Cumartesi, Temmuz 27, 2024

Evrim, Devrim

Toplumsal değişme, toplumun yapısında ve işleyişinde meydana gelen büyük dönüşümlerdir. Yine de tek başına toplumsal değişme kavramı değişmenin yönünü ya da hızını belirtmez olumlu ve ya olumsuz bir değere sahip değildir, olgusaldır. Toplumsal değişimin maddi ve manevi kültürün değişmesi, tabii afetler, nüfus büyüklüğü ve kompozisyonunun değişimi, savaşlar, krizler, çatışmalar ile ilgili olduğu şeklinde sıralanabilirse de günümüzde ilk sırayı daha hızlı değişken olan maddi kültürün sürecinde ilerlediği görünümü vardır. 

Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi gerek büyük coğrafya, yeni sayılır idareler, modern altyapı ve yerleşimler ile yola çıkılmış toplumlarda idari açıdan çözümlere, eski kıtalar ve nüfus yapılarında olduğu kadar karmaşık tarihi kodlar ile ulaşabilmek gibi bir sorunları olmamak paralelinde toplumsal pragmatik düşünebilme kabiliyetleri gelişmiştir. Kanada’nın nüfus ihtiyacının ‘nitelikli’ insanlardan karşılanması tercih ve kararı bu yolda güncel bir örnektir. 

Eski coğrafyalarda 623 yıl sürmüş Devlet-i Aliye toplumsal hayatında Batı’daki anlamı ile bir sınıfsal yapı ne klasik ne de yenileşmeci dönemde görülür. Bunun nedeni, sosyal sınıflaşma için gerekli olan sosyal guruplar arasındaki ilişkinin sınıf bilinci düzeyine ulaşamaması ve sosyal guruplar arasındaki geçişliliğin bazı sınırlar olsa da mevcudiyetidir.

O dönemler için eski Türk-İslam devletlerinden miras kalan bu yenilik, Avrupa’da mülkiyet ve egemenliğin birbirine katıldığı siyasal ve ekonomik iktidarın aynı kişide birleştiği ve dönemin üretim yapısı kadar yönetim yapısını da anlatan feodal toplum yapısalının karşısına çıkıyordu.

Günümüzde Batılı değerler olarak kendisini kabul ettirmiş olan değerler seti hegemonik dayatmalarla, tarihsel bağlamını aşıp sanki tarihin amacı olarak zihinlere yerleşirken, kaynakları vasıtasıyla üretim ve gelirleri yüksek toplumlarda refah, demokrasi, hukuk vb temalar ile örülüp taçlandırılarak büyük ölçüde hayata geçirildi.

Toplumsal bileşenler açısından 20.asır boyunca dünyanın geri kalanında ‘Batı’nın medeniyetini alırız fakat kültür ve inançlarımızı koruruz’ diyenlerle ‘Batı’nın kapitalizmini almadan onun demokrasisini, özgürlüklerini, hakları, hukukunu alırız’ diyenler; küreselleşmenin tercihinde iktisadın müşir olduğunu öngöremediler. 

Bidayeten kaynakları elinden alınan ve hem sermaye hem de teknolojik olarak Batı’nın hayli gerisinde olan yarı merkez ve çevre toplumlar 20.asırda sadece bir rüya gördü. Milenyum’a yaklaştıkça büyük savaşların sonunda teşkil edilen (Birleşmiş Milletler) gibi uluslar arası üstyapıların konfigürasyonu bizatihi ulus kavramının siyaseten yaptırımını resmen, ‘gücü budanmış tek oy sahibi birey’ konumu ile payelendirdi. 

Artık küreselleşmenin toplumsal parametreleri; refah ölçüsünün farzı misal kişi başına düşen bireysel tüketim, gelir rakamları veya uluslar arası münasebetlerde bilhassa kamusal harcamalar, bütçeler gider kalemleri ihmal edilirken, işbu sadece ‘maliyet’ unsurunun gözetilmesi vb alışkanlıkların ısrarla sürdürülmesinin terkine bağlı güven verici olabilir.

Demir Uzun

Diğer Yazarlar