Cuma, Temmuz 5, 2024

AB de Gen Düzenlemelerin Kaymağını Yemek Üzere

Milano Üniversitesi araştırıcıları gen düzenleme yöntemi ile hastalığa dayanıklı olarak geliştirdikleri bir çeltik genotipinin tarla denemelerini başlattılar. Tarla denemeleri bitki ıslahında tescil öncesi bir işlemdir. Sainsbury laboratuvarı (İngiliz Norwich) ve Max-Planck Enstitüsünün (Almanya) de devrede olduğu araştırma projesi çerçevesinde geliştirilen bu genotip, aslında risottoya (İtalyan pilav) uygun iri daneli Arboryo çeşidinde yapılan bir gen düzenleme işleminin ürünü. Gen düzenleme (Gen Editing), geleneksel ıslah yöntemlerinden daha hızlı ve daha doğru bir süreç olan yabancı DNA eklemeden bitki genlerinin hassas modifikasyonlardır.

Bu teknik aslında klasik mutasyon ıslahının laboratuvar versiyonudur. Bilindiği gibi mutasyon, canlı genlerinden birinde, kendiliğinden oluşan veya amaçlı oluşturulan bir değişimdir. Dünyada mutasyon yöntemleri ile ıslah edilmiş 4000’e yakın çeşit tescil edilmiştir. Bu genom düzenlemeleri, CRISPR ve bir seri yeni gen mühendisliği yöntemlerini kapsamaktadır. Bu yöntemlerde, GDO’lardaki gibi dışarıdan herhangi bir gen transferi söz konusu değildir. Tersine hedeflenen genin, uygulanan geçici DNA kesici enzimleri ile susturulması, etkisinin artırılıp azaltılması, yani mikro-mutasyona tabi tutulmasıdır.

Bitki ıslahında klasik melezleme, seleksiyon, mutasyon, poliploidi gibi tekniklerle -son 30 yılda GDO (Genetiği Değiştirilmiş organizmalar) yöntemlerini devreye sokarak- sürekli yeni genotipler geliştirilmektedir. 2013’lerde keşfedilen Gen Düzenleme yöntemi (yani yeni ıslah teknikniği (YİT)) kaşiflerine Nobel Ödülü kazandırırken, ıslah süresini de oldukça kısaltmıştır.

Son yıllarda gen düzenleme yöntemleri yani gen düzenlemeyle 2019 yılında Arjantin’de tatlı su çuprası; ABD’de yağ kalitesi iyileştirilmiş soya, Hindistan’da dört yıl gibi kısa zamanda nohut, Japonya’da tatlı domates, yine Japonya’da bir mercan balığı -fangri mercan balığı- geliştirildi. Rusya’da CRISPR’den yararlanılarak ilk buzağı klonlandı (inek sütüne alerjiyi devreden çıkaran).

AB’de bu yöntemle geliştirilen genotipler tescil işlemlerinde, genetiği değiştirilmiş ürünlerle (GDO) aynı muameleyi görmektedir. Bu durumda aday genotiplerin çevre, sağlık vs. testleri için GDO’larda olduğu gibi yüzlerce milyon Euro gerekmektedir. Küçük ölçekli firmaların bu masrafları karşılayamayacağı bir gerçek.

YIT ile geliştirilen çeşitler ABD başta olmak üzere birçok ülkede GDO kapsamında değil, klasik ıslahla geliştirilen çeşit adaylarında uygulanan yönetmeliklere göre test ve tescil edilmektedir.

Bir Avrupa Tohumculuk camiası yetkilisinin bu konudaki kararlı bir görüşü ilginçtir. “Gerek çiftçi ve gerekse toplum için yüksek katma değerli bu YİTnin, karlı ve pratik bir uygulama olduğuna inanıyoruz. Bu konuda AB üst kurullarının olayı yeniden düşünmesinin zamanı gelmiştir. Ayrıca olaya siyasi olarak da müdahil olabiliriz” diyordu!

Gen düzenleme yöntemlerine bakış açısı ülkeden ülkeye değişmektedir. Örneğin AB, bu yöntemle ilgili mevzuatı GDO kapsamına alarak, adeta gen düzenleme yöntemleri ile geliştirilen çeşitlerin tarımını yasaklamaktaydı. Değişik grupların baskısı altındaki AB, 2024 başında gen YİT kapsamında geliştirilen çeşitlerin tescili konusunda bir mevzuat değişikliğine gitti.

Klasik çeşitlerde uygulanan gen düzenleme ürünlerine (NGT1) tescil şansı verirken, GDO gibi klasik olmayan çeşitlerde (NGT2) yapılan gen düzenlemeleriyle elde edilen ürünlere tescili şansı tanımamakta. Yasallik tüm AB devletlerince onaylandığında yürürlük kazanacak. Şu anda AB’de 40’a yakın tescile aday genotip yasal süreyi beklemekte.

Gen düzenlemelerinin bitki ıslahında kullanımında ülkemiz hiç de geri kalmamaktadır. Gerek kamu gerek özel sektör bu konuda proeler geliştireduruken, üniversitelerde bazı projeler sonuçlanmak üzere.

İşte bu aşamada 3. TARIM ŞURASINDA alınan kararlar çerçevesinde tasarlanan özel sektör, üniversiteler ve kamunun bir çatı altında toplandığı “Türkiye Tarımsal Araştırma Kurumu”nun bir an önce oluşturulması çok yerinde olacaktır. Çeşit geliştirmede dünyada büyük beklenti içinde olduğu yeni ıslah tekniklerinin, moleküler biyolojiden geçtiği bu aşamada, tam yapılandırmalarını henüz tamamlayamamış tohumculuk firmalarımızın üniversitelerle partnerlikleri kaçınılmazdır.

Diğer taraftan kısıtlı ekonomik yapımızda üniversitelerin ülke gerçekleri ve gereksinimlerine yönelik araştırma yapmaları beklenmektedir. Batıda ziraat fakültelerinde yapılan tezlerin %80’i tarımsal endüstri ile ilgili iken, bizde bu rakamın %20’lerde kalması ne derece rasyonel. İşte kastedilen KURUM kamu, özel sektör – üniversite ortak platformunu oluşturarak, üniversitelerin araştırmalarını da ülke gereksinimlerine yöneltebilecektir.


Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Nazimi Açıkgöz

Diğer Yazarlar