Perşembe, Eylül 19, 2024

Yüce Dağ Başında Yanar Bir Işık mı?

Bu gün 2 Kasım. Sevgili Babacığım bizler için yanar bir ışık oldun. Işıklar içinde uyu!..


İçimden tuhaf bir şekilde bugün yine sana yazmak geldi. Geçen yıl çok sevdiğim bir hekim ağabeyimin telefonu da bunu hızlandırmıştı. Diğer zamanlar birkaç cümle ile geçiştirirken, bugün nedense yine uzun yazayım ve derinlik olsun dedim. Senden ayrılalı yarım asırı geçmiş. Yani tamı tamamına 51 sene olmuş. “Yıl 1972, 2 Kasım” baba!..

Sensiz hayatın yokuşlarında sırtladığım yüklerim ve bir başıma mücadelemle hep en iyiyi yakalamak, en iyiyi oldurmak istedim. Kim bilir seni bu kadar erken kaybedişim belki de beni bu cefâkâr, vefâkar, uzun uğraş gerektiren “Hekimlik” mesleğine itti Baba!..

Yokluğunla yaşamak zorunda kaldığım yıllarda hiç yol gösterenim , akıl verenim pek olmadı. Yüreğimden başka Yardımcısı olan olmadı. Kısa bir birlikteliğimiz olsa da, sen vereceklerini vermiş, ben de alacaklarımı almıştım oysa. Bu yüzden ilkesiz bir duruşum olmadığını düşünüyorum.

Hep inandığım değerler uğruna savaş verdim yıllarca. Bir şekilde buna özen gösterdim. Ama işte bu özel günlerde göz ucu buğulanmalarımla bakışlarımı hep kaçırırdım. Başka babaların yüzüne bakamazdım hiç. Babalar Gününde ve her Kasım Ayının İkisinde başka alemlere seyahat ettim. Bazen Babalar Gününü anlamsız bulduğum, bu tür günlerin Küresel Sermaye düzeninin, tüketim amaçlı bir aldatmacası olduğunu düşündüğüm anlarım da oldu dersem yanlış olmaz. Halbuki bir gün babayı anmaya, anımsamaya hiç yeter miydi?

Ama insan yaş alınca daha da hüzünleşiyor, öyle sanıyorum. Kimi yerlerde okuduğum söz ve yazılarda unutamadığım bir tümce geçiyordu gözümün önünden, hem de tanıdık ve aşina; “Gölgesi Yeter” diye…

Gölgenin olmadığı sararmış bir fotondan, sana sevgimden başka bir şeyim kalmadı. Yalnızım baba!..
Baban giderse öpülecek elin gider demişler…
Kendi elimi öpmek zorunda kaldım çocukluğumdan bu yana. Birlikte birazcık zaman geçirebilseydik. Kalsaydın daha mutlu, belki de daha güvenli olurdum baba…

İnsanlara, diğer canlılara kıyımsızlığım hep bundandır baba!..
En çok da ezilenlere, ağlayanlara dayanamam. Dayanamam hüngür hüngür ağlarım…
Sol gözümün basıncı artmış. Yazımı zorlukla yazabildim daha çok yazacaktım. Senin güzel yazıların kadar olmasa da…
Bir kez daha efkârlandım bu gün Baba!..
Işıklar da yat!…
Huzur içinde uyu!..

Senin çok sevdiğin, evimizdeki radyoda dinlediğin Nurettin Akyürek Ustamızın güzel bir Sivas-Zara türküsü ile bitireyim sohbetimizi. Bu türküyü her dinlediğinde eşlik eder, gözlerinden yaş gelirdi. Ülkemizin hallerine üzülürdün. Ülkemiz senin zamanlarından çok kötü. Kimse yarın ne olacağını bilemiyor. Elimizde cep telofonu dertlerimizi birbirimize güzel aktarıyoruz. Hekimler, Kadınlar, çocuklar, işçiler, gazeteciler ve yoksul halk şiddet uygulanarak, istedikleri düzenin gelmesi için hizalanıyor.


Gelelim sevdiğin türküye.
Sakın ağlama baba..

Yüce dağ başında yanar bir ışık,
Düşmüşüm derdine olmuşum aşık,
Ağ buğday benizli zülfü dolaşık,
Dividim kalemim yazarım,
Böyle bir yavrunun derdi var bende,
Yar bende oy bende,
Aha ben gidiyom sen hemen ağla,
Yan ağla dön ağla…

Sevgilerimle…

Dr. Mustafa Torun

Diğer Yazarlar