Cuma, Eylül 20, 2024

Yine Yeni Anayasa, Sayın Erdoğan ve Özgür Özel Yaklaşımları -II

Saldırıda başarılı olanların düşmanları nereyi savunacaklarını, savunmada başarılı olanların düşmanları da nereye saldıracaklarını bilmezler

Sevgili okurlarım,

Bir önceki yazıdan devam…


Bildiğiniz üzere, 2018 yılından itibaren, ülkeyi kendi yaratmış olduğu cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ismini verdiği “tek adam” rejimiyle yöneten Sayın Erdoğan için sıklıkla medya organlarında dile getirilen acaba diktatör mü? sorusuna farklı bir yaklaşım getirmek için Danimarka kraliyet anayasasını dikkate alarak değerlendirmeye çalıştım. Öncelikle, bu ülkeyi tanımanız açısından, monarşi ile yönetilen Danimarka hakkında çok kısa tanıtıcı rakamlar vermek istiyorum. Bu ülkenin 2017 yılındaki kişi başına düşen milli geliri 56.000 USD olmuş, 2022 yılına gelindiğinde ise 5 yıl içinde % 22 düzeyinde artarak 68.300 USD olduğu izlenmektedir. 2023 yılında ise bu gelirin 71.400 USD düzeyine yükseldiğini not etmek isterim. Netice itibariyle toplam 6 yıllık bir süreçte kişi başına düşen milli gelirin yaklaşık % 28 oranında ciddi bir artış ortaya koyduğu verilerden hesaplanmaktadır. 2017 yılında % 1.1 olan enflasyon 2023 yılında % 4.2 seviyesine yükselmiştir. Ortalama maaşlara bakılacak olursa 2015 yılında 46.000 USD/ yıl olan miktarın 2023 yılında 60.000 USD/ yıl düzeyine yükseldiği görülmektedir. İşte sınırlı monarşi yani kraliyet ile yönetilen Danimarka’nın ne durumda olduğu veriler ışığında gündeme gelmektedir.

Danimarka anayasasının 2. maddesinde;
“Yönetim şekli sınırlı monarşidir. Kraliyet hükümranlığı 27 Mart 1953 tarihli taht yasasında belirtilen hükümlere göre, miras yoluyla erkek ya da kıza intikal eder.” ifadesi yer almaktadır. Buradan da görüldüğü üzere kralın hüküm sürdüğü bir ülke olarak bunu anayasalarında da ifade etmektedirler.

Sayın Erdoğan’ın ileri demokrasi diye ülkemizi kastettiği T.C. anayasasının 2. maddesi ise;
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” ifadesi kapsamında Türkiye’nin devlet yönetim şeklini net olarak ortaya koymasına rağmen, Sayın Erdoğan’ın ülkeyi tamamen tek adam yaklaşımı ile yönetmeye başladığını görmek gereklidir.

Danimarka anayasasının millet meclisinin önemini ortaya koyan, 5. maddesinde;
“Millet meclisinin onayı olmadan kral ülkesini başka ülkelerde temsil edemez“ hükmü bulunmaktadır. Burada, kralın bile millet meclisinin onayı olmadan ülkeyi başka ülkelere de temsil edemeyeceği açıkça ifade edilmektedir. Sayın Erdoğan ise, istediği her ülkeye kimseye sormadan, danışmadan, bilgi almadan, önerileri dinlemeden gitmekte, kendi şahsi düşünceleri çerçevesinde, ülke liderleri ile küsmekte, ülkenin düşeceği zor durumları ve milli menfaatleri dikkate almadan, sorumsuzca hareket edebilmektedir. Sayın Erdoğan’ın devletin hafızasını kullanmadan, ortak aklını çalıştırmadan, yaptığı bu tür davranışların sonucunun zarar olacağını, öngörerek, önleyecek bir kurum ve kuruluş kalmamış durumdadır. Çünkü Sayın Erdoğan zaman içinde bütün devlet kurumlarının mevcutlarını da çalışamaz hale getirmiştir.

Kraliyet rejiminde bile anayasanın ne kadar önemli bir TOPLUM MUTABAKATI olduğu hususu Danimarka anayasasının 8. maddesinde hayat bulmaktadır;
“Kral tahta çıkmadan önce, anayasaya kayıtsız şartsız uyacağı teminatını, yazılı olarak devlet şurasına sunar. Kralın bu sadakat mazbatasının aslının aynısı olmak kaydıyla, iki nüsha olarak tanzim edilir, bir nüshası millet meclisinin arşivinde saklanır, diğeri de devlet arşivine konur. Kral görevin kendisine intikalinin hemen akabinde, yokluğundan veya başka bir sebepten dolayı sadakat mazbatasını vermez ise, kralın görevleri, bu şart yerine getirilene kadar ve kanunla farklı bir yöntem belirtilmemişse, devlet şurası tarafından yerine getirilir. Kral tahtın veliahdı olarak, tahtın kendisine intikalinden önce hâlihazırda sadakat mazbatasını vermişse, taht boşalır boşalmaz görevine hemen başlar” hükmü net ifadelerle, anayasaya yazılmış, bulunmaktadır.

Bu madde kapsamında krallık ile yönetilen bir ülkede anayasanın ne kadar önemli ve kral dahil herkesi, bağlayıcı olduğu, kralın bile buna uyacağına dair yazılı taahhüt vermeden görevine başlayamayacağı gündeme getirilmiştir. Bunun yanı sıra ileri demokrasi ile yönetildiği Sayın Erdoğan tarafından defalarca iddia edilen T.C. anayasasının 103. maddesinde, Cumhurbaşkanının TBMM önündeki yapacağı yemin metni şöyle yer almaktadır;
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Yemin anayasa içinde de net tanımlamalar ile ele alınmaktadır. Anayasamızda, açıkça belirtilen bu tanımlamalara karşın, Sayın Erdoğan’ın 22 yıllık AKP iktidarında, tamamen aksi eylemler yapılmış ve günümüzde ise yapılmaya devam edilmektedir. Yemin içinde, cumhurbaşkanının, Atatürk milliyetçiliğine bağlı kalacağı deyimi ortadan kaldırılarak, ülkenin muhafazakâr ve diğerleri gibi iki karşı gruba bölünmesi için her türlü imkân kullanılmıştır. Sistemi ortadan kaldırabilmek için cemaatler ve hastalıklı tarikat yapıları ile iş birliği yapıp, kol kola girerek, onlara kamu varlıklarını ücretsiz tahsis edip devlet kadrolarında yer vererek, ülkede çok sıkıntılı sosyal ortam yaratmıştır.

Yine yemin içeriğinde yer alan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti tanımlaması ise, neredeyse yok olmuştur. AKP lideri Sayın Erdoğan, ileri demokrasi söylevleri ile tamamen tek adam rejimini kurmuştur.

Olayın mali ve denetlenebilir boyutunun da çok önemli olduğunu kraliyetle yönetilen, Danimarka anayasasının 10. maddesinde görmek mümkündür;
“(1) Kralın görev süresince alacağı devlet ödeneği yasayla belirlenir. Hangi kale, saray ve diğer devlet mallarının kralın kullanımına tahsis edileceği de bu kanunla belirlenir. (2) Devlet ödeneğinden borç tahsilatı yapılamaz.” ifadesi yazılmış olan, bu madde içeriğinde, kralın alacağı yıllık ödeneğin bile, millet meclisi tarafından kontrol edilmesi söz konusudur.

Ancak ülkemizdeki uygulamaya bakıldığında ise hayret etmemek mümkün değildir. T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın kullandığı sayısız kamu kaynağının, hiçbir kurum tarafından denetlenemiyor olması kamuoyunun gündemine sıklıkla gelmektedir. Buna en iyi örnek ise, Türkiye Varlık Fonudur. Ülkenin en büyük ve önemli banka, şirket ve kuruluşlarının içinde yer aldığı bu fon, günümüzde açıklandığı üzere zarar etmektedir ve hiçbir zaman denetlenememektedir.

Halkını refah içinde yaşatan Danimarka kralı, sadece kendine ayrılan ödeneği kullanabiliyorken Sayın Erdoğan ülkenin tüm kamu kaynak ve varlıklarını kimseye hesap vermeden keyfi olarak kullanabileceği bir yasa kapsamında hareket etmektedir.

Ödenekler ile ilgili uygulamanın Danimarka anayasasının 11. maddesinde yer aldığı izlenmektedir;
“Kraliyet hanedanlığı mensuplarına verilecek yıllık ödenek yasayla belirlenir. Bu yıllık ödenek millet meclisinin onayı olmadan kraliyet birliği sınırları dışında kullanılamaz.” denilmektedir. Buradan anlaşıldığı gibi kral, kendine tahsis edilen ödeneği bile yurt dışına çıkaramamaktadır.

Ancak bizdeki durum farklıdır. Normal ödeneğin yanı sıra, bir çok ülkede de benzeri bir sistemin olduğu örtülü ödenekten bile istediği gibi harcama yapmaktadır. Bu hususta Özgür Suriye ordusu adı verilen kuruluşun personeline maaşları, hala ülkede tamamen onun yarattığı büyük enflasyon olmasına rağmen, Amerikan doları üzerinden Türkiye tarafından ödenmektedir. Bir diğer taraftan ise, Sayın Erdoğan, İslami örgütlere yurt dışında yaptığı hibe ve yardımlar da bir başka boyuttaki yaklaşım olarak önemini muhafaza etmektedir.

Kralın hükümet üyeleri ile başbakanı belirlemesi hususu, Danimarka anayasasının 14. maddesinde hayata geçmektedir;
“Kral, başbakan ve diğer bakanları atar ve azleder. Kral bakanların sayısını ve bakanlar arasında görev dağılımını belirler. Yasalar ve hükümet kararları, kralın ve ilgili bir veya birkaç bakanın imzalarıyla geçerlilik kazanır. Her bir bakan imzaladığı kararnameden sorumludur“ ifadesi içeriğinde, açık olarak belirtildiği gibi, kral bakanları atayıp azledebilmektedir. Ancak kendisi hükümete başkanlık yapmamaktadır.

Bu yetki aynen Sayın Erdoğan’da da vardır. Fakat burada BAKANLARIN imzaladıkları her kararnameden SORUMLU oldukları hususu önemlidir. Ancak ülkemizdeki uygulamada, Sayın Erdoğan hem hükümetin başı olarak faaliyet göstermekte hem de onun atadığı BAKANLARIN hiçbir SORUMLULUĞU YOKTUR.

Anayasalar yapılırken güvenoyunun önemi her zaman tartışılagelmiştir ki bu durum Danimarka anayasasının 15. maddesi içerdiğinde de ele alınmıştır;
“(1) Millet Meclisinden güvensizlik oyu almış bir bakan görevinde kalamaz. “ Bu maddenin birinci fıkrasındaki hüküm çok önemlidir. Kralın atadığı bir bakanın Millet Meclisinden, güvensizlik oyu alması halinde görevinde kalamayacağı net olarak ifade edilmiştir.

Ülkemizdeki Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde ise, Sayın Erdoğan’ın atadığı bakanların, TBMM içinden güvenoyu alması diye bir hüküm yoktur. İşte bu nedenle atanmış olan bakanlar sadece Sayın Erdoğan’ın emir ve isteklerine göre hareket etmekte, TBMM tamamen akim ve fonksiyonsuz kalmaktadır. Danimarka kralında bile olmayan bu yetkileri Sayın Erdoğan’a ihsan eden plebisit, oy birikiminin eğitimi ile doğru orantılıdır.


Devamı bir sonraki yazıda…

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar