Sevgili okurlarım,
Ülkemizde, iktidarda olan, Adalet ve Kalkınma Partisi olağanüstü kurultayını yaparak katılan tüm delegelerin oyları ile yine Recep Tayyip Erdoğan’ı genel başkan olarak seçmiştir. Oylar içinde hiç boş oy bile çıkmamış olması ise başlı başına önemli bir husustur. Bu seçimin kimse için bir sürpriz olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü son 25 yıldır iktidarda olan AKP’nin tamamen bir lider partisi olduğu her zaman uygulamaları nezdinde teyit edilmektedir.
Gelişmelere bakıldığında parti içinde ve seçmen kitlelerinde sorgulamanın hiçbir zaman yer bulma- dığı görülmektedir. Lidere itiraz veya aksi bir görüş ortaya konması söz konusu olmamaktadır. AKP’nin olağanüstü yapılan kurultayına bakıldığında, parti içi demokrasiden bahsetmek oldukça zordur. AKP tama- men bir lider partisidir. Göründüğü kadarıyla merkez karar organlarında yer alan kişilerin önemli bir bölümü değiştirilmiştir. Kadroların bu değişime uğrama- sında liderin talimatının etken olduğu izlenmektedir. Delegelerin tamamına genel merkezin ve dolayısıyla parti genel başkanının hakim olduğuna şüphe yoktur.
AKP kurulduğunda, bir lider partisi görünümün- de değildi; ancak 2011 yılından itibaren lider partisi olmaya başlamıştır. Bu yıl içinde, parti tüzüğünde 3 dönem milletvekili olma kuralı getirilmiş oldu ve lider bundan yararlanarak öncelikle bir kısım yönetimdeki kişileri bu aşamada pasifize etme imkânını bulmuştur. Bu etkisizleştirme operasyonu sonucunda lider ile be- raber yola çıkan kişilerin kolayca parti yönetiminden uzaklaştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu safhada kadroların bir bölümünün değiştiğine şüphe yoktur.
Lider partilerinde en önemli ortak özelliğin, liderin gitmesiyle partinin dağılması olduğu tarihsel olaylardan da anlaşılmaktadır. Türkiye’de 1950 yılından iti- baren yönetime talip olan ve yönetime gelen bütün sağdaki partilerin lider partisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Lider gittikten sonra partinin dağılması mukadderat olarak gündeme gelmektedir. Bu durumda, istisna teşkil eden CHP ve MHP olmak üzere iki parti vardır. Bunların da ideolojiye dayalı partiler olduğu dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda refah partisinde de alevilik üzerine gidilerek belli bir seçmen kesimi kontrol altına alınması söz konusudur. Lider partilerinde kökleri teşkil eden kurucuların da o kadar önemli olmadığı ve belli bir süreçte lider tarafından gözden çıkarılabileceği görülmektedir.
Son dönemde izlendiği gibi, yerel seçimler öncesi, AKP kurucularının da bir kenara atıldığı gözlenmekte- dir. AKP lideri, Recep Tayyip Erdoğan, önce Abdullah Gül ile yollarını ayırdı, daha sonra parti tabanında belli bir ağırlığı olan Ahmet Davutoğlu gündeme geldi ve onu da parti içi ayak oyunları ile ayrılmaya daha doğrusu istifaya mecbur bıraktı. Konu Ali Babacan’a gelince, AKP de lidere en fazla direnen ekonominin başında olan bakan olarak önemini korumaktaydı. Ancak, ona da uygulanan metodik yaklaşımlar sonucunda Ali Babacan’ın da partiden ayrıldığı ortadadır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük özelliği, tasfiye edeceği kişileri ne suç işlemişlerse işlemiş olsunlar mahkemeye vermemektedir. Onları önce etkisizleşti- rip, sonra maddi olarak zayıflatarak bir kenara atmak- tadır. Bu uygulamaya en son örneği de Binali Yıldırım teşkil etmektedir. Son üç aydır birçok medya mecra- sında farklı söylentiler gündeme gelmiştir. Önemli iddialardan birisi de kendisi hakkında varlık fonun- dan 25 milyon dolar komisyon olarak alınmasıyla il- gilidir. Bunun yanı sıra bazılarının kendisine muhalif olmaması için yüksek istişare kurulu adını verdiği bir oluşum icat ederek, burada yüksek maaş ile görev- lendirme yapmaktadır. Bu kurulda görev alanların ise, Köksal Toptan, Mehmet Ali Şahin, Cemil Çiçek, İsmail Kahraman, Bülent Arınç olduğu bilinmektedir.
Lider partilerinin en çok müdahale etmek istedik- leri, yerel ve ulusal seçimlerdir. Çünkü, parti liderleri- nin hayatiyetini devam ettirmeleri ancak seçimlerde başarı sağlanması ile mümkün olmaktadır. Bu neden- le yerel seçimlerde seçim bölgelerinin tespit edilmesi çok önemlidir.
Recep Tayyip Erdoğan da iktidara geldiğinde seçim bölgelerinin belirlenmesinde birçok değişiklikler yapmıştır. Bazı seçim bölgelerinde sorgulayan seçmen bulunmamaktadır. Onların genel davranışı partiye ve onun gösterdiği adaya oy vermektir. Bu tip seçim bölgelerinde partiler ne kadar başarılı olabilecek adayları çıkarsalar bile seçmen yine kendi desteklediği partinin adayına oy vermekten geri kalmayacaktır. Bu husus başlı başına önemlidir.
Bu konuya bir örnek vermek gerekirse, Amerika Birleşik Devletlerinde temsilciler meclisinin seçim bölgelerinin % 80 oranındaki yörelerde, seçmenler tamamen partinin gösterdiği adaya oy vermektedirler. Geri kalan bölgelerde ise, seçmenler adayın durumuna ba- kıp onu sorgulayarak oy vermektedirler ki bunun da ancak %20 oranındaki seçim bölgelerinde gündeme geldiği görülmektedir. Bir diğer taraftan bazı seçim bölgelerinde ise çok daha farklı bir yaklaşım söz konusudur. O seçim bölgelerinde, belli bir tarikat veya baskın bir ideolojik yapılanma var ise bu durumda o bölgenin seçmeninin ise tarikat şeyhinin veya kurumsallaşmış ideolojik yapının yöneticisinin gösterdiği adaya destek vermeleri kaçınılmazdır.
Ülkemizdeki yapı dikkate alındığında tarikat şeyhlerinin gösterdiği aday müritler tarafından hiç sorgulanmadan desteklenmektedir. İşte bu nedenle lider partilerinde tarikat şeyhlerine devlet kadroları peşkeş çekilmektedir ki bunun sonucunda da liyakatsiz kadroların oluşması gündeme gelmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın lideri olduğu AKP içinde 25 yıla yakın süredir iktidarda olmalarına rağmen kuruluştan itibaren parti yönetiminde kalan sadece iki kişi vardır ki bunlar da Hayati Yazıcı ile Ömer Çeliktir. Nurettin Canikli ile Bekir Bozdağ’ın da parti karar organlarından çıkarılmış olmaları ise tabanda büyük bir şaşkınlık yarattığını ben konuştuğum ilçe ve il yöneticilerinden de duymuş bulunuyorum.