Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Genel Sekreteri Mikhail Gorbachev 1980’li yılların ortalarında “glasnost”(açıklık), “perestroika”(yapılanma) gibi iki kelimenin, o günlerin güç şartlarında halkı etkilediği günleri yaşıyordu. Oysa Batıda Milenyumun hemen evvelinde demokratik vurgularına bağlı olarak diplomasi sanatının aktüel yüzünü yaygın kitlelere medya vasıtası ile takdiminde “transparency”(şeffaflık) adeta anahtar rolü oynadı.
Tabiiki birbirine yakın dönemlerde yükselen sihirli kavramlar, soğuk savaş tarafı iki blok için farklı anlama geliyorlardı.
Batı’da ‘şeffaflık’ tarifinden amaç idari mekanizmaların mali şaibelerden arınmış olma hedeflerine dönük ağırlıklı siyasetler iken, Sovyetler’de çözülmenin halkı indinde ortaya çıkaracağı şaşkınlığı tüketimin cazibesi ile devlet mülkünün tasfiyesini, transferi ve gerçekleşmesini sağlamaktı.
Soğuk Savaş boyunca bloklar arası güvensizlik üzerine inşa edilen izolasyon dönemleri, ideolojik eksenli tehdit manivelası ile kontrollü ve sınırlı olan iletişim mekanizmaları, küreselleşen yeni teknolojiler ile tüketici bireyin kullanımına açılmıştır.
Habere ve kaynağına kolayca ulaşabilen tüketicinin artan bilgisi değişerek analiz ve düşünce kabiliyeti artmış tüm bunlar bireyi ticarileştirmiştir. Küreselleşen medya, kullandığı araçlar, kamu, resmi, gayriresmi tekeller ağından sıyrılarak neoliberal anlayışa kucak açmıştır. Uluslar arası sanayi, ticaret, sosyal, kültürel münasebetler de dahil, bunlara bağlı unsurların kamu güdümünden çıkarak, STK ve serbest girişimciliğin ilgi alanına girmesi ise dikkat çekicidir.
Açıklık konusunda olumsuz sinyal verenler ve düzene girmesi gerekenler, göründüğü kadarıyla artan ve kolay erişilebilir olduğu var sayılan ancak elle tutulur olmayan “bilgi kirliliği” ile “dezenformasyon”dur. Güvenilir bilgi ile örtülü ve yanıltıcı olanın ayıklanması, meşakkatli ve uzun bir mücadele gerektirir.
Haber; siyasette, sosyal, kültürel alanlarda “algı yönetiminin” aracı haline gelme riski taşır. Son çeyrek asırdır Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra ideolojik tehdit yerine 21. asırda yeni tehdidin “din” eksenli olduğu algısı yaratılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bugün coğrafyaların mücadele etmek zorunda kaldıkları etnik, dini, otokrasi, paramiliter, mülteci akınları, baskı, yoksulluk vb kaynağı her ne olursa olsun sorunların terörizmi destekleyen unsurlar olduğu açıktır.