Pazartesi, Eylül 15, 2025

Osmanlı İmparatorluğunda Adalet ve Yargılama -I

Devlet, insan unsuruna hizmet etmeyi amaç edinerek hukuk ortamında doğmuştur. Anayasa, devlete yasama, yürütme, yargı organlarını tanıyarak üç fonksiyon yüklemiştir.


Sevgili okurlarım,

Günümüzde 22 yıldır iktidarda olan AKP ve onun lideri Sayın Erdoğan, gerek davranışlarında gerekse çeşitli uygulamalarında, Osmanlı imparatorluğu dönemlerine olan hayranlığını her fırsatta güzellemeler yaparak, kamuoyu ile paylaşmaktadır. Bu hususta elinden gelen her fırsatı değerlendirerek, Osmanlı dönemine ait eserleri restore ettirmiş ve birçok yöreyi, hastaneyi, vâkıfı, okulu, Osmanlı döneminin padişahlarının veya yöneticilerinin isimleri ile donatmayı ihmal etmemiştir. Ancak bunların yanı sıra, Osmanlı padişahlarının, adalet anlayışını ise maalesef unutmuş olup, kendi anlayışının ön plana çıktığı, totaliter yaklaşımları devlet yönetiminde kendisine rehber edinerek, tek adam rejimi kurmuş bulunmaktadır.

2017 yılında ülkemizde uygulanan mevcut anayasayı değiştirerek, kendi istediği maddeler ile donatıp, benim akademik incelemelerime göre, Danimarka kralına bile verilmemiş olan yetkileri, Türkiye Cumhuriyeti anayasasına koydurarak, bunu da cahil kesimin oyları ile hayata geçirebilmiştir. Bunun yanı sıra üstüne üstlük, kendi hazırlattığı anayasaya bile birçok konuda uymamayı “ERDOĞAN GELENEĞİ“ haline getirmiştir. Bu nedenle Sayın Erdoğan’a, çok özendiği Osmanlı imparatorluğundaki adalet sistemi hakkında biraz tarihsel notlar vermek istiyorum. Malum diploması bile medyada ve birçok akademik ortamda tartışmalı olan Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncelikli mesleğinin anayasa değiştirmek olduğunu bildiğimden, bu tarihsel notu sizler adına vermeyi görev addediyorum.

Tarihsel dokümanlar nezdindeki veriler dikkate alındığında Osmanlı imparatorluğunda tüm yargılama işlemleri “KAD “ olarak tanımlanan, günümüzdeki anlamıyla hâkimlerce yürütülmektedir. Bu kadılar, “PEYGAMBER NAMINA“, suçlu ile suçsuzu ayırıp gerektiğinde cezalandıran, İslam hukuku ile hükmeden, karar veren kişilerdir. Devlet geleneğinde, bu kadıların hem idari hem de yargı yetkilerine sahip olmaları ise ayıca dikkate alınması gerekli bir teknik unsurdur. Kadılar, tamamen “KAZALARDA“ görev yaparlardı ve medreselerden yetişmeleri ise günümüze göre daha farklı bir anlayışın hakim olduğunu göstermektedir. O dönemde kadıların almış oldukları eğitim çerçevesinde, bilimsel yeterlilik dereceleri de kontrol edilerek ona göre ünvan ve derecelendirme yapılırdı. Ancak bu ünvan ve dereceleri almadan önce, kadılar devlete ait bir merkezde, muhakkak surette stajlarını tamamlar ve “PADİŞAH BERATI“ ile görev yerlerine gönderilirlerdi.

Kadıların, yetkileri oldukça genişti. Ancak Osmanlı padişahları da kendilerinin tam yetki ve mutlak iktidara sahip olduklarını kabul etmelerine rağmen yine de mümkün olduğunca, kadının kararlarına, çoğu zaman, müdahale etmezlerdi. Bu uygulamalar içinde, padişahların şeriata bağlı oldukları ise hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır. Adalet sistemi, Osmanlı dönemi için ele alınıp etüt edilirse, bu mekanizmanın, başındaki kişinin “ŞEYHÜLİSLAM“ olduğu görülmektedir. Unutmamak gerekir ki İslam hukukunun ana kaynağının Kur’an ve sünnet olduğu ve adaletin dağıtımının ise “ŞERİAT MAHKEMELERİNDE“ sonuçlanması gerçeği vardır. Devlet geleneğine bakıldığında, padişahın tüm iktidarı elinde topladığı, yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri elinde olmasına rağmen şeriata uymak ve dini temelleri yıkmamak zorunda olduğu da ayrı bir konu olarak kendisini zorlamaktadır.

Osmanlı imparatorluğunda, yargının, tamamen değil ama oldukça bağımsız olduğunu değerlendirmek gereklidir. Çünkü Osmanlı padişahları genelde yargılama alanına müdahale etmeyi düşünmezler ve ancak çok gerektiğinde, çıkan kararların kendi adalet anlayışları ile uymadığına inandıkları konularda sadece Osmanlı hukuku içinde yer alan “ADALETNAME“ ismi verilen fermanlar çıkararak adalet sistemine müdahale sayılabilecek, yönlendirmeler yaptıkları bilinmektedir. Adaletnamelerin birçoğunun, haksız ve yüksek alınan vergiler kapsamında olduğu dokümanlar nezdinde yapılan incelemelerden, izlenmektedir. Bunun yanı sıra, kadıların haksız vermiş oldukları cezaları hafifletmek için de padişah tarafından adaletname çıkarıldığına da rastlanmaktadır. Bir diğer taraftan ise, hatalı idari tasarrufların da yine adaletnameler ile düzeltilmesi söz konusudur. Bu adaletnamelerin uygulanması, 19. Yüzyılda da devam etmiş olup, Osmanlı padişahının, kişisel iradesini ortaya koyduğu fermanlar olduğu dikkate alınmalıdır.

Önemle belirtmek gerekir ki, Osmanlı imparatorluğunun, yükselme döneminde kadıların tamamen bağımsız olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu devirde Osmanlı padişahları, kadıların işlerine ve yargılama sistemine müdahale etmemişlerdir. Bunu bilinçli olarak yaptıkları, birçok dokümanın incelenmesinden anlaşılmaktadır. Bu yükselme döneminde, yargı kuvveti yürütme kuvvetinden tamamen ayrılmış olup, devletin temelinin adalet olduğunu çok iyi özümsemiş padişahların tahta geçmesi, halkın en büyük kazancı olarak not edilmelidir. Yükselme devrindeki hükümdarların, hepsinin çok iyi eğitim almış, bilgili, donanımlı, becerikli, yetkin, ahlak sahibi kişiler olduğu bir gerçektir. Bir atasözünü burada hatırlatmadan geçemeyeceğim: “AT SAHİBİNE GÖRE KİŞNER“. Ben de iyi bir binici olduğum için bunun anlamını çok iyi değerlendiriyor ve o dönemdeki halkın ne denli şanslı olduğunu düşünmekten kendimi alamayıp, günümüzle karşılaştırıyor ve bu durum beni hüzne boğuyor.

Burada kadıların rahat hareket edip bağımsızlıklarından bahsettik ancak bunun yanı sıra, kadıların da çok vicdanlı kişiler olduğunu belirtmek gereklidir. Oysa bugünkü uygulamalara bakılınca, hâkimlerin cüppelerinin önünün iliklendiğini görmek ve kararlarda vicdan olgusunu aramak ise tamamen lüks hale gelmiştir.

Osmanlı padişahlarının, kadılar karşısında ne denli şahsiyetli ve saygılı olduklarına dair bir örneği, özellikle Sayın Erdoğan için vermek istiyorum. Fatih Sultan Mehmet, iki büyük mermer sütunu 204’er santimetre kısaltan bir Rum mimarın ellerini kestirmiş, mimar da Fatih Sultan Mehmet’i dava etmişti. Padişah mahkemeye gelip alışkanlıkla başköşeye oturmak isteyince, kadı “HIZIR BEY ÇELEBİ“ kendisine “OTURMA BEGÜM, HASMINLA MÜRAFAAYI ŞER OLUP AYAKTA BERABER DUR” diye ihtar etmiştir. Davanın görülmesi sonucunda, padişahın haksız el kestirdiği sabit olmuş ve kadı İslam ceza hukukuna göre, padişahın da ellerinin kesilmesine karar vermiştir. Bu gelişme üzerine Rum mimar kadıya hitaben kısas istemediğini belirtmiştir. Böylece padişahın da ellerinin kesilmesi yerine günde 10 akçe tazminata mahkûm olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, kısastan kurtulduğu için sevinerek bu tazminatı kendi isteği ile 20 akçeye çıkarmıştı. Sayın Erdoğan siz acaba bundan bir hisse çıkarabildiniz mi? Orijinal dokümanlar Topkapı’da bulunmaktadır. Ben kısaca yazdım siz arzu ederseniz tamamını okumanızı dilerim. Tabiidir ki okuyabilirsiniz diye düşünüyorum malum Arapça ve Osmanlıcayı iyi bildiğinizi ifade etmiştiniz.

Osmanlı imparatorluğu adalet sistemi içinde, burada gündeme getirdiğim şeriat mahkemelerinin yanı sıra, sadece yabancılar için kiliselerde kurulmuş olan ve özel hukuk alanında faaliyet gösteren “CEMAAT MAHKEMELERİ“ de yer almaktadır. Bir diğer taraftan “KONSOLOSLUK MAHKEMELERİNİN“ de bulunduğu bilinilmektedir. Tanzimat dönemi ile beraber adalet sisteminde de bazı değişikliklerin gündeme geldiği ve bunların daha ziyade “TİCARET MAHKEMELERİ şeklinde örgütlendiği anlaşılmaktadır. 1848 yılında ise karma ticaret mahkemesi kurulmuş olup bu mahkemeye ticaret nazırı yani bakanı başkanlık etmektedir. Mahkeme 14 üyeden meydana gelip bunun 7 kişisi Osmanlı uyruklu diğer 7 kişisi ise Osmanlıda ticaretle uğraşan yabancılardan meydana gelmiştir.


Devamı bir sonraki yazıda..

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar