Cuma, Eylül 20, 2024

Yine Yeni Anayasa, Sayın Erdoğan ve Özgür Özel Yaklaşımları -III

Saldırıda başarılı olanların düşmanları nereyi savunacaklarını, savunmada başarılı olanların düşmanları da nereye saldıracaklarını bilmezler

Sevgili okurlarım,

Bir önceki yazıdan devam…


Sayın Erdoğan, bazı cemaat ve Hizbullah terör örgütünün siyasi uzantısı olduğu iddia edilen, HÜDA – PAR siyasi partisinin isteği üzerine İstanbul sözleşmesinden sadece kendi kararı ile çıkmıştır.

Aynı maddenin 3. fıkrasında Millet Meclisi, içinden bir dış politika kurulu seçmekte ve hükümet dış politika konularında karar almadan önce bu kurulun tavsiye ve görüşlerini almaktadır. Sayın Erdoğan uygulamalarında ise, böyle bir kurul oluşmadığı için, tek adam olarak kendi başına kendi dar panoraması çerçevesinde kararlar almaktadır. Bu hususta ülkeyi çok ciddi sorunlarla baş başa bıraktığı da unutulmamalıdır.

Kendisi gerek siyaseten gerekse adli ve idari olarak hiçbir zaman hesap vermediği için kraldan fazla olan yetkileri de istediği gibi kullanabilme cesaretini göstermektedir. Bunun yanı sıra toplumu değil Allah’ı muhatap kabul ederek, “aldatıldık Allah affetsin “diyerek sadece Allaha hesap vereceğini ortaya koymuştur. Fakat sıklıkla ağzından düşürmediği kul hakkı yemedim cümlesini nasıl telaffuz edecektir işte orası onun Müslümanlık anlayışı ile değerlendirilmelidir.

Kralın çıkarabileceği yasa şekli de Danimarka anayasasının 23. maddesinde bulunmaktadır;
“Acil durumlarda Millet Meclisinin toplanamaması halinde, kral anayasaya aykırı olmamak ve meclis toplanınca en kısa zamanda meclisin kabulü veya reddi için meclise sunulmak kaydıyla geçici yasa çıkarabilir“ hükmü yer almaktadır.

Buradan da anlaşılacağı üzere, kral bile millet meclisinin onayı olmadan yasa çıkarma yetkisine sahip değildir. Bu maddenin kapsamında kanunların tamamen millet meclisi tarafından çıkarılması esas alınmış, ancak kralın millet meclisi toplanıncaya kadar GEÇİCİ YASA çıkarma yetkisi korunmuş bulunmaktadır.

Ülkemizdeki AKP iktidarında ise, Sayın Erdoğan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile istediği her şeyi yalnız başına, tek adam mantığı ile yapabilmektedir. Bu hususta kendisini önleyebilecek hiçbir merci ve kurum olmadığı da tek adam rejiminde görülmektedir. Şimdi sorgulanması gereken en büyük ve önemli olgu ona bu yetkileri oylarıyla ikram eden muhafazakâr tanımlı kitlenin ona vereceği unvan ne olacaktır. Eğitim seviyesinin kısıtlı olduğu anlaşılan bu kitlenin oy potansiyelinin yarıdan bir fazla olması ise olayın çok daha farklı bir boyutunu işaret etmektedir. Netice itibariyle kralda bile olmayan yetki Sayın Erdoğan’da vardır.

İstihdam konusunun ele alındığı, Danimarka anayasasının 27. maddesine de göz gezdirmekte yarar vardır. Bu madde içeriğinde;
“(1) Kadrolu devlet memuru istihdam etme yasalarla belirlenir. Danimarka vatandaşı olmayan hiçbir kimse kadrolu devlet memuru görevine atanamaz. Kral tarafından kadrolu devlet memurluğuna atanan kişiler anayasaya bağlı kalacaklarına ant içerler. (2) Kadrolu devlet memurlarının görev yerleri değişimi, işten çıkarılmaları ve emekli edilmeleri yasalarla belirlenir ve uygulamalarda 64. maddeye uyulur. (3) Kral tarafından kadrolu devlet memurluğuna atana kişilerin görev yerleri, görev yeri değişikliği ile maddi zarara uğramaları ve görev yeri değişikliği ile normal hakların saklı kalmasıyla erken emekliliğe ayrılma seçeneği hakkı verilmesi şartıyla değiştirilebilir” ifadesi önemlidir.

Bu madde kapsamının 1. fıkrasında, açıkça görüleceği üzere, kadrolu devlet memurları göreve başlamadan anayasaya bağlı kalacaklarına dair yemin etmektedirler. Bu yemin çok önemlidir.

T.C. memurları da eğer böyle bir yemini etmiş olsalardı, iktidarın isteklerine boyun eğmeleri çok kolay olmayacaktır. Son olaylarda Yargıtay’ın 5 hâkiminin anayasanın net ve açık amir hükmüne uymaması Sayın Erdoğan’ın emri doğrultusunda olduğu öne sürülmektedir. Bu olay eğer Sayın Erdoğan’ın beğenmediği ve sıklıkla ESKİ TÜRKİYE dediği rejimde olsaydı doğrudan ceza kanununun 146/1 maddesi çerçevesinde yargılanması gündeme gelirdi.

Yine Danimarka anayasasının aynı maddesinin 2. ve 3. fıkralarında, görev yeri değiştirilmesinin maddi şartları ele alınmakta ve bu değişikliklerin pek kolay olmayacağı anlaşılmaktadır. İdarenin uygulamalarına bakıldığında ise, her kadroyu hâkim ve savcılarda dahil olmak üzere, istediği yere atayarak, onları görevlerinde manipüle edip bunu bir cezalandırma metodu olarak kullanarak, tamamen siyasetin içine çekmiştir. ek adam düzeninin ülkeye yaptığı en büyük kötülüklerden birisi de budur.

Anayasalarda referandum konusu başlı başına önemlidir ve Danimarka anayasasının 42. maddesinin 1. fıkrasında hayata geçirildiği anlaşılmaktadır;
“(1) Bir kanun teklifi millet meclisi tarafından kabul edildikten sonra, millet meclisi üyelerinin üçte biri kanun teklifinin referanduma sunulmasını, kanun teklifinin kabul edildiği tarihten itibaren üç takvim günü içinde meclis başkanından talep edebilirler. Bu talep yazılı şekilde ve talepte bulunan üyeler tarafından imzalanmış olmalıdır” hükmü çok demokratik bir şekilde yazılmış olarak yer almaktadır.

Kanun teklifinin referanduma götürülmesi yolunun bu kadar kolay olarak açılması toplum açısından çok iyi karşılanmaktadır. Ülkemizde ise böyle bir uygulama yoktur referandum yolu ancak anayasa değişikliğinde gündeme gelmektedir. Sayın Erdoğan 2017 yılında özellikle ve planlı bir şeklide yaptırdığı anayasa değişiklikleri ile tamamen TEK ADAM rejimini gündeme getirmiştir. 2017 referandumunda evet çıkan oyların tamamının 25.157.463 olduğu buna karşılık hayır oylarının ise 23.779.141 ve aradaki farkın sadece 1.378.322 olması bugünkü Türkiye’nin onarılması güç ekonomik, idari, adli ve sosyal neticelerini doğurmuştur. İşte bu aradaki çok küçük fark nedeniyle tüm toplum, liyakatsiz iktidarın acı ve sancılarını çekmektedir.

Danimarka anayasasının milletvekili maaşları ilgili olan 58. maddesinde;
“ Milletvekilleri yıllık ödenek alırlar, bu ödeneğin miktarı seçim yasasında belirlenir” denmektedir. Görüldüğü üzere milletvekilleri yıllık ödenek almaktadırlar.

Başka bir anlatımla ömür boyu maaş alma söz konusu olmayıp, hiçbir yan ödeme ve ilave olarak emeklilik hakkı da yoktur. Bu ödeneğin ise aylık 5.000 USD seviyesinde olduğunu belirtmekte yarar vardır. Oysa ülkemizde, bu milletvekilliği görevini meslek haline getirmiş milletvekilleri vardır ve ömür boyu belli ve devamlı artan oranda maaş almaktadırlar.

İşte bu sistem değişip milletvekillerine mecliste görev yaptığı sürede sadece ödenek verilmesi hususu bir yasaya bağlanmalıdır. Böylece birçok suiistimal konularının da önüne geçileceği muhakkaktır. Ayrıca meclise gerçekten bilgili donanımlı topluma hizmet için gelmeyi arzu edenlerin de talip olması söz konusu olabilecektir.

Devlet yönetimindeki yolsuzluklar açısından yüce divan kuruluşunun önemi bu maddeyi izleyen anayasanın 59. maddesinde yer almaktadır;
“(1) Yüce divan, altı yıl görev yapmak üzere görevde en kıdemli Yargıtay üyesi hakim arasından seçilen azami on beş ve millet meclisi tarafından NİSBİ TEMSİLİYET esasına uygun olarak aynı sayıda seçilen üyelerden oluşur. Seçilen her asil üye için bir veya birkaç yedek üye seçilir. Milletvekilleri yüce divan üyeliğine seçilemez ve yüce divanda görev alamazlar. Bir defaya mahsus yargılamada Yargıtay hâkimi üyeler yargılamaya katılamazlar ise, eksik üye sayısına eş değer sayıda millet meclisi tarafından en son seçilen üyeler davaya katılamazlar” ifadesi çerçevesinde, yüce divanın oluşturulması çok demokratik bir yaklaşım olarak değerlendirilmelidir.

Buradaki 1. fıkra anlatımında öncelikle en kıdemli Yargıtay üyeleri içinden 15 üye ile 15 tane de millet meclisi tarafından seçilen üyeler ile toplam 30 kişiden meydana gelmektedir. Ülkemizde ise yüce divan yetkisi tamamen anayasa mahkemesi yetkisindedir.

Ülke anayasalarında bürokratların veya bakanların soruşturmadan ari tutulması için maddeler konulmaması esastır. Bu husus Danimarka anayasasında 60. madde içeriğinde hayata geçirilmiştir;
“(1) Yüce divanda, kral veya millet meclisi tarafından bakanlar hakkında açılan davalar hükme bağlanır. (2) Kral devlet güvenliğini ciddi şekilde tehdit ettiği kanaatini taşıdığı başka suçları işleyenlerin de millet meclisinin onayıyla yüce divanda yargılanmasını talep edebilir.“ Bu madde yazılımında açık ve net olarak belirtildiği üzere, hükümetin bakanları, kralın veya başbakanın herhangi bir idari, adli koruması altında değildir. Yüce divan bakanlar ile açılmış olan davalara bakmaktadır.

T.C. anayasasında da hiçbir koruma söz konusu olmamasına karşın mevcut yönetimimiz, birçok koruma maddeleri gündeme getirerek üst düzey bürokraside görev alan kamu personelinin yargılanmasına izin vermemektedir. Tamamen ANTİ DEMOKRATİK olan böyle bir yetkinin kralda bile olmadığını hatırlatmak isterim. Türkiye’deki düzenin bu haliyle bile kraldan fazla yetkilere sahip olmasına rağmen hiçbir sorumluluğu olmaması soru işaretidir.

Gelelim yine kraliyetle yönetilen Danimarka’nın anayasasının 61 maddesinde yer alan yargı yetki ve idaresinin uygulamasına;
“Yargı yetkisinin kullanılması yalnızca yasayla düzenlenir. Yargı yetkisine sahip özel mahkemeler kurulamaz“ hükmü kapsamında, kraliyet yönetiminde bile, yargı yetkisine sahip özel mahkemeler kurulamayacağı anlaşılmaktadır.

Oysa demokrasi ile yönetilen ülkemizde, FETHULLAH GÜLEN cemaati kontrolünde, özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kurulması herhalde hafızalarınızdan silinmemiştir diye düşünüyorum. Bu kurulmuş özel yetkili mahkemelerde, ceza alarak tutuklanmış, hüküm giymiş olan insanlara, özellikle Türk ordusunun şerefli generalleri ile genel kurmay başkanına acaba herhangi bir tazminat ödenmiş midir? Hayır.

Demokratik rejimlerde yargı yürütme ve yasama erklerinin birbirinden bağımsızlığı önemlidir bu husus, Danimarka anayasasının 62. maddesinde belli bir boyutta ele alınmıştır;
“ Yargının idaresi her daim yürütme erkinden ayrı tutulur. Bu alanda kurallar yasayla belirlenir. “ İfade edildiği gibi yargının idaresinin tamamen yürütme erkinden ayrı tutulması esas alındığı görülmektedir. Başka bir anlatımla böyle bir yaklaşım ancak demokrasi ile yönetilen ülkelerde görülmektedir.

Monarşi ile yönetilen Danimarka’da bile yargının bağımsız olmasının ne kadar önemli olduğu KRAL tarafından bile anlaşılmasına rağmen, demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkemizde ise Sayın Erdoğan yargıyı tamamen siyasallaştırarak kendi emrine almıştır. Tabi bu konuda yargı mensuplarının omurgalı olduğunu söyleyebi. lir miyiz, o da ayrı bir konudur.


Devamı bir sonraki yazıda…

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar