Cuma, Ekim 11, 2024

100. Yıl

Atatürk’ün cumhuriyetin 10. Yılında yaptığı konuşmasını, sanırım 1985 yılında, ilkokuldayken dinlemiştim ilk defa. Oldukça eski ve cızırtılar ile dolu bir kayıttı ve çok eski bir teypten dinlemiştik. Cızırtılar ve uğultular arasında ulu önderin, kendinden emin sesiyle millete seslenişini dinlemek beni o denli heyecanlandırmıştı ki, radyoda ve televizyonda aynı kaydı bir daha dinleyebilmek için günlerce dikkatle takip etmiştim.

O zamanlar şimdi olduğu gibi bir iki tuşa basıp, dilediğimiz içeriğe ulaşamıyorduk. Radyo halen en çok kullanılan kitle iletişim aracıydı. Pek çok evde halen siyah beyaz televizyonlar vardı ve sınırlı süre yayın yapılıyordu. Tüm bu teknolojik yetersizliğe rağmen ne yapıp edip, 10. Yıl konuşmasının metnini sonunda Karşıyaka Hoca Mithat Kütüphanesinde bulmuştum. İzninizle kısa bir kesit paylaşayım.

Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15’inci yılındayız.
Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!


Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.

Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Bu dönemde 10. Yıl Marşını da öğrenmiştik. O kadar etkilenmiştim ki 10. Yıl Marşından, sürekli mırıldanır olmuştum. Okula yürüyerek gider gelirdim. Evimize pek de yakın değildi hani. Yol boyu üç arkadaş bağıra çağıra bu marşı çok söylemiştik.

Sonra bir gün öğretmenimiz bize yüzyılları ve yüzyılların önemli olayları anlattı. Dersin sonuna doğru 2000 yılına gelindiğinde 20. Yüzyılın biteceğini ve 21. Yüzyıla gireceğimizi, 21. Yüzyılın nasıl olacağına dair bir yazı yazmamızı istediğini söyledi. Sıra arkadaşım matematiği çok severdi, hemen 2000 yılında 23 yaşında olacağını hesapladı ve ilk cümlesi “2000 yılında 23 yaşında olacağım…” olan bir yazıyı, kurşun kalemiyle defter sayfasına adeta çift sürercesine bastırarak yazmaya başladı.

Oldum olası bilim kurguya meraklı olan ben, uzayda mı yaşayacağız, yoksa başka gezegenlere mi gideceğiz diye düşünürken, 23 rakamı belli belirsiz bir şeyler anlatıyordu ama bir türlü yerini bulamıyordu. Yazımı yazdım. 2000 yılında uzaylılar dünyaya gelecekti, biz de onlara gidecektik. Uçan arabalar olacaktı ve daha bir sürü başka ilginç fikir. 23 rakamı ise yerini tam bulamamıştı. Arkadaşımı kopyalamış damgası yememek için 23 yaşında olacağıma dair bir cümle de yazmamıştım.

Derken evde oyun oynarken bir anda sis perdesi kalktı. 2000 yılında 23 yaşında olacaksam, 2023’de 46 yaşımda olacaktım. Yani cumhuriyetin 100. Yılında. Bunu pek çok konuyu keyifle konuştuğum dedeme anlattım. Dedem ilkokul öğretmeniydi. Her yaştan insanla rahatlıkla iletişim kuran, konuşması, beraber vakit geçirmesi çok keyifli bir insandı. Bu konu üzerine uzun uzun konuştuk. Dedem “Biz o zamanı göremeyiz ama …” diye bir cümleye girince çok üzülmüştüm. Ama bu konu zaman zaman hatırlayacağım ve üzerine düşüneceğim bir konu olarak benim zihnimde daimi bir yer bulmuştu.

Yıllar geçti. Okullar değişti. Tam da istediğim gibi bir makine mühendisiydim artık. Çalışmaya başladım. Pek çok tecrübe edindim. Pek çok insan tanıdım. İçlerinden bazıları vardı ki, kocaman masalarına ve iddialı unvanlarına rağmen, sıradan konularda bile karar vermekten kaçınıyor, sorumluluk almak yerine konuyu sürüncemede bırakmayı tercih ediyorlardı. Çok çektim bu tarz insanlardan. Neredeyse her sürecin önünü tıkayan, olacak işin olmasına engel olan, sinir bozan bu kararsızlıktan.

Oysa bir kişi vardı ki, akla gelebilecek her tür imkansızlığın, umutsuzluğun ve yokluğun içinde karar vermiş ve uygulamıştı. Gelin şimdi sizi geçmişe götüreyim. Günlerden 3 Kasım 1918. Üç günlük bir tren yolculuğunun ardından İstanbul’a ulaşan Mustafa Kemal, kendisini Haydarpaşa’dan Galata’ya götürecek olan istimbota biner. İstimbot normalde izleyeceği rotadan uzun bir rotada ve yavaş ilerler, çünkü tam bu esnada 55 parçalık işgal donanması Marmara’dan İstanbul Boğazı’na girmektedir. Ağır ağır ilerleyen işgal donamasına ait savaş gemileri o günün akşam saatlerinde boğazda yerlerini alacak ve toplarını yüzyıllardır bu topraklarda hakim olan devletin sarayına çevireceklerdir.

Mustafa Kemal’in yaveri Cevat Abbas, düşman gemilerine bakarak, hüzünlü bir sesle “Geliyorlar.” der. Bu gemilerin buraya gelmemeleri için Çanakkale’deki onca kahramanlığı, verilen savaşları ve yitirilen canları hatırlayan Mustafa Kemal ise, “Evet gelirler, gelirler ama, bir gün de geldikleri gibi giderler.” der. Kim bilir, belki de Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan Kurtuluş Savaşı ve ardından bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yoldaki ilk kararları Atatürk bu anda vermiştir.

Birkaç gün içinde 38 yıldır beklediğim o gün gelecek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yılını kutlayacağız. Heyecanımı ve hissettiklerimi anlatmaya kalemim yetmiyor. Onca zorlukla ve mücadeleyle kurulan cumhuriyetimizin dünya durdukça var olacağına inancım bir kez daha perçinleniyor zihnime.

Başta ulu önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, vatanımızın düşman işgalinden kurtulmasında, cumhuriyetin ilan edilmesinde ve bugünlere ulaşmasında için emeği geçen herkesi saygı ve minnetle anıyorum. Cumhuriyetimizin 100. Yaşı hepimize kutlu olsun.

Ümit Şevik

Diğer Yazarlar