Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), 2023 yılı boyunca düzenlediği çalıştay dizisinden perspektifleri sunduğu ‘Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye’ başlıklı raporunu yayınladı. Raporda; ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’, ‘Küresel Dönüşüm ve Ulusal Strateji’, ‘Refah ve Bölüşüm’ ve ‘Çevre ve Kalkınma’ konu başlıklı çalıştaylardan değerlendirmeler yer aldı. Rapora göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılında küresel gelişmeler ve ulusal strateji arasındaki bağın tartışıldığı çalıştaylarda, küresel dengelerin değiştiği ve bunun Türkiye’ye hem fırsatlar hem de bir takım yeni sınırlamalar getirdiğine dikkat çekildi. Özellikle ABD ve Çin arasındaki rekabet, Batının değişen gücü, yeni küresel ve bölgesel aktörlerin ortaya çıkması ve artan bölgeselleşme eğilimi, Türkiye’nin dikkat etmesi gereken konular olarak gündeme geldi. Değişen küresel dengeler ışığında Türkiye’nin nasıl bir dış politika izlemesi gerektiği de tartışılırken, Türkiye’nin küresel gelişmeleri izleyerek, ülkenin refahını artıran bir dış politikaya sahip olmasının ve bunda teknoloji ve iklim uyumlu enerjinin öneminin altı çizildi.
Raporda, Türkiye’nin nüfuzunu istikrarlı olarak artırabilen bir ülke olması beklentisinin de çalıştaylarda bir başka uzlaşı noktası olarak öne çıktığı belirtildi. Ancak dış politikada istikrar, öngörülebilirlik gibi geçmişte temel değer olarak görülen eğilimlerin artık geçerli olmayabileceği noktasında tartışma yaşanırken, esnek ve bazı açılardan öngörülemez bir dış politikanın bu küresel geçiş döneminde ülkelere bazen avantajlar sağladığı iddia edildi. Türkiye’nin içinde yer aldığı ittifak sistemi tartışmasında ise kimi katılımcılar ikiye ayrıldı. Kimileri, Türkiye’nin Batı ittifakı içerisinde belirgin bir aktör olarak kalmaya devam etmesinin önemini vurgularken ve bu ittifakın Türkiye dış politikası için ana ittifak sistemi olması gerektiğinin altını çizerken, kimi katılımcılar da Batı ittifakının Türkiye’nin farklı ittifaklarından sadece birisi olması gerektiğini savundu.
“Kimlik bazlı dış politika ulusal çıkarları geri itiyor”
‘Küresel Dönüşüm ve Ulusal Strateji’ çalıştaylarında bir diğer önemli tartışma konusu çıkar ve kimlik arasındaki denge oldu. Bu dengenin önemi büyük ölçüde savunulurken, kimlik bazlı dış politika yapmanın ulusal çıkarları geriye ittiği iddiası da es geçilmedi. Bu tartışmada öne çıkan önemli konulardan birisinin ise Türkiye’nin iç bölünmelerine paralel olarak dış politikasında da farklı kimlik yönelimlerinin mevcudu olduğu belirtildi. Raporda, bu açıdan hangi kimliğe vurgu yapıldığının dış politika yönetimi nezdinde oldukça önemli olduğunun gözlemlendiği kaydedildi. Türkiye’nin Batılı kimliğiyle Batı ittifakı arasındaki ilişkisi de tartışma konusu olurken, Türkiye’nin batılı kimliğini muhafaza etmesi ile Batı ittifakı içerisinde yer almasının önemine vurgu yapıldı. Öte yandan Türkiye’nin teknoloji, iklim krizi gibi yeni ortaya çıkan konularda değerler üzerinden dış politika yapmasının prestijini ve saygınlığını artıracağı vurgusu da yine bu çalıştaylarda yer aldı. Dış politika kararlarının aynı zamanda değişen küreselleşme örüntülerine uyumlu olacak bir biçimde Türkiye’nin ekonomik refahını artırma hedefi ile yapılması konusunda uzlaşıya varıldı. Türkiye’nin gerek bölgesel gerekse küresel olarak ticaret yapmasının önündeki engellerin kaldırılmasının önemine dikkat çekildi. Ancak bunun için istikrarın, öngörülebilirliğin ve iç siyasal düzenin öneminin altı çizildi.
Çalıştaylarda; Türkiye’nin ekonomik coğrafyasının da giderek ayrıştığı belirtildi ve bunun yarattığı sorunlar üzerinde tespitler yapıldı. İç politika ve dış politika arasındaki geçişkenliğin artması konusu da vurgulanan temalardan biriydi. Gerek dış politikanın iç politikada araçsallaştırılması üzerinden, gerek iç politikanın ihtiyaçları üzerinden dış politika araçlarının saptanması bir tartışma konusu oldu. Dış politikanın iç politika ile ilişkisinin olumlu ya da olumsuz yönleri üzerine değerlendirmelerde bulunuldu. Bu tartışmaya karar alma mekanizmalarında son yıllarda yaşanan dönüşüm eşlik etti. Kurumsallaşmanın olduğu bir dış politikanın daha öngörülebilir ve istikrarlı olduğu ancak bu kurumsallaşmanın çözülmesiyle birlikte öngörülebilirliğin ortadan kalktığı söylendi. Bu duruma bilgi alma ve şeffaflık tartışmaları ve bunlardaki bozulma/çözülme eşlik etti. Diğer yandan, belli oranda öngörülmezliğin, ülkelerin dış politikasına güç katabileceği değerlendirmesi de yapıldı. Ekonominin bir savaş aracı haline geldiği dönemde ülkelerin kendi öz ekonomik direncinin artırılmasının son derece kritik olduğu yine uzlaşı konularından birisiydi. Bu konuda hem kaynak çeşitlendirilmesinin hem ticari ilişkilerin çoğullaşmasının hem de insan kaynağı gibi Türkiye’nin yeni teknolojik döneme uyum sağlamasını mümkün kılacak unsurların kalitesinin arttırılmasının önemi vurgulandı. İklim, enerji, göç ve teknoloji konuları yine yeni gündemler olarak tartışıldı.
Cumhuriyet’in kazanımları ile eleştiriler paralel
TÜSİAD raporuna göre, ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’ çalıştayında Cumhuriyet’in kazanımları, demokrasi eksikliği ve bu eksikliğin giderilmesinin Türkiye’nin önceliği olduğu, kapsayıcı ve eşitlikçi bir cumhuriyet tasarımına ihtiyaç duyulduğu, Cumhuriyet ve demokrasinin sosyal boyutu düşünülmeden incelenemeyeceği ve geleceğe de yön verilemeyeceği noktalarında ortaklaşma görüldü. Öte yandan, katılımcılar Cumhuriyet’in kazanımlarından bahsederken ve eleştirileri yöneltirken ‘eşitlik’, ‘sosyal adalet’, ‘kamusal yarar’ ve ‘katılım’ gibi ilke, değer ve kavramlara yer verdiler. Geleceğe dair ortaklık ve beraberlik kurma konusundaki çekimserlik ile ortak gelecek için ifade edilen özlemlerin büyük ölçüde birbiriyle örtüştüğünün vurgulandığı değerlendirmede, “Kalkınma ve kapsayıcı refah, toplumsal barış, evrensel insan hakları ve hukuk devletini öne alan bir Cumhuriyet, vatandaşları arasında ayrım yapmayan güçlü ve sosyal bir devlet, yaşanabilir bir doğa, kutuplaşmayı aşmış toplum, fırsat eşitliği, dünyayla entegrasyon ve eşitlik ortak özlemler” diye kaydedildi.
Diğer yandan, son yüzyıl boyunca Türkiye tarihinin en önemli temalarından olan asker-sivil ilişkisinin çalıştaylarda gündeme gelmediğinin vurgulandığı yazıda, “Temel sorunlarımızı güncel siyasetin ötesinde belli bir soyutlama düzeyinde konuştuğumuz zaman çok daha fazla ortak nokta, dil ve özlem bulabiliyor ve ortak akıl inşa edebiliyoruz. Geleceğe odaklandığımızda, hazır çözümlerde değil ama çok daha fazla ortak kavramlarda ve hayalde buluşabiliyoruz. Demokrasi Filozof Charles Taylor’ın deyimi ile sürekli devam eden, bir amaca yönelik ama bitmeyen, İngilizce ifade ile ‘telic’ bir süreç. Devamlı değişim ve dönüşüm içinde. Ancak katıldıkça, parçası oldukça gelişen, gelişimi ve dönüşümü hep devam eden toplumsal bir yolculuk. Ama aynı zamanda bu yol düz bir yol değil. Zikzaklı, dolambaçlı, farklı dönemlerde farklı ritimleri olan bir yolculuk. Cumhuriyet ve demokrasi yolculuğumuzun bu safhasında hangi duraktayız? Buradan hareket ettiğimizde nasıl yol alacağız? Siyasal, ekonomik, sosyal… koşullar elbette geçmişte olduğu gibi gelecekte de aynı kalmayacak ve ortak kavramlarımız ve hayallerimiz güçlendikçe gelecek daha aydınlık olacak” denildi.
“Sosyal refah gelirle sınırlı değil”
TÜSİAD raporunun ‘Refah ve Bölüşüm’ başlığında ise bu konu üzerine yapılan toplantılardaki kavramsal çerçeve değerlendirmesindeki ortak görüşün, sosyal refahın gelirle sınırlı olmadığı; toplumun genel mutluluğu ile sağlığa, eğitime, konuta, temiz havaya, temiz suya ve güvenli gıdaya ulaşabilmenin, sosyal refahın önemli bir boyutu olduğu belirtildi. Toplum olarak hangi ekonomik hedeflerin olması gerektiği konusunda ise görüşler değişkenlik gösterdi. Bir yandan yoksulluğa odaklanılması gerekildiği belirtirken, diğer yandan odaklanılması gerekenin verimlilik ve ekonomik büyüme olduğu söylendi. Tek bir hedef yerine sürdürülebilirliği ve eşitliği de içeren daha kapsamlı bir sosyal-ekonomik hedef ise daha ağırlık görüş olarak öne çıktı.
Ülkedeki tüketim ve servet dağılımının yetersizliği de çalıştaylarda ortaklaşılan konulardan oldu. Eşitsizliği ölçerken daha geniş bir çerçeve çizilmesi, farklı boyutlarda eşitsizliklerin dikkate alınması gerektiği öne sürüldü. Önerilerde ‘eğitimde fırsat eşitliği’, ‘dijital imkanlara ulaşmada eşitlik’, ‘özgürlüklerden faydalanmada fırsat eşitliği’, ‘ekolojik ve çevresel maliyetleri üstlenmede adalet’, ‘yasaların yapılması sürecinde eşitlik’, ‘yargıda, hak aramada eşitlik’, ve ‘zaman kullanımında eşitlik’ ek ölçütleri ve kavramlar yer aldı. Yeni ölçütler alanında tartışılan bir diğer konu ise veri eşitsizliği oldu. Belli verilere erişimin olmamasının, bu alanlarda eşitsizliklerin göz önüne alınamamasına neden olabildiği aktarıldı.
STK’lardan beklenti yüksek
Türkiye’de bölüşümde bugün gelinen nokta açısından ise genel görüş; eşitsizliklerin yüksek olduğu şeklinde belirlendi. Bu çerçevede sosyal yardımların etkisi tartışmalı göründü. Sosyal yardımlar bir yandan ‘en düşük gelirli grubun gelir payını artıran başarılı bir politika aracı’ olarak görülürken, toplamda gelir dağılımına etkisinin düşük olduğu belirtildi. Türkiye’de eşitsizliğin artmasına neden olarak ise vergi politikaları, hukuki belirsizlikler ve sürekli değişen mevzuat, büyüme modeli, ayrımcılık, bölgesel gelir dağılımındaki bozukluk, kentleşme, özellikle kırsaldaki kadınların ihmal edilmesi, küresel iklim yıkımı ve teknolojik dönüşüm faktörleri sıralandı. Eşitsizlikleri azaltma konusunda ise örgütlenmenin teşvik edilmesi ve sosyal transferlerin sadece ihtiyacı olanlara ve bireysel olarak verilmesi gibi öneriler getirildi. ‘Refah ve Bölüşüm’ çalıştaylarında STK’lardan beklentiler de yüksek oldu. STK’ların hükümeti hesap verebilir kılmaları, eğitime katkı vermeleri ve sosyal girişimcilik alanında devletle işbirliği yapmaları gibi öneriler getirildi.
“Çevre ve kalkınma birbiriyle tezat değil”
TÜSİAD’ın çalıştaylar dizisinin son halkası olan ‘Çevre ve Kalkınma’ temasında ise ortak vurgu, çevre ve kalkınmanın birbirleriyle tezat fikirler olmadığı, büyümenin insan onuruna yakışır ve doğaya saygılı bir biçimde gerçekleştirilebileceği inancı oldu. Çalıştayda, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadeleyi başarıyla yürütebileceği ve yaşam kalitesinden ve ileriki nesillerin refahından ödün vermeksizin kalkınma ülküsünü gerçekleştirebilecek donanıma sahip olduğu dile getirildi.
Çalıştaylardaki bir başka ana çekim noktasını ise ülkenin küresel yeşil dönüşümün bir parçası olması gereği oluşturdu. Yeşil dönüşümün parçası olmak için iki temel neden ve zorunluluk öne sürüldü. Bunlardan birincisini iklim krizi gerçeği oluştururken, ikincisini ise yeşil dönüşümün küresel jeopolitik sorunları ve toplumsal eşitsizliği azaltma potansiyeli oluşturdu. Değerlendirme yazısında, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele ve bu dönüşüme katılma adına yeni ve yaratıcı bir söylem geliştirme ihtiyacının önemine vurgu yapıldı. Raporda, “Türkiye, küresel sera gazı emisyonlarında ‘sorumluluğu görece az’ bir ülke olduğu anlayışıyla, şimdiye dek ciddi bir emisyon azaltım hedefi belirlemekten kaçındı. Oysa veriler Türkiye’nin toplam ve kişi başı sera gazı emisyonlarının artış hızında dünyanın önde gelen ülkeleri arasında olduğunu, yıllık emisyonlarda üst sıralarda bulunduğunu, kişi başı karbon emisyonunun da dünya ortalamasının üzerinde seyrettiğini gösteriyor” ifadelerine yer verildi.
“Türkiye’de çevre politikaları giderek aşındırılıyor”
Yüksek enerji ve karbon yoğunluklu üretim yapısının özellikle enerji sektörü için daha belirgin bir sorun haline geldiğinin kaydedildiği yazıda, “Türkiye’de çevre politikalarının ekonomik büyüme öncelikleri nedeniyle son yıllarda giderek daha fazla aşındırıldığı ve göz ardı edildiği yaygın bir gözlem. Türkiye, plastik kirliliği, endüstriyel atıklar, hava kirliliği ve doğal yaşam alanlarının tahribinde dünyadaki en sorunlu ülkelerden biri durumunda. Gelişmiş ülkelerden atık ithalatı, artan ağaç ürünleri üretimi nedeniyle ormansızlaşma, ormanların, zeytinliklerin ve doğal yaşam alanlarının madenciliğe ve taş ocaklarına açılması gibi küresel yeşil dönüşüme ters eğilimler son yıllarda kuralsız ekonomik büyümenin önemli unsurları haline gelmiş durumda. Daha iyi bir çevre ve yaşanabilir bir iklim ve yeryüzü ile insani, sosyal ve ekonomik gelişme arasında doğrudan bir bağlantı var. Bunu elde etmek için gereken çabayı göstermek için de bütün kesimlerin birlikte davranmasına ve iş birliğine ihtiyacımız var” denildi.