç söylemedim kimseye. Hatta öğretmenime bile. Sadece anlamazdım niye böyle yaptıklarını.

Annem bulundukları bölgeleri aynı zamanda geliştirip, yardim etmekle ilgili vatan borçları olduğunu düşündüğü için, yardım derneği çatısı altında, hemen yakınımızdaki köylerde ve Ilıca’da, eğitim, sağlık vs. gibi yardımların yaptırılmasını sağlamaya aracılık yapardı. Hiç anlamazdım. Ameliyatına yardımcı olunmuş, takma bacak alınmış, eksik kıyafeti tamamlanmış, yakacağı alınmış, kardeşleri, akrabaları, aileleri, komşuları olan bu arkadaşlarımın, sıkıntılarının giderilmesinde annem önayak olduğu halde, bana niye böyle davrandıklarını gerçekten anlamazdım. Kısa etek, ya da şort giymemin ne sakıncası olabilirdi ki? Ayrıca ben sorgulamazdım da. 60’ların sonu, 70’lerin başında Erzurum’da bir konfeksiyon mağazası bulamayacağımıza göre, annem diker, ben giyerdim. O kadar!

Demem o ki; Çocuk savunmasız bir varlık!

Ne kadar korunursa korunsun, onu incitecek kişi ve değerler hep var maalesef. Nitekim ben kendimi koruyamamıştım o dönem. Arkamda dağ gibi, gözümün içine bakan ailem olduğu halde…

Günlerdir konuştuğumuz, geçmişte ki o küçük kız hiç koruyamazdı zaten. Ama onun büyümüş halinin, bir fanus içinde yaşıyormuşçasına etrafını sarmalamış değerler, inançlar, gelenekler ve ahlakdışı düşünce ve davranış kalıplarını kırıp ya da kırabilip, bugün geçmişinden, anne ve babasından, evlendirilmiş olduğu kişiden, o tarikat mensuplarından hesap sorabiliyor olmasını o kadar değerli buluyorum ki!

Şayet farklı bir ailede, farklı şartlara doğmuş olsaydı, kimbilir ne kadar çok şey başarmış bir kadını alkışlıyor olurduk. Onun şu sıralar gösterdiği güçlü tavrı gene alkışlıyorum tabii ki. Dilerim bu olay üstü kapatılamadan varolan bütün nahoş hadiselerin ortaya çıkarılmasına ve sebep olanların cezalandırılmasına vesile olur. Daha ahlaklı bir toplum ve bütün çocukların, her ailede ve ortamda mutlu, sağlıklı ve normal şartlarda büyüyebilmelerini diliyorum. Hepinize sevgiler!

Meltem Olcay

Diğer Yazarlar