Sevgili Okurlarım,
Hristiyanlık ve Ekümeniklik yazımın ikinci bölümüne burada değinmek istiyorum. Hristiyanlığın doğuşundan sonra geçen uzun bir süreçten sonra, “Büyük Konstantin“ ile “Licianus“ taht ortağı olduktan sonra, MS 313 Yılının Şubat ayında “Milano Fermanı“ yani “Edictum Mediolanense“ yayınlanmıştır. Bazı kaynaklar bu fermanın hristiyanlığın ilk kabul edildiği tarih olarak ele alırlar ancak bu fermanın kapsamı hristiyan dinine diğer dinlerde olduğu gibi sadece özgürlük vermektedir.
Hristiyan dinini kabul edilmesi ise, “I. Theodosius“ fermanı ile MS 380 Yılında gerçekleşmiştir. Roma imparatoru, pagan dininin artık devleti taşıyamadığını görmektedir. Çünkü askere belli bir heyecan vermiyordu, ahiret hayatının olmaması, dinde böyle bir olgunun yer almaması askerin ölümden kaçmasına ve firarların artmasına olanak tanıyordu. Bu dönemler içinde ise hristiyanlıkta tam 400 tane İncilin olması da ayrı bir problem olarak gündemdeki yerini muhafaza ediyordu. Çünkü 400 tane İncil demek kurumsal olarak ta 400 tane kilise anlamını taşıyordu.
İmparator Konstantin hristiyanlığı dini sistemin içine çekmeye başlamıştır. Nihayet 325 yılında “I. İznik Konsili“ imparatorun talimatı ile toplanmıştır. İşte bu İznik İtikatnamesi bütün kiliseler tarafından kabul edilmiş, tartışılmayan tek İtikatnamedir. Bu konsilin toplanmasına gelinceye kadar kiliselerin itikadi kararlar aldıkları ve farklı diller konuştukları da görülmektedir. Bu konsili Ruhül Kudüs’ün yönettiği ve başkanının Allah olduğu kabul edilmektedir. Bu toplantıda 400 tane olan İnciller 4 taneye indirilerek kabul edilmiştir. Bunlar günümüzde de kullanılan Matta, Markus, Luca ve Yuhanna incilleridir.
Bu İznik konsilinde, İsa’nın baş havarisi olan “Pavlus“ yani Saint Paul’ün ilkeleri esas alınmıştır. Bu arada kiliselerin başıboşluğunun da ortadan kaldırılması için de belli bir organizasyon yapılması söz konusu olmuştur. İşte ekümeniklik sorunu bu safhada gündeme gelmiştir. Organizasyon açısından istenen, öncelikle bir merkezi kilise olması ve buna bağlı diğer kiliselerin çalışmalarına devam etmesidir. İşte bu kiliseler için bir tek kriter konmuştur ki o da “Apostolik“ yani azizlerden gelen olmasıdır.
Bu kriter esas alındığında, ortaya üç tane kilise çıkmaktadır.
Bunlardan birisi Antakya kilisesidir ki, İsa’nın havarisi Petrus yani Saint Pierre’in kurmuş olduğu kilisedir.
İkincisi ise Roma Kilisesidir ki bunun da yine havarilerden Petrus ile Pavlos tarafından beraberce kurulduğu bilinmektedir.
Üçüncü kilisenin de havari olmayan ancak havarilerin öğrencisi ve incil yazarı olan Markus tarafından kurulmuş olan İskenderiye kilisesidir. Bu üç kilisenin de ekümenik olduğu kabul edilmiştir. Kiliselerin kendi etki alanları vardı, Antakya kilisesi Anadolu, Suriye ve Irak topraklarından sorumluydu; Roma kilisesin etki alanı tüm Avrupa ve Balkanlar olarak belirlenmiş olup, İskenderiye kilisesinin ise etki alanı sadece Afrika olarak tescil edilmiştir.
İşte bu kiliselerin etki alanlarında Romanın başkenti olan Konstantinopolis yani İstanbul yer almamaktadır. I. Theodosius, MS 379 Yılında hristiyanlığı resmi devlet dini olarak kabul etmiştir. İstanbul başkent olmasına rağmen sadece bir piskopos atanmıştır. Çünkü bu piskoposun konumuna bakıldığında, Ereğli metropolitine, onun da Efes metropolitine, onun da Antakya metropolitine bağlı olduğu kayıtlarda yer almaktadır.
İmparator, MS 381 Yılında İstanbul konsilini topladı ve İstanbul’a Patrik Statüsü verilmesini teklif etmiştir. Bu toplanan konsili Roma kilisesi delegeleri hemen terk etmiştir. Ancak Antakya ve İskenderiye kiliseleri delegeleri ise, biz herhangi bir imza atmayız ancak fiili duruma da ses çıkarıp itiraz etmeyiz diye tavır koymuşlardır. Bu gelişmeden sonra İstanbul’a protokol gereği Patrik ünvanı verildi fakat herhangi bir etki alanı da söz konusu olmamıştır.