Cumartesi, Kasım 23, 2024

Anayasa ve AKP İktidarı

Sevgili Okurlarım,


Ülkemizde, bu güne kadar anayasa ile ilgili 23 defa yapılan değişiklikler sanki hiçbir soruna çözüm getirmemiş gibi, AKP tarafından, ısıtılıp ısıtılıp toplumun önüne darbe anayasası tanımlaması ile getirilmektedir. Bu anayasa tartışmasının toplum önüne getirilmesindeki ana amacın, ülkenin içine bilerek sokulduğu ekonomik kaos ve krizdir. Bu ekonomik kaosun moratoryuma kadar gitmeyeceğini şu anda ekonomi yönetiminde olduğu görülen ne Mehmet Şimşek ne Aamerika’da davası devam eden Hafize Gaye Erkan ne de ekonomi eskisi Cevdet bey inkâr edemez.

AKP’ye oy vermiş olan birçok seçmen kesimi ile birebir kırsal yörelerde konuştuğumda hemen hepsinin görüşü, reisin kabahatinin olmadığı ve bu kaosu yabancı güçlerin yarattığıdır. İşte bu zihniyet bu iktidarı yaratmıştır. Yeni anayasa yapma heves ve azminde olan bu AKP ve onun lideri, öncelikle kendilerinin birçok maddesini değiştirdikleri anayasayı uygulama ile ilgili etik, yasal ve olmazsa olmaz maddelerini aşındırma gayret ve inancından vazgeçmelidir.

Ben bu makalemde öncelikle anayasanın geçmişten günümüze kadar gelişimini açıklamak ve sizlerin değerlendirmesine sunmak istiyorum. Türkiye’de anayasal süreç, 1808 tarihinde başlamaktadır. O tarihte, Osmanlı Padişahı olan II. Mahmut, bu ülkede tüm yeniliklere imza atmıştır. Unutmamak gerekir ki, kendisi, anayasa mahkemesi hariç bütün kurumları tesis etmiştir. II. Mahmut sadrazam olan Alemdar Mustafa Paşayı görevlendirerek Sened-i İttifak adı verilen resmi dokümanı hazırlatmıştır. Bu doküman 29 eylül 1808 tarihinde imza altına alınmış olup, merkezi yönetimi tüm ülkede iktidarı sınırlamak amacıyla yapılmıştır. Ki bu da Türk tarihinde ilk anayasadır. II. Mahmut’tan önce, zengin ve itibarlı toprak ağaları ile bürokraside sözü geçen kişilerin oluşturduğu bir ayan kesimi vardı. Ki bunlar süreç içinde çok güçlenerek merkezi yönetim üzerinde devamlı baskı unsuru olmuştur.

Bu tarihten 31 yıl sonra, 1839 yılında Osmanlı İmparatorluğunda Padişah Abdülmecit’tir. Tamamen batı kültürüyle yetişmiş ve çok iyi Fransızca bilen II. Mahmut’un 23 Nisan 1823 tarihinde doğan oğlunun da babası gibi yenilikçi bir yapısı vardır. Yeri gelmişken, burada sizlere İzlanda’da (Rekyavik) bulunduğum sürede hala halk tarafından hatırlanan bir konuyu iletmek isterim. 1840 yıllarında İzlanda’da ortaya çıkan kıtlıkta bir milyon kişinin öldüğü kendisine iletildiğinde, Abdülmecit o ülkeye gemilerle gıda yardımı yapmıştır. Ben bunu orada duyunca ülkem adına çok gururlandım. 3 Kasım 1839 tarihinde Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından Tanzimat Fermanı imzalanmıştır ki padişahın yasalara ve ilkelere uyacağını topluma garanti etmektedir. Tanzimat Fermanından 17 yıl sonra onu pekiştirmek üzere yine Abdülmecit tarafından 1856 yılında Islahat Fermanı ilan edilmiştir.

Bu gelişmelerden sonraki II. Abdülhamit döneminde ise, kanun-i esasi hazırlanarak meşrutiyet yönetimine geçilmiştir. Kanun-i esasi 12 bölüm ve 119 maddeden meydana gelmektedir. Ancak buradaki 113. Madde çerçevesinde padişaha anayasayı askıya alma yetkisi vermektedir. Günümüzde de bunun örneklerini tek adam iktidarında tüm toplum görmekte ve yaşamaktadır. 93 Harbi olarak anılan Rus savaşları gerekçe gösterilerek 1877 yılında günümüzde de birçok siyasinin hayran olduğu II. Abdülhamit anayasayı askıya almıştır. II. Abdülhamit’in 1.592.806 Kilometre kare toprak kaybetmiş olduğu ve 19 tane sadrazam değiştirdiği maalesef hiç telaffuz edilmemektedir. Unutmamak gerekir ki bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sadece 783.562 Kilometre karedir ki bu alanın iki mislisinden fazla vatan toprağını kaybetmiş olduğu ortadadır.

İşte bunun sonucunda ordu ayaklanınca anayasayı tekrar yürürlüğe koymuştur. 1909 Yılında, 31 mart vakası ile II. Abdülhamit tahttan indirilmiştir. Anayasada birçok değişiklik yapılarak 1876 anayasası parlamenter monarşi olarak özellik arz etmektedir. I. Dünya paylaşım savaşında Osmanlı yenildikten sonra Meclis-i Mebussan 18 mart 1920 de son kez toplanmıştır. Bu gelişmelerde damat Ferit Paşanın Osmanlı Meclis-i Mebussan’ı fesih etmesi gündeme gelmiştir. 23 Nisan 1920 tarihine gelindiğinde ilk büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanmış ve 20 ocak 1921 de ise Teşkilat-ı Esasiye kanunu kabul edilmiştir. Bu yasanın yetersiz kalması nedeniyle, 20 nisan 1924 tarihinde yeni Teşkilat-ı Esasiye kanunun kabul edilmesi gündeme gelmiştir. İşte bu 1924 anayasası ile kuvvetler ayrılığı prensibi için ilk adımlar atılmıştır.

Bu anayasa 1960 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilen bir ihtilal ile Milli Birlik Komitesi yönetime gelmiştir. Bu ihtilal sonrası başta 1961 anayasasını hazırlamak için 6 ocak 1961 ile 24 ekim 1961 tarihleri arasında Kurucu Meclis Başkanı Kazım Orbay ve başkan vekilleri de Lütfi Akadlı ile İbrahim Senil olmak üzere toplanmıştır. Bu anayasada çoğulcu demokrasi ilkesi benimsenmiş olup değiştirilemeyen maddeler içermektedir.

Bu anayasanın özelliklerine bakıldığında ise, darbe anayasası olmasına rağmen en özgürlükçü anayasa olduğuna şüphe yoktur. Güçler ayrılığı ilkesini benimsemesi ise çok daha farklı bir boyutu işaret etmektedir. Bugünkü tek adam rejiminin ortaya koyduğu sistemin topluma refahtan ziyade felaket getirdiğini acaba göremeyen fanatikler var mıdır? Bunun yanı sıra, bu anayasada temel hak ve özgürlüklerin ayrıntılı olarak yer alması ise darbecilerin değil tüm toplumun isteklerine cevap verdiği görülmektedir.

1961 Anayasası ile Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Bunun yanı sıra Diyanet İşleri Başkanlığı anayasa güvencesine alınmıştır, yargı kanadında ise Yüksek Hâkimler Kurulu tesis edilmiştir. Milli Güvenlik Kurulunun kurulması da yine bu anayasa ile gerçekleşmiştir. Devletin planlı bir şekilde kalkınmasının önü açılması amacıyla, Devlet Planlama Teşkilatı kurulduğu da unutulmamalıdır. Tüm bunların yanı sıra 1950 yılında kurulan Yüksek Seçim Kurulu anayasal bir kurum olarak seçim güvenliği için tesis edilmesine rağmen günümüzde ne hale geldiğinin örnekleri o kadar çok ki bunun temelinde ise siyasi idarenin tek adam rejimi kapsamında müdahalesi olduğu dikkate alınmalıdır.

Bu anayasa 1980 yılındaki Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir komuta zinciri kapsamında yönetime el koyması ile sona ermiştir. Bu dönemde yine yönetime gelen askeri uygulamalar bir ara rejim olarak 2 yıl kadar sürmüş ve nihayet 1982 anayasası yapılmıştır. 1982 Anayasası temel hak ve özgürlükleri koruyan bir yapıdadır. 1982 Anayasası sert bir anayasa olarak siyasiler tarafından empoze edilmiştir. Nedenine gelince ilk üç maddesinin değiştirilemez olması öne sürülmektedir. Unutmamak gerekir ki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en önemli niteliklerinin, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olmasıdır. Ancak bugün tek adam rejiminde bunlardan bahsetmenin mümkün olduğunu ifade etmek ise oldukça zordur. Bu anayasanın danışma meclisi tarafından yapıldığı bilinmesine rağmen bazı siyasiler tarafından darbe anayasası olarak lanse edilmeye devam edilmektedir. Ancak günümüzdeki parti gözetmeksizin tüm siyasi kişiliklerin toplumu düşündüğünü söylemek sadece abesle iştigaldir.

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar