Cumartesi, Kasım 23, 2024

“Enflasyonun temelinde keskin değişimler yatıyor”

Enflasyon Görünümü ve Tahmin Modelleri seminerinde konuşan Özyeğin, son 10 yıla bakıldığında öngörülebilirliğin azaldığı ve oynaklığın yüksek olduğu bir dönemden geçildiğini söyledi


ENSAR ÇIRAK

Koç Üniversitesi – Türk Sanayici İş İnsanları (TÜSİAD) Ekonomik Araştırma Forumu tarafından Enflasyon Görünümü ve Tahmin Modelleri semineri gerçekleştirildi. Seminerde konuşan TÜSİAD Başkan Yardımcısı Murat Özyeğin, ekonomi politikalarının son 10 yılına bakıldığında öngörülebilirliğin azaldığı ve oynaklığın yüksek olduğu bir dönemden geçildiğini söyledi. Geride bırakılan dönemde ülkelerin Covid krizi dışında global görünümü destekleyici etkiyi fırsata dönüştüremediklerini belirten Özyeğin, “Keskin değişimlerin tetiklediği sonuçlar ise bugün yaşadığımız sorunların temelini oluşturuyor. Bu sorunların ilk sırasında enflasyon geliyor” dedi.

Özyeğin: Finansmanda öngörülebilirlik yetmiyor

İhracat ve ithalatta yaşanan ivme kayıplarının Türkiye’yi aşırı tüketimle büyüyen bir ekonomiye dönüştürdüğünü ifade eden Özyeğin, “İhracatın yetersizliği, ithalatın hızlı artışı ve zayıf yatırımlar büyümenin dengeli ve sürdürülebilir olmasına engel oluyor. Bu durumun Türkiye’nin ihtiyaçları doğrultusunda ihracat ve yatırımı destekleyen bir yöne evrilmesi gerekmekte. Bunu elde etmek için sadece finansman koşullarında öngörülebilirliği sağlamamız yetmiyor. Öncelikle enflasyonu düşürmemiz, kurumlarımızı güçlendirmemiz, politika yapma kapasitemizi artırmamız ve ekonomimizin yeniden üretkenliğinin arttığı bir döneme girmemiz gerekmekte” diye konuştu.

Mayıs ayındaki seçimlerin ardından yeni ekonomi yönetimiyle birlikte ekonomi politikalarında belirgin bir değişim gözlendiğini de dile getiren Özyeğin, “Para politikasında geleneksel politikalara dönüşün ve sadeleşmenin verdiği ivmeyle seçimlerin öncesinde neredeyse 900 baz puan civarına ulaşan ülke risk primin bugün 350 puana kadar gerilemesi ekonomimize dair algının önemli ölçüde düzelmeye başladığına işaret etmekte. Merkez Bankası’nın (TCMB) bozulan enflasyon dinamiklerine karşı para politikasında sıkılaşma yönünde doğru adımlar atması memnuniyet verici. Bu sürecin kademeli şekilde ve etki analizleri yapılarak ilerlediğini görmekteyiz. Ekonomi yönetiminin iletişime baktığımızda ise para politikasındaki duruşun 2024’de de sıkılaştırma yönünde olacağını değerlendiriyoruz. Öte yandan iletişim kanallarının hem ulusal hem de uluslararası ölçekte etkin şekilde kullanımı kritik rol oynuyor. Özellikle içinden geçtiğimiz bu yeni dönemde ekonomi yönetiminin tüm paydaşlarla iletişimi en yüksek noktaya çıkarması olumlu” ifadelerini kullandı.

Özyeğin: Mücadele sürecini hep erteledik

Enflasyonla mücadelede güçlü bir mutabakat oluşmasını ve sürecin desteklenmesini önemsediklerini vurgulayan Özyeğin, “Özellikle reel kesim olarak bu sürece hazırlıklı olmalı ve bu mücadelede sabırlı davranmalıyız. Bugün bu sürece kararlılıkla devam etmediğimiz takdirde önümüzdeki yıllar çok daha ağır bir enflasyon yükünü taşımak zorunda kalacağız. Bugün geldiğimiz noktanın temelinde de mücadele sürecini hep ertelememiz yatıyor. TCMB’nin dezenflasyon süreci için işaret ettiği 2024’ün ikinci yarısı ve sonrası için tüm paydaşlar olarak kararlı olmalı, hedefimizin tek haneli enflasyon olduğunu unutmamalıyız. Ekonomik büyümemizin sağlıklı ve sürdürülebilir bir patikaya oturması ve potansiyelimizi yakalamak için küresel gelişmeleri de yakından takip etmeliyiz. Son dönemde yaşanan jeopolitik gelişmeler istenilen sonuçları elde etmenin önünde önemli bir bariyer oluşturabilir. Bu nedenle problemlerimizi hızla çözerek akran ülkelerden pozitif ayrışmalıyız. Ülkemizin ekonomik büyümesi dış kaynaklara dayanmakta ve bu modelin değişmesi zaman alacak. Bu nedenle öngörülebilir ekonomi politikaları inşa eden ve bu politikaları güvence altına alan bir yaklaşım ile dış sermayeyi yeniden ülkemize çekmemiz gerekiyor” cümlelerine yer verdi.

Öte yandan yalnızca doğru iktisadi politikaları uygulamanın yarışta kalmak için yeterli olmadığını belirten Özyeğin, “Hukukun üstünlüğü, yargının adil çalışması hem büyüme hem de yatırım sermayesi için hızla iyileştirilmesi gereken unsurlar. Doğru iktisadi politikaları desteleyerek besleyecek olan bu unsurları yerine getirdiğimiz sürece ekonomik ve siyasi alanlarda sağlayacağımız rahatlığın ötesinde küresel ve bölgesel ekonomik kazanımlarımızı konuşmamıza fırsat vereceğimiz bir döneme geçebiliriz” diye konuştu.

Aran: Bankacılıkta ters seçim sorunu baş gösteriyor

Seminerin ana konuşmacısı Türkiye İş Bankası İcra Kurulu Başkanı Hakan Aran ise ‘Enflasyon Patikasının Bankacılık Sistemi ve Reel Ekonomiye Etkileri’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Bankacıların görevlerini yapabilmesi için model parametreleriyle ilgili öngörülebilir bir ortam olması gerektiğini dile getiren Aran, “Enflasyon ve büyümeyi tahminleyebilmemiz gerekiyor. Parasal aktarım mekanizması sağlıklı çalışmalı. Bankaların etkili risk yönetimi yapmasına izin verecek bir ortam olması gerekiyor. Bunlar olmadığı zaman bankacılıkta ters seçim sorunu baş gösteriyor. Yüksek faiz ortamında krediye çaresizce ihtiyacı olan ve uzun vadede ödeyemeyecek yanlış müşteriler seçiliyor; donuk krediler sorunu. Tasarrufların erimesine ve reel ekonomiye katkı sağlayamamasına yol açıyor” dedi.

TL’ye güven kaybı yüzünden yabancı para tasarruflarının arttığını söyleyen Aran, “Tüketimi öne çekme, konuta, taşıta, hammaddeye bir an evvel yatırma, güvenli bir alanda mevduat müşterisiyken riskli alanlara yönelme oluyor. Borsa endeksi 2 buçuk kat arttı. 1 milyon yatırımcı 8 milyona çıktı. TL tasarruftan kaçınmak daha riskli. Kredi kanallarının işleyebiliyor olması gerekiyor. Enflasyon ne kadar yüksekse 12 ay sonraki enflasyonu tahmin etmek de o kadar güçleşiyor. Yüksek enflasyon öngörülebilirliğin en büyük düşmanı. Yatırım kararları hep enflasyon tahminleri tarafından şekilleniyor. Yüksek enflasyon dönemlerinde ortalama büyüme oranı yüzde 3,7’ye düştü. 2004-16 döneminde ise ortalama yüzde 7,1 büyüdük. Bu açıdan fiyat istikrarı daha kapsayıcı bir büyümeye katkıda bulunuyor” cümlelerini dile getirdi.

Aran: Bankacılıkta ters seçim sorunu baş gösteriyor

Enflasyon kontrol altına alındığında büyümenin daha sağlıklı olduğunu dile getiren Aran,  “Parasal aktarım mekanizması doğru çalıştığında, kredi kanalı arasında özellikle ekonomik büyümeyle kredi hacmindeki reel artış arasında birbirini besleyen bir nedensellik ilişkisi var. Fiyat istikrarı sağlandıkça reel kredi hacmi artışı ekonomiye katkı sağlıyor. Yüzde 10 artış, yüzde 4 büyüme sağlıyor. 2017 sonrasında tasarrufları da özendiremedik. Bankacılık için enflasyon patikasını öngörmek hayati önemde. İş gücüne yapılacak zam sene sonu enflasyonu doğrudan etkileyecek” dedi.

Kur Korumalı Mevduatlar (KKM) ile ilgili gelen bir soruyu ise Aran, “KKM’ler hükümetin politikasının bir bedeliydi. O politikanın bir sosyal maliyeti vardı. KKM’lerin dönemi bitti. Düşük faizli dönemin bir ürünüydü. Reel getiriyi TL olarak sağlayabiliyorsak KKM’lere gerek yok. KKM’ler 2024’e kadar ortadan kalkacak” diye cevapladı. 

Çakmaklı: 2024 enflasyon tahminimiz yüzde 52

Seminerde Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Doç. Dr. Cem Çakmaklı da ‘Enflasyon Tahmininde Dikkat Edilmesi Gerekenler’ başlığıyla bir sunum gerçekleştirdi. Doç. Dr. Çakmaklı, 2024 yılı için enflasyon tahminlerinin yüzde 52 olduğunu açıkladı. Enflasyon tahminine bakarken bir olasılık dağılımı gözüyle bakılması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Çakmaklı, olası bütün senaryoları göz önüne almaya çalıştıklarını ifade etti. Bunun geleceğe yönelik bir belirsizlik modellemesi olduğunu aktaran Doç. Dr. Çakmaklı, “Ortada ana üç çeşit belirsizlik var. Bunlar model belirsizliği, modeldeki parametrelerin belirsizliği ve verinin kendisinden kaynaklanan belirsizlik” dedi.

Türkiye’de enflasyonu belirleyen etmenlerin oldukça belirgin olduğunu söyleyen Doç. Dr. Çakmaklı, “Bunlar para politikası yani faizler, talep, kur, vergiler ve enerji fiyatları. Bunun yanında bunların ardıllarını, hangi zaman dilimini koymamız gerekiyor? Enflasyonda kur şoku oluyor ama kur şokunu hemen yaşamıyoruz. Diğer yandan akaryakıta gelen zam, farklı sektörleri farklı zaman dilimlerinde etkiliyor. Dolayısıyla bu değişkenlerin ardıllarını da koymamız gerekiyor” dedi. Enflasyonu belirleyen parametrelerin zaman içinde değiştiğini kaydeden Doç. Dr. Çakmaklı, “Kur şokunun etkisi şokun büyüklüğüne göre değişiyor. 2018’deki kur şokunun etkisi az iken 2021’de 2023’de kur şokunun enflasyona etkisi çok daha fazla oldu. Para politikasının etkileri gecikmeli oluyor. Burada aktarımdaki parametre zaman içinde değişiyor” diye kaydetti. 

Yıllık enflasyondan ziyade artık aylık enflasyona bakılmasının daha doğru olacağını ifade eden Doç. Dr. Çakmaklı, yıllık enflasyonlarda temmuz ve ağustos aylarının etkilerinin gözlendiğini belirtti. Enflasyon değişiminde yavaşlama olup olmadığını anlamak için aylık enflasyonun daha yararlı olduğunu söyleyen Doç. Dr. Çakmaklı, “İlk kur şoku Haziran 2018. Buradaki kur şokunda yüzde 1’e yüzde 0,3’lük bir yansıma olmuş. 2021’e geldiğimizde ise 1’e 0,6’lık bir aktarım söz konusu. Mayıs 2023 seçimlerinden sonraki kur şoku ise 1’e 0,5” dedi.

Çakmaklı: Enflasyonda TÜFE oynaklığı arttı

Parametrelerdeki bir başka mekanizmanın ise dışarıdan etmenler olduğunu söyleyen Doç. Dr. Çakmaklı, “Yani 2023 seçimlerinde gördüğümüz şeyler. Kuru sabit tutsanız bile beklentiler bozulduğu zaman enflasyondaki değişim yine aynı miktar devam ediyor. İşte o zaman kurun enflasyona yansımasıyla ilgili parametre aslında sıfırlanıyor. Çok daha düşük bir hale geliyor. Bütün bu enflasyon tahminlerinde biraz bunu yakalamak gerekiyor. Parametrelerdeki değişimi almak çok önemli. Enflasyon tahmini yaptığımızda diğer olasılıkları da göz önüne almamız gerekiyor. Son iki senede farklı bir ekonomi politikası izlendi ve oynaklık çok arttı. Finansal koşullarda kötüleşmeyle beraber enflasyonda tüketici fiyat endeksi (TÜFE) oynaklığı arttı. Bir de verideki belirsizlikle. Bazen beklentilerin dışında, bazen dahilinde gerçekleşti” cümlelerini kullandı.

Bütün bunları modellediklerinde mayıs projeksiyonunda 2023 yıl sonu enflasyonu için yüzde 51 dediklerini belirten Doç. Dr. Çakmaklı, “Kur şoklarını yaşadıktan sonra da temmuzda yüzde 72 dedik. Bunun nedeni de bu geçişkenlerdeki, diğer etmenlerdeki parametrelerin zaman içinde değişmesi. Buradaki bandın artması hem verilerin belirsizliğinin artması hem de parametrelerdeki becerisizliklerden kaynaklı. Biz bunu olasılık dağılımı olarak yansıtıyoruz. Bu açıdan baktığımızda 2024 tahminimiz de yüzde 52. Ama yüzde 52’in etrafında çok büyük bir aralık var. Bu oran yüzde 30’da olabilir, yüzde 70 de olabilir” diye konuştu.

Yazgan: Fiyatlama davranışları bozuldu

Gıda enflasyonunun belirlenmesinde ele alınan kriterleri anlatan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ege Yazgan da Bilgi Finansal Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (CEFIS) çalışma modellemesine değindi. Gıda sektöründeki çeşitli mal gruplarının günlük fiyatlandırmalarını toplayarak bir nevi TÜİK’i replike ettiklerini belirten Prof. Dr. Yazgan, CEFIS endeksiyle TÜİK’in verileri arasındaki farkın 2020’nin başından itibaren açıldığını belirtti. Özellikle enflasyon yükseldiği zaman çok daha karmaşık fiyat dinamikleri görülebildiğini söyleyen Prof. Dr. Yazgan, “Bu da aslında fiyatlama davranışlarının ne kadar bozulduğunun bir göstergesi. Hem göreli fiyatlar hızlı değişiyor, hem de gün içinde farklı fiyatlarla karşılaşabiliyorsunuz. Bizim ilk amacımız topladığımız online fiyatlarla TÜİK enflasyonunu tahmin edebilmekti. Gün içindeki fiyatları modelleyerek aylık enflasyonu ölçmek mümkün” dedi.

İki endeks arasındaki kopmaların TÜİK kaynaklı olduğunu belirten Prof. Dr. Yazgan, “O zaman TÜİK enflasyonunu tahmin etmek ne kadar anlamlı? Acaba burada bir ölçüm hatası mı söz konusu? Bunu dediğiniz zaman karşınıza bir sürü sorun gelecek. Doğru ölçüm ne? Doğrusuna baktığınızda aslında biz yine TÜİK’in ağırlıklarını kullanıyoruz. TÜİK’in mal kategorilerini kabul ediyorsunuz. TÜİK bunu bir harcama araştırmasına göre yapıyor. Ama bizim yaptığımız çok daha yüksek bir sonuç veriyor. TÜİK’le biz farklı fiyatları görebiliyoruz. Aylık enflasyon farkları 2021’in sonundan sonra iyice yükseldi. Fakat son zamanlarda TÜİK’le yakınsamaya başladık” şeklinde dile getirdi.

Yazgan: TÜİK, toplama verilerini göz ardı edemiyor

Ayın birinci günüyle onuncu günü hesapladığında birbirinden çok farklı şeyler görebildiklerini belirten Prof. Dr. Yazgan, “Ayın ilk günleri bazen fiyatların yükselme oranlarının daha fazla olduğunu, ay sonuna doğru bunların geriye çekildiğini görebiliyorsunuz. Farklılaşmanın bir nedeni de bundan olabilir. Çünkü TÜİK üçüncü haftalarda fiyat topluyor. İlginç fiyatlama davranışları mevcut” dedi. Uyguladıkları bu metodolojinin TÜİK üzerinde farklılaşmaya dair bir açıklamaya ittiğini vurgulayan Prof. Dr. Yazgan, “TÜİK toplama verilerini gözden geçiriyor. Göz ardı edemiyor. Kamuoyu denetimi oluşturmak açısından faydalı bir yöntem. O kadar farklı fiyatlar arasında sınıflandırma sorunu kaçınılmaz. TÜİK’in sınıflandırmasında olmayan birçok kategori piyasada var. Alternatif bir fiyat izlencesi vermesi konusunda yararlı. Kamuoyuyla paylaşım her zaman iyidir” diye konuştu. 

İLGİLİ HABERLER

GÜNDEM