Hazine ve Maliye Bakanlığı son bir kaç aydır tasarruf tedbirleri ile ilgili gündem oluşturmaya çalışırken, tasarruftan ziyade yeni gelir yaratmanın yollarını arıyor gibi gözüküyor. Bu yollardan biri de tabi ki vergi gelirlerini arttırma arayışı. Bunların içinde serbest meslek çalışanlarına peşin vergi uygulaması öne çıkan yaklaşımlardan bir tanesi.
Türkiye’de geçmişe bakarsak, Peşin Vergi uygulaması ilk defa 2361 sayılı yasa ile 1981 yılından itibaren uygulanmaya başladı. Türkiye’nin yüksek enflasyonla tanıştığı 70’lerin sonunda vergiyi doğuran zaman ile tahsilatı arasında geçen zamanın enflasyon nedeniyle devletin aleyhine çalışması ve reel vergi gelirlerinin düşmesi, böyle bir uygulamaya geçmenin zaruretini doğurmuştu.
Bu vergi daha sonra 1985 yılında Katma Değer Vergisi uygulamasının devreye girmesi ile “dâhili tevkifat” adı altında uygulamaya başlamış ve tahakkuk ettirilen vergi ödenen Katma Değer Vergisi ile ilişkilendirilmişti. Bu uygulamanın anlamsızlığı ve gerçek hayattaki ekonomik gelişmelere uyumsuzluğu nedeniyle kısa bir süre sonra uygulamasından vazgeçilmiş ve 3505 sayılı yasa ile bugünkü adıyla “geçici vergi” olarak tanımlanan şekli ile uygulamaya başlanmıştır.
Geçici vergi uygulaması başlangıçta mükelleflerin önceki dönem verdikleri vergiyi esas alarak hesaplanmakta idi. İlk düzenlemede ticari kazanç sahipleri ve serbest meslek sahipleri özel komisyonlar tarafından beş dereceden bir tanesine intibak ettiriliyor, ve bu intibak derecesine karşılık olan peşin vergiyi bir önceki yılın vergi taksitleri ile birlikte üç eşit taksitte ödüyorlar ve daha sonra beyan ettikleri dönem kazancından mahsup ediyorlardı. Uygulamanın ikinci senesinde, yani 1982 yılında bu yöntem değiştirilmiş ve peşin vergi, bir önceki yıl beyan edilen verginin %30’u olarak ödenmeye başlamıştır. Ancak bu da 1 Ocak 1983’deki 2772 sayılı yasanın 20/2 maddesi ile uygulamadan kalkmıştır.
Daha sonra 3946 sayılı yasa ile mükelleflere kendi tercihlerine göre geçmiş dönem kazancı ya da cari dönem kazancı üzerinden vergi beyan etmeleri opsiyonu sağlanmıştır. Ancak 1999 yılından itibaren 4369 sayılı yasa ile geçici vergi, mükelleflerinin sadece cari dönemde elde ettikleri kazanç üzerinden ödenmeye başlamıştır.
1981 yılında peşin vergi olarak başlayan uygulama, yıllar içinde bugünkü adıyla “geçici vergi” olarak tanımlanmaktadır. Ancak bu verginin neden alınması gerektiğinin sebeplerine bakıldığı zaman, yüksek enflasyon yaşanan ortamlarda geç yapılan ödemelerin reel olarak değer kaybetmesi ön plana çıkmaktadır ve bu değer kaybına mani olmak amacıyla “peşin vergi” olarak başlatılmıştır.
Geçici vergi uygulaması ilk olarak 1920 yılında Almanya’da enflasyonun çok yüksek olduğu bir dönemde uygulamaya başlanmış, daha sonra Fransa’da 1942 yılında benzer bir vergi tahsilatı uygulaması başlamıştır. ABD’de ise 1943 yılında peşin vergi uygulaması başlamış, daha sonra da özellikle petrol krizi ile beraber başlayan enflasyonist baskıların paralar üzerindeki yıpratıcı durumu dikkate alınarak bir çok ülkede bu uygulama başlatılmıştır.
Bu yazıda anlatmaya çalıştığım konu, peşin vergi uygulamasının bir anlamda zaruri olduğunu göstermektir. Ancak, Türkiye’de “peşin vergi” zaten “geçici vergi” adı altında alınmaktadır. İkinci bir peşin vergi alınması ne derece doğrudur sorgulanması gerekir. Tabi bizde verginin de vergisinin alındığı, ÖTV ’nin de KDV’sinin hesaplandığı bir ortam olduğu dikkate alınırsa, geçici verginin de peşin vergisi alınabilir.
Bütün bu yukarıda belirtilen verginin alınmasına esas teşkil eden nedenlerden daha önemlisi, getirilmesi düşünülen yasada hiç bir şekilde gider konusunun gündeme getirilmemiş olmasıdır. Bu anlayışı en iyi açıklayan ifade 2002 yılının Kasım ayında o zaman AKP Ekonomik İşler Koordinatörü olarak görev yapan Ali Babacan tarafından yapılmıştır.
CNN Türk’ün sorularını yanıtlayan Babacan şöyle demiştir: “Kimseye nereden buldun sorusu sorulmayacak. Servetin vergisi olmadığına göre kaynağının sorulması da yanlış. Çok iyi bir kontrol mekanizması kuracağız ve vergi oranlarını düşürerek tabana yayacağız. 2003’de Mali miladın devreye girmesi gerekiyor. Biz bu mali miladı şu anadaki haliyle tamamen kaldıracağız. Nereden buldun sorusu sorulmayacak. Türkiye’de servetle ilgili bir vergi söz konusu olmadığına göre yine servetle ilgili nereden buldun sorusu çok yanlış. Gelişmekte olan bir ülkede sermaye kaçırıcı bir uygulama olur. Mali miladın içindeki ‘nereden buldun’dan tamamen kurtulmak istiyoruz. İnsanlar bir ev- araba alıyorsa, bu parayı nereden kazandın sorusu yanlış.”
Mali milat ANASOL – D hükümeti döneminde yasalaştırılmışdı. Zekeriya Temizel’in Maliye Bakanı olduğu dönemde, (1998) çıkartılan Vergi Reform Yasaları ile gelirin tanımı değiştirilerek tasarruf ve harcamaya kaynak teşkil eden her türlü kazancın vergiye tabi olması öngörüldü. Böylece Maliye herkese kaynağı açıklanamayan tasarruf veya harcamanın kaynağını sorabilecekti. Ayrıca faiz ve kâr payı kazançlarına da beyan usulunü getiren yasasının uygulaması 57’inci hükümet döneminde 2003’e ertelendi.
Yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında verginin gerçek olarak alınabilmesi için gelir ve gider kalemlerinin tam olarak belirlenmesi ve buradaki kaçağın önlenmesi gerekmektedir. 1998’de Zekeriya Temizel’in bakanlığı sırasında çıkarılan ve yukarıda açıklanan yaklaşım bu kapsamda doğru bir denetim mekanizmasının da oluşmasını sağlayacaktır. Aksi takdirde zaten işini düzgün yapan, gelir ve giderini de muntazam bir şekilde beyan eden mükellefler yine özür dileyerek yazıyorum, “enayi” yerine konmuş olacaklardır.